1. YAZARLAR

  2. Ümit Kardaş

  3. Gerçek demokrasi ne zaman?
Ümit Kardaş

Ümit Kardaş

Yazarın Tüm Yazıları >

Gerçek demokrasi ne zaman?

23 Haziran 2008 Pazartesi 09:10A+A-

TSK'yı kurum olarak kimse yıpratmamakta ve yıpratma kastıyla da hareket etmemektedir. Aksine TSK'nın üst bürokrasisi siyasetin, hukukun ve toplumun yaşama biçiminin düzenleyicisi olmak istediği için TSK yıpranmakta; ülke güçsüzleşip, itibarsızlaşmaktadır. Siyaset ve hukuk, askerin ne görev alanıdır ne de askerin meslekî formasyonu buna yeterlidir. Demokrasiyi, siyaseti, hukuku ve toplumu düzenlemek askerin görevi değildir. Rejim gerçek bir demokrasiye, devlet hukuk devletine dönüşemezse bu çöküntünün altından TSK dahil tek bir kurum sağlam çıkamaz.

20 Haziran 2008 tarihli Taraf Gazetesi'nin manşetine konu olan, Eylül 2007 tarihli Genelkurmay "Bilgi Destek Planı" ve "Bilgi Destek Planı Faaliyet Çizelgesi"ndeki eylem planları dehşete düşürücüdür. Siyasî iktidarı "irticaî faaliyetlere zemin hazırlamakla suçlayan", yeni anayasa girişimini millî devlete karşı olmakla suçlayarak karşı eylem planlayan,üst yargı bürokrasisinin TSK ile aynı paralelde hareket etmelerini sağlamayı amaçlayan, basın mensupları ve medya kanallarını, üniversiteyi, sanatçıları, kanaat önderlerini düzenli temasla yönlendirmeyi ve yandaş kılmayı öngören, TSK karşıtı fikir ve eylemleri ile bilinenlerin yıpratılmasını hedefleyen bir eylem planı. Şimdiye kadar yaşananlar, bu planın öngördükleriyle örtüşmektedir. Rejimin geleceğini belirleyecek davalara bakan yüksek mahkemenin bir üyesi, en hassas davranılması gereken bir dönemde genelkurmay başkanı olması kuvvetle muhtemel bir kuvvet komutanını ziyaret etmiş, bu ziyaret mutad ziyaret süresini aşmış ve büyük bir gizlilik altında gerçekleşmiştir. Orgeneral Büyükanıt, Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararını "malumun ilamı" olarak değerlendirmiştir. Malumun ilamı, bilinenin açıklanmasıdır. Aslında general ne olması gerektiğini bizden daha iyi bilmekte, Yüksek Mahkeme bizim bilmediğimizi generalin bize bildirmek istediği gibi bizlere ilan etmektedir.

Bu rejime hâlâ demokrasi diyen var mı?

Özellikle bölge halkına teröre sağlanan desteğin bedelsiz kalmayacağını hissettirmek için sıklıkla aramalar, operasyonlar düzenleneceği, ayrıca Irak'ın Türkiye sınırında yaşayan halka karşı da ağır silah ateşleriyle aynı mesajın verileceği planlaması 1980'de zirveye çıkan ve Kürt sorununu çözümsüzlüğe iten ve Kürt milliyetçiliğini kışkırtan akıl ve vicdan dışı bir zihniyetin devam ettiğini göstermesi bakımından ibret vericidir. 1980 yılında Diyarbakır'da aynen bu zihniyet geçerliydi. Suçlu olup, olmadığına bakılmaksızın gözaltı süresince devam eden sistematik, kurumsal işkence uygulamaları ve eziyet yapmakta devletin PKK'dan daha güçlü olduğunu gösteren hukuk dışı aramalar, operasyonlar ve kötü muameleler. O zaman da amaç bölge halkına gözdağı vermekti. Genelkurmay Başkanlığı'nın bu eylem planını yalanlaması tevilli bir ikrarı barındırmaktadır. Genelkurmay, komuta kademelerinin onayından geçmiş böyle bir çalışma bulunmadığını belirtirken, komutanların onayından geçmemiş bir çalışma olup olmadığını açıklamaktan kaçınmıştır. Ya komutanların haberdar olduğu bir eylem planı vardır ki bu takdirde suç oluşturan bu eylemi kabul etmeleri ve böyle bir planı kayda alıp resmîleştirmeleri beklenemez. Ya da komutanların haberdar olmadığı, askerî hiyerarşinin dışında oluşan bir örgütlenmenin bir faaliyeti bulunmaktadır. Her iki durumda da suç işleyen bu kişilerin emekli edilerek derhal yargı önüne çıkartılmaları gerekmektedir. Bu eylem planı siyasî alanı, yargı alanını, iç güvenlik alanını, üniversiteleri, toplumu, medyayı militarist bir anlayışla denetleme, kontrol altına alma ve yönetme planıdır ve uygulamaya konulmuştur. Parlamento, buna el koymadığı takdirde fiilen kendini ilga etmiş olacaktır. Rejimi demokrasi olarak tanımlama imkânı kalmamıştır. Bu rejimi demokrasi diye nitelendirmeye devam edenler ya akıllarını ya da vicdanlarını yitirmişlerdir. TSK'ya ve ülkeye zarar veren bu durumdan çıkabilmek için TSK'da görev yapanlara da tarihî bir sorumluluk düşmektedir.

Yaşanan bunalımın nedeni askerî bürokrasinin her üç erki baskılamasıdır. Bu baskılama hem sorunların çözümünü bloke etmekte hem de erklerin çatışmasına yol açmaktadır. Askerin baskılaması özellikle yüksek yargı organlarının tarafsızlıklarını hatta Meclis'in denetim faaliyetini etkilemektedir. Bu durumda üç erk arasındaki uyum ve düzen bozulmakta, gerilim çıkmakta, bu gerilim toplumu da tedirgin etmektedir. Hukuku gücün ve siyasetin aleti durumuna getirmek hukukun felsefesine aykırıdır. Hukukun amacı adaletin ve özgürlüğün sağlanmasıdır. Hukukun siyasallaştığı bir yerde bu iki değer de yitirilir. Bu yaklaşım yüksek mahkemelerin tarafsızlıkları ve güvenilirlikleri konusunda kuşku yaratır. Yaşanan bunalımın nedeni, sürekli istisna halinin normalleştiği darbeler, muhtıralar ve istisnai hal geleneğinin pratiğidir. Ordu, imparatorluk döneminde iktidar değişikliklerinde etkin olmuştur. Modernleştirilmeye çalışılan ordu 1905'ten itibaren yarı askerî bir güç olan İttihat ve Terakki aracılığıyla siyasîleşmeye ve yeniden iktidar değişikliklerinde rol oynamaya başlamıştır. Antidemokratik, komplocu, baskıcı, çeteci yöntemler kullanan İttihat ve Terakki, ideolojik üstünlüğünü meşrutiyetin arkasındaki güç oluşundan ve 31 Mart ayaklanmasının bastırılmasında oynadığı rolden alıyordu. 9 yıl süren sıkıyönetim ve askerî yargı süreci İttihat ve Terakki'nin baskı araçları olmuştu. Ordu, İttihat ve Terakki üzerinden siyasete karışıyor veya karıştırılıyordu. Askerî güç siyasî ihtirasların tatmininde araç olarak kullanılıyordu. İttihatçıların orduyu siyasete sokmaları kendi karşıtlarının da ordu içinde örgütlenmelerine yol açmıştır (Halaskâr Zabitan Grubu). Siyaset yapan, siyasete karışan ordu Balkan hezimeti gibi bir başarısızlık yaşamıştır. Askerî gücün siyasî işlere karışmasından doğan ve doğabilecek sakıncaları görenler olmuştur. Sadrazam Mehmet Kamil Paşa, bu durumu önlemeye çalışırken İttihatçılar tarafından görevden uzaklaştırılmıştır. Yine Halaskâr Zabitan Grubu tarafından yayınlanan bildiride ordunun tarafsız kalması ve yalnız askerî işlerle ilgilenmesi zorunluluğuna işaret edilmiştir. Ayrıca Gazi Ahmet Muhtar Paşa kabinesi Meclis'te okunan programında askerlerin siyasetle uğraşmalarının önleneceğini açıklamış ve bunun yasaklanmasına ilişkin olarak Askerî Ceza Kanunu'na ek bir kanun Meclis'te kabul edilmiştir. Ancak tüm bunlara rağmen askerin siyaset yapması engellenememiş, askerî güç imparatorluğu bir oldubittiyle savaşa sokarak sonunu hızlandırmıştır. Bugün yaşananlar tarihin modern araçlarla bir tekerrürü olarak yaşanmaktadır.

27 Nisan 2007 tarihinde internet yoluyla verilen muhtırayla asker tam anlamıyla demokratik rejime müdahale etmiştir. Muhtırayı veren asker kişiler zor tehdidiyle TBMM'nin görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçunu işlemişlerdir. Bu suçun cezası ağırlaştırılmış müebbet hapistir. (TCK 311/1) Bu kişilerin eylemi ayrıca zor tehdidiyle anayasanın öngördüğü düzenin uygulanmasını önlemeye teşebbüs suçunu da oluşturmaktadır. Bu suçun cezası da aynıdır. (TCK 309) Ayrıca bu muhtıra cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda karar verme aşamasında olan Anayasa Mahkemesi'ni de etkileme amacını taşımaktaydı. Bunun sonucu muhtırayı verenler açısından yargı görevini yapanları hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs suçu oluşmuştu. (2-4 yıl hapis-TCK.277) Yine muhtırayı verenler "Ne mutlu Türk'üm diyene" demeyen herkesi düşman ilan ettiklerinden halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek suçunu işlemişlerdi. (1-3 yıl hapis-TCK.216/1) Söz konusu eylem planını hazırlayanlar da ellerindeki silah gücüne dayanarak anayasanın öngördüğü düzenin uygulanmasını önlemeye teşebbüs suçunu, yabancı devlet yetkililerini tahrik etme suçunu, yargı görevini yapanları hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs suçunu işlemişlerdir. Muhtırayı verenler ve bu eylem planlarını yapıp, uygulamaya sokanlar bu suçları işlemelerine rağmen neden yargılanamamaktadırlar? Çünkü asker kişiler bu suçları askerî mahalde işlemektedirler. Bu nedenle de sivil siyasî suçlar işlemelerine rağmen ancak askerî mahkemede yargılanabilmektedirler. Generaller sadece Genelkurmay Başkanlığı Askerî Mahkemesi'nde yargılanabildiklerinden suç işleyen genelkurmay başkanının kendisi hakkında sicil verdiği askerî savcıya soruşturma emri vermesi beklenemeyeceği gibi askerî savcının da kendiliğinden soruşturmaya başlaması beklenemez. Bunun için Anayasa'nın 145. maddesinin kaldırılması gerekmektedir. Bu madde askerî mahkemelerin görev alanını, kuruluş ve işleyiş esaslarını düzenlemektedir. Bu maddede askerî mahkemelerin, asker kişilerin askerî olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerî mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmaları öngörülmüştür. (1961 Anayasası'nın 138. maddesindeki düzenlemenin aynı) Bu görev tanımı aynen 353 sayılı Askerî Ceza UsulKanunu'na alınmıştır. (md. 9) Bu geniş görev tanımı asker kişilerin sivil yargıda yargılanmalarını engellemektedir. Şemdinli davasına ilişkin Yargıtay'ın bozma gerekçesi bunu doğrulamaktadır. Bu anayasa maddesinin kaldırılması ve 353 sayılı kanunun yeniden sadece askerî disiplini ilgilendiren suçları kapsayacak şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. Ancak bu değişiklik yapıldığı takdirde bu suçları işleyen asker kişiler sivil yargıda yargılanabileceklerdir. Yine bu değişiklik yapıldığı takdirde askerî disiplinin sağlanmasına yönelik askerî suçları dışında asker kişiler sivil suçları bakımından tabii hakimleri olan sivil hakimler önünde yargılanacaklardır. Böylece askerler açısından da adil yargılanma hakkı sağlanmış olacaktır. Ayrıca 353 sayılı Askerî Usul Kanunu'nun 12. maddesi uyarınca asker kişi askerî suç haline getirilmiş sivil siyasî suçu bir sivil ile birlikte işlerse sivil kişi de askerî mahkemede yargılanmaktadır. Bu durumun önlenmesi için Askerî Ceza Kanunu'nun 54, 57 ve 58. maddelerinin kaldırılması gerekmektedir. Bunun dışında Anayasa'nın Askerî Yargıtay'ı düzenleyen 156. maddesi, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi'ni düzenleyen 157. maddesi, Milli Güvenlik Kurulu'nu düzenleyen 118. maddesi kaldırılmalıdır. 117. madde değiştirilerek genelkurmay başkanı, milli savunma bakanına bağlanmalıdır. 125. madde değiştirilerek Yüksek Askerî Şûra kararları yargı denetimine alınmalıdır.

TSK kendi kendini yıpratıyor...

Her askerî darbenin, muhtıranın ve siyasî açıklamanın gerekçesi olan İç Hizmet Kanunu'nun 2. ve 35. maddeleri değiştirilmelidir. 211 sayılı İç Hizmet Kanunu'nun 2. maddesindeki "Askerlik Türk vatanını, istiklal ve cumhuriyetini korumak için harp sanatını öğretmek ve yapmak mükellefiyetidir." düzenlemesi şöyle olmalıdır: "Askerlik ulusal sınırları dış tehdit ve tehlikelere karşı korumak için harp sanatını öğretmek ve yapmak yükümlülüğüdür." Aynı kanunun 35. maddesindeki "Silahlı Kuvvetler'in vazifesi Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak ve kollamaktır." düzenlemesi şöyle olmalıdır: "Silahlı Kuvvetler'in vazifesi ulusal sınırları dış tehdit ve tehlikelere karşı korumaktır." Yine asker kişilerin siyasî demeç vermelerini, siyasî telkinde bulunmalarını, siyasî yazı yazmalarını ve siyasî nutuk vermelerini cezalandıran (1 ay-5 yıl hapis) Askerî Ceza Kanunu'nun 148. maddesine aşağıdaki fıkra eklenmelidir: "Bu suçların işlenmesi sonucu olarak askerî hizmetler ya da ülkenin siyasî, toplumsal ve ekonomik düzeni zarar görmüş olursa ceza 10 yıldan az olmamak üzere hapistir."

Türkiye'de rejim demokrasiye, devlet hukuk devletine evrilememektedir. TSK'yı kurum olarak kimse yıpratmamakta ve yıpratma kastıyla da hareket etmemektedir. Aksine TSK'nın üst bürokrasisi siyasetin, hukukun ve toplumun yaşama biçiminin düzenleyicisi olmak istediği için TSK kurum olarak yıpranmakta, üst bürokrasinin bu tutumu hem TSK'yı hem de ülkeyi güçsüzleştirip, itibarsızlaştırmaktadır. Siyaset ve hukuk, askerin ne görev alanıdır ne de askerin meslekî formasyonu buna yeterlidir. Asker gerçek bir demokraside sivil otoritenin ve hukukun emrinde olup, halkın dış güvenliğini korumakla görevlidir. Bu nedenle askere halkın vergilerinden maaş ödenmekte ve birçok kamu görevlisine tanınmayan imtiyazlar tanınmaktadır. Demokrasiyi, siyaseti, hukuku ve toplumu düzenlemek askerin görevi değildir. Rejim gerçek bir demokrasiye, devlet hukuk devletine dönüşemezse bu çöküntünün altından TSK dahil tek bir kurum sağlam çıkamaz.

Zaman gazetesi

YAZIYA YORUM KAT