
Gazze'deki pazarların ‘dolu!’ olduğu halde bizim açlık çekmemizin nedeni budur
İsrail yardım yerine ticari malların girişine izin veriyor. Yiyecek olduğunu göstermek ve Filistinlilerden bunun bedelini almak istiyor.
Ahmad Abushawish’in al Jazeera’de yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
Geçen ay, İsrail hükümeti sosyal medyada Gazze'de kıtlık olmadığını iddia eden ücretli bir kampanya başlattı. Restoranlarda ve pazarlarda meyve ve sebzelerle dolu yiyecekleri gösteren bir video yayınladı. Videoda “Gazze'de kıtlık yok. Bunun aksini iddia edenler yalan söylüyor” deniyor.
Bugün Gazze'nin güneyinde rafları dolu marketler ve dükkânlar görebilirsiniz. Salatalık ve domates kasaları, un çuvalları, yumurta kartonları ve yağ şişeleri görebilirsiniz. Hatta pazarda bulunan malzemelerle pizza, içecek ve doğaçlama tatlılar sunan kafe ve restoranlar bile var.
Uzaktan bakıldığında, bu yerler neredeyse sıradan görünüyor, sanki normal hayatın parçalarını korumaya çalışıyorlarmış gibi. Ama gerçekte, bu yerler ulaşılamayacak kadar uzak. Fiyatları astronomik ve bunları karşılayabilecek durumda olanlar bile başka bir engelle karşı karşıya: nakit krizi.
Hala banka hesaplarında parası olan az sayıdaki kişi, nakit çekmek için yüzde 50 komisyon ödemek zorunda. Banknotlar genellikle o kadar yıpranmış ki, dükkânlar ve kafeler bunları kabul etmiyor. Böylece, sadece küçük, ayrıcalıklı bir azınlık hala bir kafe masasında oturup 9 dolarlık bir kahve içebilir veya 18 dolarlık küçük bir pizza yiyebilirken, geri kalanımız sadece izleyebiliyoruz.
Pazarda da durum benzer. Dolu tezgâhların önünden geçen çoğu insan, bir poşet domates veya bir tepsi yumurta almıyor. Sadece bakıyorlar, bazen sessizce oyalanıyorlar, bazen boş gözlerle hızla geçip gidiyorlar. Çoğunluk için bu mallar görünür ama ulaşılamaz, bolluklarıyla alaycı ve satın alınamaz olmalarıyla incitici.
Gazze'deki açlığın paradoksu budur: Bazı yerlerde yiyecek mevcuttur, ancak ulaşılamaz.
Ağustos başında, aylarca ortalarda görünmeyen peynir ve şekerin kısa bir süreliğine pazara geri döndüğünü hala hatırlıyorum. İsrail, yardım yerine ticari kamyonların Gazze'ye girmesine izin vermeye yeni başlamıştı.
Onları gördüğümde içimi kaplayan ani sevinç dalgasını tarif edemem. O kadar uzun süredir peynir görmemiştim ki, şekli bile bana garip gelmişti. Bir an için, aylardır hissetmeye cesaret edemediğim bir şey hissettim: heyecan.
O sabah, açlıktan başım dönerek uyanmıştım. Sadece üç ayda 10 kilodan fazla kaybetmiştim ve vücudum zayıflıktan sık sık titriyordu. Ama raflarda şeker ve peynir görmek kalbimin bir köşesini aydınlattı. Belki şimdi işler değişir diye düşündüm. Belki abluka hafifliyordu. Belki yeniden yaşamaya başlayabilirdik.
Ama fiyatı sorduğumda kalbim sıkıştı. Bu saçmalıktı. Bu kadar acımasız olmasaydı gülünç olurdu. Bir kilo şeker 70 dolar, bu da savaş öncesinde bazı ailelerin haftalık gelirinden fazlaydı. Bir ailenin kahvaltısını zar zor karşılayabilecek bir peynir 10 dolardı.
Hiçbir şey almadım. Birkaç gün sonra fiyatların düşeceği düşüncesiyle kendimi teselli ederek oradan ayrıldım. Ama düşmedi. Haftalar sonra un, yumurta ve yağ ortaya çıktı, ama yine açlığımızı alay eden fiyatlarla satılıyordu. Bir kilonun bir ailenin günlük ihtiyacını bile karşılamadığı un, 26 dolara düştüğü günler olsa da 45 dolara satılıyordu. Tek bir küçük yumurta 5 dolara mal olabiliyordu.
Ticari malların bu ani yeniden ortaya çıkışı rastgele değildir. Bunlar halkı beslemek için değil, küresel baskı ve talepler arasında filme alınacak ve fotoğraflanacak kadar ürünle piyasaları doldurmak için yapılmaktadır.
Gazze'ye girdikten sonra, mallar birkaç elden ve başından itibaren şişirilmiş fiyatlar belirleyen İsrailli tedarikçilerin aracı zincirinden, silahlı gruplara rüşvet veya “koruma ücreti” ödeyen tüccarlardan ve daha sonra satmak için malzeme stoklayan spekülatörlerden geçer. Gıda raflarına ulaştığında, değeri o kadar artmıştır ki, tüketilmek yerine sergilenmek üzere bir lüks ürün haline gelmiştir.
Bu anlar, malların dikkatle zamanlanmış “girişleri”, başlı başına birer silaha dönüşmüştür. İsrail, Filistinlilerin büyük çoğunluğunun şu anda işsiz olduğunu ve hayatta kalmak için tamamen yardıma bağımlı olduğunu bilmektedir. Onun zulmü sadece bombalar veya ablukada değil, aynı zamanda birkaç malın girişine izin vererek, sırf bizimle alay etmek, bize işkence etmek için ihtiyaçlarımızla oynama biçiminde de kendini göstermektedir.
Artık yiyecekler, kaybedilenlerin acı bir hatırası haline geldi. Markette bir salatalık görmek, artık ferahlatıcı bir salata hayal etmek değil, onu alamayacağınızı bilmenin acısını hissetmek anlamına geliyor. Şeker görmek, arkadaşlarla paylaşılan çayı düşünmek değil, yokluğunun acısını tatmak anlamına geliyor.
Anneler, ellerindeki şekelleri sayıyor ve bunların yiyecek almaya yetmeyeceğini biliyorlar. Babalar, raflar dolu olsa bile eve tek bir öğün bile getiremedikleri için utanç duyarak çocuklarının aç yüzlerinden gözlerini kaçırıyorlar.
Bu kasıtlı manipülasyon, pazara her gidişi bir aşağılama eylemine dönüştürüyor, hayatta kalmanın önümüzde sallandığını ama asla bize verilmediğini hatırlatıyor.
Gazze'nin yaşadığı durum, kuraklık, ekonomik çöküş veya doğal afetlerin neden olduğu gıda kıtlığı olan “kıtlık” olarak adlandırılmamalıdır. Bu, işgalin neden olduğu kasıtlı bir açlıktır. Abluka, bombardıman ve kışkırtılan kaos yoluyla uygulanan, yavaş ve hesaplı bir yoksunluktur.
İsrail, Entegre Gıda Güvenliği Aşaması Sınıflandırması açlık izleme kuruluşu nihayet Gazze'de kıtlık ilan etmeden kısa bir süre önce propaganda kampanyasını başlattı. O zamana kadar, en az 376 Filistinli, bunların neredeyse yarısı çocuk, açlıktan ölmüştü. O zamandan beri, açlıktan ölenlerin sayısı 400'ü aştı. İsrail, Gazze Şehri'ne yönelik saldırıları devam ederken, kuzey Gazze'ye yardımları kesmeyi planladığını resmi olarak açıkladı.
Bu arada dünya, kınamaktan başka hiçbir şey yapmadı. Acı gerçeği kabul etmektense, İsrail'in sağladığı Gazze pazarlarının görüntüleriyle kendini avutmayı tercih ediyor gibi görünüyor.
* Ahmad Abushawish, Gazze'de yaşayan bir yazar ve aktivisttir.











HABERE YORUM KAT