
Gazze Şehrindeyim, çantam hazır, ama evimi terk etmeyi reddediyorum
İsrail'in şehrime yönelik yıkıcı saldırısı, binlerce insanı, aslında var olmadığını bildiğimiz bir ‘güvenlik’ arayışına zorluyor ve bunun bedeli olarak evlerimizi sonsuza dek kaybetmek zorunda kalıyoruz.
Ahmed Ahmed’in +972mag’de yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
İsrail güvenlik kabinesinin Başbakan Binyamin Netanyahu'nun Gazze Şehri'nin kontrolünü ele geçirme planını onaylamasının üzerinden bir ay geçti. Savunma Bakanı Israel Katz bu operasyona daha sonra “Gideon'un Savaş Arabaları II” adını verdi.
İsrail'in henüz tamamen yerle bir etmediği şehir bölgelerinde yaşayan bizler, başlangıçta bu açıklamanın bizi korkutup kaçırmak için tasarlanmış bir başka psikolojik savaş örneği olduğunu umduk. Belki de İsrail, Gazze Şehrini zaten büyük ölçüde yıkıma uğrattığı için tekrar işgal etmeyecektir, diye düşündük. Belki de ABD Başkanı Donald Trump, Hamas'ın ateşkes ve rehine anlaşması için önemli tavizler verdiği yönündeki haberler üzerine müdahale edecektir.
İsrail güçleri, insanlara Gazze Şeridi'nin güneyindeki sözde “güvenli bölgelere” kaçmalarını emreden tahliye bildirimleri dağıtmaya başladığında bu umut da yok oldu. Kara harekâtı hemen ardından başladı — önce doğup büyüdüğüm Al-Sabra mahallesinde, ardından da birçok akrabamın ve arkadaşımın yaşadığı Zeytun mahallesinde. Bu sabah İsrail ordusu, şehirdeki sivil halka yönelik tehditlerini artırarak, kalanların hepsinin kaçmasını talep etti.
13 Ağustos'tan bu yana İsrail ordusu, şehrime yıkıcı hava saldırıları, topçu ateşi ve insansız hava aracı saldırıları düzenledi. Al-Sabra ve Zeytun en ağır darbeyi aldı. Bütün mahalleler yerle bir oldu. Binlerce kişi kaçtı. Binlerce kişi daha bombardıman ve sürekli insansız hava araçlarının uğultusu altında mahsur kaldı. Sokaklarda cesetler yatıyor, acil yardım ekipleri onlara ulaşamıyor.
Geceleri, İsrail ordusunun patlayıcı yüklü robotları sokaklarda dolaşarak her gün yaklaşık 300 konut birimini yıkıyor. Sabahın erken saatlerinde patlayan bombalar, etrafımdaki zemini sallıyor. Uyuyorsam, dehşet içinde uyanıyorum ve saatlerce başım zonkluyor.
İsrail'in “terörist yüksek binalar” olarak adlandırdığı çok katlı konut kulelerinin bombalanması, İsrail'in son etnik temizlik kampanyasına yeni ve korkunç bir boyut ekledi. Bu operasyonun ilk hedeflerinden biri, Gazze şehrinin batısında, geçici çadırlarla çevrili 12 katlı bir konut binası olan Mushtaha Kulesi idi. İsrail savaş uçakları, tahliye emrinden saatler sonra bu binayı vurdu ve Hamas'ın binayı askeri amaçlarla kullandığını kanıt olmadan iddia etti.

5 Eylül 2025'te İsrail hava saldırısı sonucu Gazze Şehri'nin batısındaki Mushtaha Kulesi'nden duman yükseliyor. (Ali Hassan/Flash90)
O günden bu yana, penceremden görebildiğim ve her gün önünden geçtiğim 15 katlı bir simge yapı olan Soussi Kulesi de dâhil olmak üzere birkaç yüksek bina daha yıkıldı. Sakinlerine evleri yıkılmadan önce eşyalarını toplamaları için sadece 20 dakika süre verildi.
Kule yıkıldığında dairemizi toz ve molozlar doldurdu. Ailem ve ben, sevdiğimiz mahallemizi ve birdenbire evsiz, yiyeceksiz ve geleceksiz kalmış onlarca aileyi yas tutarken öksürdük durduk.
Bunu yazarken, evimden sadece birkaç kilometre uzakta İsrail tanklarının ve buldozerlerinin gürültüsünü duyabiliyorum. Mahalledeki yüzlerce aile, önceki işgallerde bunu reddetmiş olanlar da dâhil olmak üzere, korkudan çoktan kaçmış durumda.
Bu soykırım sırasında öldürülen onlarca arkadaşımı, akrabamı ve komşumu düşündüğümde, önümüzdeki günlerde kaç kişiyi daha kaybedeceğimi, kimin yüzünü son kez göreceğimi ve kendimin bu sonuna kadar dayanıp dayanamayacağımı merak ediyorum. Komşularımın ayrılışını izliyorum, onları son kez gördüğümü bilerek. Belki yolda öldürülecekler. Belki de ben öleceğim.
Şans eseri, şimdiye kadar yaralanma ve ölümden kurtulmayı başardım. Kalıcı bir hayatta kalma durumuna uyum sağlamayı öğrendim: Hızlı hareket ediyorum, duvarlara yakın duruyorum ve quadcopterler tarafından fark edilmemek için ağaçların altında yürüyorum. Tehdit oluşturmadığımı göstermek için ellerimi her zaman boş tutuyorum, ancak İsrail'in birçok kurbanı için bu yeterli olmadı. Asla geldiğim yoldan geri dönmüyorum ve keskin nişancıların beni hedef almasını zorlaştırmak için genellikle zikzak şeklinde yürüyorum. Her an yere atlamaya hazır durumdayım.
En büyük korkum, bir füzenin bedenimi parçalara ayırıp tanınmaz hale getirmesi ya da yaralanıp kimse bana ulaşamadan bedenimin başıboş sokak hayvanlarına bırakılması. Bombalanan bir binanın önünden geçme korkusuyla evden çıkmaya çok korkuyorum. Hastaneye ulaşsam bile, beni kurtaracak işleyen bir sağlık sistemi kalmadığını biliyorum.

Gazze Şehrinden kaçan Filistinliler, 8 Eylül 2025'te Gazze'nin merkezine varıyor. (Ali Hassan/Flash90)
Tüm bunlara rağmen aileme gitmeyeceğimi söyledim. İsrail'in iddialarının aksine, gidebileceğimiz güvenli bir yer yok: Gazze Şehrini tamamen yok ettikten sonra, şu anda bizi yönlendirdiği “insani yardım bölgesi”ne doğru güneye ilerlemeye devam edecek.
Kırılmaz bir bağ
Al-Sabra ve Zeytun, Gazze Şehrinin en eski ve en yoğun nüfuslu mahallelerinden bazılarıdır — 1948'deki Nekbe'den çok önce ailelerin yaşadığı sıkı sıkıya bağlı topluluklardır. Birçok sakin, evlerini ve küçük işletmelerini ebeveynlerinden miras almıştır: köşe fırınları, marangoz atölyeleri, terziler ve turşu ve zeytin sıkma gibi geleneksel zanaatlar.
Savaştan önce, dar sokaklarında yürürken her zaman detaylar dikkatimi çekiyordu: birbirine o kadar yakın duran evler tek bir blok gibi görünüyordu; öğleden sonra kapı eşiklerinde oturup çay içen büyükbabalar, yoldan geçenlere dualar ve hayır duaları ediyorlardı; sokaklarda çocukların kahkahaları yankılanıyordu; mutfak pencerelerinden musakhan ve maklube kokusu geliyordu. Misafirperverlikleriyle tanınan buradaki insanlar, yabancıları genellikle sıcak bir şekilde karşılar, bazen sokakta kısa bir sohbetin ardından onları öğle yemeğine davet ederlerdi.
2023 yılının Kasım ayında, İsrail ilk kez mahallemizi işgal etmekle tehdit ettiğinde, ailem ayrılmayı reddetti. Gazze'deki diğer tüm ailelerin sorduğu soruyu kendimize sorduk: Nereye gideceğiz? Güvenli bir yer var mı?
Ancak tanklar evimize 100 metre kadar yaklaşıp etrafımızı gelişigüzel bombalamaya başladığında, acı bir karar alarak üç gruba ayrılıp Gazze şehrinde akrabalarımızın evlerine dağıldık. Böylece bazılarımız öldürülürse diğerleri hayatta kalabilir diye umduk. Babamla birlikte Gazze şehrinin doğusundaki Al-Sahaba'da, yaklaşık iki kilometre uzaklıktaki teyzemin evine gittik ve neredeyse bir ay orada kaldık.
Her gün birbirimize evimizi kontrol etmek için geri dönmememiz konusunda uyarıyorduk. Ancak, zorla yerinden edilmiş pek çok kişi gibi, biz de kendimizi geri dönmeye mecbur hissediyorduk ve İsrailli keskin nişancılar veya quadcopterler bizi geri dönmeye zorlamadan önce evimize olabildiğince yaklaşıyorduk.
Her yola çıktığımda, geri dönemeyebileceğimi biliyordum. Vurulabilir, öldürülebilir ya da sokakta kanlar içinde kalabilir ve kimse bana yardım edemezdi. Yine de gittim — sadece içeride geçici bir an, bir fincan kahve, tanıdık mobilyalara dokunmak ya da yatağıma uzanmak için.

Filistinliler, 1 Eylül 2025'te Gazze Şehri'nin kuzeyindeki Şeyh Rıdvan mahallesinde çadırlar ve enkazların arasında eşyalarını taşıyorlar. (Omar El-Qattaa)
Eve dönüş yolu keder dolu bir yol haline geldi, her ziyaretim hafızama yeni bir yara izi ekliyordu. Mahalleye kendine özgü karakterini veren yıkık binaların ve bir zamanlar ağaçlarla çevrili gölgeli sokakların artık enkazla birleştiğini gördüm. Komşularımın öldürüldüğü, kanlarının hala yerde görülebildiği sokaklarda bisiklet sürdüm. Çocukların kahkahaları, sinirleri yıpratan drone sesleri ve kulakları sağır eden top mermileriyle yerini almıştı. Bir zamanlar sıcaklık ve rahatlık kaynağı olan tanıdık yüzler, panikle solgunlaşmıştı.
Bir gün, mahallenin yakınlarında bisiklet sürerken, aniden arkamda bir quadcopter'in pervanelerinin sesini duydum. Birkaç saniye donakaldım. Yere yatmalı mıydım? Silahsız bir sivil olduğumu göstermek için ellerimi kaldırmalı mıydım? Hemen o bölgeden uzaklaşmaya karar verdim; ne kadar az tehdit oluşturursam oluşturayım, öldürülmeyeceğimin garantisi yoktu.
Sokakta tek başıma, drone'un mermileri yanımdan vızıldayarak geçerken, daha hızlı gitmek için kendimi zorlayarak pedal çevirdim. Bir daha asla bu riski almayacağımı kendime söyledim. Olaydan sonra hastalandım ve iki gün yatakta kaldım. Ama üçüncü günün sabahı geri döndüm. İsrail askerleri nihayet mahallemizi boşalttıktan sonra güvenli bir şekilde evimize dönebildiğimizde, boğulduktan sonra nefes almaya başlamış gibi hissettim.
Filistinliler için evlerimizle olan bağımız sadece duvarlar ve taşlardan ibaret değil, varlığımızın ta kendisidir. Büyükannem Şerife, 1948'deki Nekbe sırasında Jaffa'dan nasıl kaçmak zorunda kaldığını sık sık anlatırdı. Babası, ailenin birkaç gün içinde geri döneceğine inanarak evin anahtarını yanında taşımıştı. Ölmeden önce anahtarı ona verdi.
Bir daha geri dönmediler. Evleri sonsuza dek kaybolmuştu, ancak bu gerçeği kabullenemediler.
Bugün Gazze'de çoğumuz, büyükbabalarımızın yaşadıklarından daha da yıkıcı olan başka bir Nekbe yaşadığımızı hissediyoruz. Ancak 1948'den farklı olarak, Filistinliler bugün bize “geçici” olarak sunulan yerinden edilmenin neredeyse her zaman kalıcı hale geldiğini anlıyorlar. Bu yüzden çoğumuz, evlerimiz ateş altında olsa bile ayrılmayı reddediyoruz.

Gazze Şehrinden kaçan Filistinliler, 8 Eylül 2025'te Gazze'nin merkezine varıyor. (Ali Hassan/Flash90)
Kaşıklar, plastik bardak, boş tabak
Nisan 2024'te, İsrail'in Refah Geçidi'ni kapatmasından sadece birkaç hafta önce, babam, yetersiz beslenme ve gerekli ilaçlara erişememesi nedeniyle sağlığı bozulan annemle birlikte Mısır'a tahliye edilebildi. O zamandan beri, Gazze'den gelen haberleri 24 saat takip ediyor ve bizim için derin bir endişe duyuyor.
WhatsApp görüntülü görüşmelerimizde (bağlantı izin verdiği sürece) korkusunu gizlemeye çalışıyor, ancak özellikle Al-Sabra'da hava saldırıları olduğu haberlerinin ardından, hayatta olup olmadığımızı kontrol etmek için aradığı her seferinde sesindeki titremeyle bu korku açıkça belli oluyor. Geçen hafta sonu yaptığımız görüntülü görüşmede bana “Son iki haftada 7 kilo verdim” dedi.
Bizim gitmeyeceğimizi ısrarla söylüyordum, ama o her an kaçmaya hazır olmamızı istedi: koşabileceğimiz bol giysiler giymemizi, ayakkabılarımızı uyuduğumuz yerin hemen yanında tutmamızı ve bir kişinin uyanık kalıp diğerlerinin dinlenmesini sağladığını söyledi. Mümkün olduğunda çocuklarıma, yani yeğenlerime, yiyebileceklerinden daha fazla yemek yedirip içirmemizi söyledi, çünkü bu günlerce yedikleri son yemek olabilirmiş.
Kaçarsak, dedi, gruplara ayrılmalı, mesafemizi korumalı, hatta hayatta kalma şansımızı en üst düzeye çıkarmak için ayrı yollardan gitmeliyiz. Çocuklar önce koşmalı; aralarından yaralı olan varsa, yetişkinler onları taşıyabilir. Sadece gerekli olanları taşımalıyız ve ne olursa olsun koşmaya devam etmeliyiz.
Ama ikimiz de bu seferkinin farklı olduğunu biliyoruz. İsrail'in Gazze Şehrinde şu anda yürüttüğü operasyon, öncekilerden daha şiddetli ve yıkıcı görünüyor. Artık belirli bölgeleri bombalamakla kalmıyorlar, Refah, Cibaliya ve Beyt Hanun'da yaptıkları gibi hiçbir şeyi ayakta bırakmıyorlar.
Kız kardeşlerim ve ben, en gerekli eşyaları küçük çantalara koyduk. Yaz sonu olmasına rağmen, kışlık giysiler ve küçük battaniyeler de ekledik; gelecekte neye sahip olacağımızı bilmiyoruz. Kaşıklar, plastik bardak, boş tabak gibi kaybolduğunda paha biçilmez hale gelen eşyaları da çantalara koyduk. Kimliklerimizi, pasaportlarımızı ve öldürülürsek veya yaralanırsak diye kişisel bilgilerimizi ve telefon numaralarımızı yazdığımız küçük bir kâğıt parçası da çantalara koyduk.

Filistinliler, 1 Eylül 2025 tarihinde Gazze Şehri'nin kuzeyindeki Şeyh Rıdvan mahallesinde çadırlar ve enkazların arasında eşyalarını taşıyorlar. (Omar El-Qattaa)
Evimde, George Orwell'in “1984” ve “Hayvan Çiftliği” gibi beni şekillendiren kitaplarla dolu kütüphaneme, yıllar boyunca özenle seçtiğim giysilere, ders çalıştığım ve yazmaya devam ettiğim masama bakıyorum. Şiltelere, kapılara, yere göz gezdiriyorum. Sonra elimdeki küçük çantaya bakıyorum. Keşke tüm hayatımı, tüm evimi o çantaya sığdırabilseydim.
Yerinden edilme, sadece bir yerden başka bir yere taşınmak değildir. Vücudunuz bir yerde, ruhunuz başka bir yerde sıkışıp kalmış, ikiye bölünmüş gibi hissettiğiniz bir tür cehennem gibidir.
Güvenlik arayışıyla güneye tahliye edilen, ancak barınacak yer, uyuyacak yer ve İsrail'in saldırılarından korunacak bir yer bulamayan birçok kişi tanıyorum. Bu yüzden, öldürülme riski altında olsalar da kuzeydeki evlerine geri döndüler. Güneyde küçük bir yer kiralamayı başaranlar için fiyatlar hayal edilemeyecek kadar yüksek, bazen karşılayabileceklerinin yüzlerce katı.
İsrail hükümeti güneyde bir “güvenli bölge” ve “insani yardım” olduğunu iddia ediyor. Ancak bizi orada bekleyen tek şey daha fazla aşağılanma, yoksunluk ve yıkım. Tıpkı kuzeyde olduğu gibi, amaç bizim tamamen yok edilmemiz gibi görünüyor.
Büyükannem 1948'den ölümüne kadar evinin anahtarını sakladı. Benim saklayacak bir anahtarım yok, sadece bir çantam var. Ve merak ediyorum: Çocuklarım bu çantayı, onun o anahtarı taşıdığı gibi taşıyacaklar mı?
*Ahmed Ahmed, misilleme korkusuyla isminin gizli kalmasını isteyen Gazze Şehrinden bir gazetecinin takma adıdır.








HABERE YORUM KAT