1. HABERLER

  2. ÇEVİRİ

  3. Gazze halkı uyum sağlamıyor… Bizler yeniden şekillendiriliyoruz
Gazze halkı uyum sağlamıyor… Bizler yeniden şekillendiriliyoruz

Gazze halkı uyum sağlamıyor… Bizler yeniden şekillendiriliyoruz

Bir soykırımda, özgürlük talep etmekten uzaklaştırılıp, hayatta kalmak gibi daha acil taleplere yönlendiriliyoruz.

03 Eylül 2025 Çarşamba 21:06A+A-

Hassan Abo Qamar’ın We Are Not Numbers’da yayınlanan yazısını Barış HoyrazHaksöz Haber için tercüme etti.


Bir keresinde, psikolojik uyum ve acının normalleşmesi ile ilgili tartışmalarda sıklıkla bahsedilen, haksız yere hapsedilen bir adamın hikâyesini duymuştum. Başlangıçta adam öfkeliydi ve her gün özgürlüğünü talep ediyordu. Ancak garip bir şekilde, zamanla hapishane ilk başta olduğu kadar zor gelmemeye başladı. Hücresinde yatak, küçük bir televizyon, kitap rafları ve hatta halı kaplı bir zemin vardı. Tüm bunlar hapishaneyi biraz daha katlanılabilir hale getiriyordu.

“Her şey geçici” diye kendine telkin ediyor, serbest bırakılmayı bekliyordu.

Günler geçti. Okumaya, televizyon izlemeye, kitaplarını düzenlemeye başladı; bir rutin buldu. Sonra bir gün gardiyanlar televizyonu aldı. Adam kendini boşlukta hissetti. Özgürlüğünü düşünmeyi bıraktı, haksız yere hapsedildiğini bile unuttu. Bunun yerine televizyonun geri verilmesini talep etmeye başladı.

“Sorun değil, alışırım” diye fısıldadı. Zaman geçti ve sonunda alıştı.

Ama sonra döşeği aldılar. Adam öfkelendi. Ancak artık televizyonu ve haksız yere hapiste olduğunu hatırlamıyordu. Bir kez daha kendini ikna etti: “Sorun değil, alışırım.”

Kısa süre sonra yatağı aldılar. Sonra kitapları. Sessizlik ve karanlık içinde kaldı. Yine de “Sorun değil, alışırım” diye tekrar etmeye devam etti.

Günler, aylar, yıllar geçti... Ta ki yatağı geri verene kadar. Adam minnetle gülümsedi.

Sonra televizyonu da geri verdiler. “Böylece bizim kötü insanlar olduğumuzu düşünmez,” diye güldüler gardiyanlar. Adam sevinçten havalara uçtu.

Bir zamanlar yatağı, televizyonu ve kitapları olduğunu unutmuştu. Hatta bir zamanlar özgürlüğü olduğunu bile unutmuştu.

Gazzeliler de benzer bir hikâye yaşıyor, ama bir farkla…

600 günden fazla süren soykırımın ardından Gazzelilerin talepleri azaldı, çünkü acıya alıştıkları için değil, bu dünyanın gerçeğini anladıkları için.

Hikâyedeki tutsak adam acıya alıştığı için haklarını unutmuş olsa da, Gazzeliler tamamen unutmuş değiller. Ancak bu küresel ormanın kanunlarını sadece zayıflara uyguladığını, - herkese değil -, anlıyoruz. Soykırım devam ettikçe, her gün hayatta kalmaya odaklandığımız için bir zamanlar sahip olduğumuz sevinçleri ve hayalleri hatırlamak gittikçe zorlaşıyor.

Savaştan önce Gazze halkı ablukanın sona ermesini talep ediyordu. Savaş sırasında ise halkının yok edilmesinin sona ermesini talep etmeye başladılar. Ve şimdi talepler daha da azaldı; birkaç kamyonluk gıda yardımı, ekmek, su, yakıt ve sınırın açılması talebine indirgendi.

İnsanlar artık acı dolu günleri, biraz daha az acı dolu günlerle karşılaştırıyor. Hatta savaşın ilk günlerini özlüyorlar — çünkü en azından o zamanlar yiyecek vardı. Seyahat etmek hala mümkündü. Dünyanın dört bir yanında, katliamın durdurulması için pankartlar taşıyan insanlar protesto gösterileri yapıyordu.

Şimdi ise yavaş yavaş işkence görüyoruz. İnsanlar yaşamadan yaşamaya zorlanıyor. Her türlü acıyı normalleştirmek, hayallerimizin geri kalanını da vazgeçmek için şartlandırılıyoruz.

2025 yılının Haziran ortasında, Gazze'de internet erişimi kesildi. Arkadaşım Ahmed Abushawish ve ben, eSIM kartlarını etkinleştirebileceğimiz bir yer bulmak için uzun ve yorucu bir yolculuğa çıktık. Denize gittik, sonra İsrail sınırına yaklaştık, bazen bulabildiğimiz en yüksek noktaya tırmandık — sadece birazcık bağlantı için.

Sessiz bir yorgunluk anında, Ahmed bana dönüp şöyle dedi: “Zor olan ölüm değil... Hayatın eskiden nasıl olduğunu unutmak.”

Sosyal medyayı kaydırarak, gönderiler ve hikâyelerle hafızamı canlandırmaya çalışıyorum. Sabah koşusuna çıkan birini görüyorum ve güneşin doğuşunda sahilde koşmayı ne kadar sevdiğimi hatırlıyorum. Bir grup gencin gönüllü etkinlik düzenlediğini görüyorum ve bir zamanlar toplum çalışmalarına ne kadar tutkulu olduğumu hatırlıyorum. Birinin sabah kahvesinin tadını çıkarmasını görmek bana garip geliyor, çünkü hava saldırılarının sesiyle uyanmaya alıştım. Ve kendime şu soruyu sormaya başlıyorum:

Gazze'nin dışında gökyüzü gerçekten sessiz mi?

Ölümün tadını gerçekten bilmiyorlar mı?

Her şeyi kaybetmenin nasıl bir şey olduğunu biliyorlar mı?

Ahmed'in sözlerini düşündüğümde, neşenin anlamının ne kadar değiştiğini fark ediyorum. Savaştan önce neşe, bir şeyleri başarmak anlamına geliyordu. Arkadaşlarla geç saatlere kadar dışarıda kalmak, gece yarısını geçene kadar gülmek anlamına geliyordu. Şimdi ise... Hayatta kalmanın sınırına itildik, en temel insan hakları bile lüks gibi geliyor.

Bir somun ekmek bizi minnettar yapıyor.

Dron sesleri olmadan birkaç saatlik sakin bir gökyüzü mucize gibi geliyor.

Şekersiz bile olsa basit bir fincan çay rahatlık veriyor.

Ateşkes müzakerelerinde küçük bir ilerleme kutlama sebebi oluyor.

Yavaş yavaş, dolu dolu bir hayatın nasıl bir şey olduğunu unutuyoruz.

Zihninizi berraklaştırıp tüm güne enerji veren sabah kahvesinin kokusunu unutuyoruz.

Cuma öğleden sonrasının sakinliğini unutuyoruz.

Denizin sesini unutuyoruz — savaş uçaklarının gürültüsüyle boğulmadan kalbe ulaşan sesi.

Sevdiğiniz şeyi ve kim olduğunuzu unutmak — asıl trajedi budur. Açlık değil, korku değil, yıkım değil — unutmak.

Bu psikolojik değişim kasıtlıdır

Gazze halkı, başka seçeneği olmayan hayatta kalanlara dönüştürülüyor. Adalet duyguları çarpıtılıyor. Acıları yavaş yavaş normalleşiyor. Mutluluğun hatırası bile siliniyor.

Bütün bir halk bu kadar derin bir yoksunluğa itildiğinde, sadece kaynaklarını kaybetmez, hafızasını da kaybetmeye başlar. Hafif bir acı azalmasını adaletle eşitlemeye başlarlar. Bir yatak merhamet olur. Geçici bir ateşkes barış olur. Hayatta kalmak bile bir başarı haline gelir.

Bütün bir halk neşe nedir, özgürlük ne demek, hayatta kalmanın ötesinde hayaller kurmak ne demek olduğunu unuttuğunda, onları sonsuza kadar kafeste tutmak daha kolay hale geliyor — hayallerinin peşinden koşmak yerine günün kırıntılarının peşinden koşuyorlar.

Gazze'deki bir nesil çocuk, normallik ve barış nedir bilmeden büyüyor. Zihinleri ve gelecekleri uyum sağlamıyor; travma, kronik korku ve kayıplar tarafından yeniden şekillendiriliyor. Bu uyum değil, kimliğin yeniden yazılmasıdır.

 

*Hassan Abo Qamar, Gazze'den Filistinli bir yazar, programcı ve girişimcidir. Geleneksel siyasi anlatılardan farklı olarak Gazze'deki insani durumu belgelemeye odaklanmaktadır. The Electronic Intifada, Al Jazeera ve We Are Not Numbers için yazılar yazarak, işgal altındaki yaşamı belgelemeye odaklanarak kurbanların sesini duyurmayı ve insani detaylara ışık tutmayı amaçlamaktadır.

Yazmanın yanı sıra Hassan, iş ve teknolojiye de derin bir tutku duymaktadır. WorkNet organizasyonunda ileri düzey web geliştirme konusunda uzmanlaşarak eğitimler alarak uzmanlığını genişletmeye devam etmektedir. Hassan, karşılaştığı zorluklara rağmen programlama ve girişimcilik alanındaki çalışmalarına devam ederken, endüstri mühendisliği okumayı da hedeflemektedir.

HABERE YORUM KAT