1. YAZARLAR

  2. M. HASİP YOKUŞ

  3. Gazze: Direniş ve kimlik
M. HASİP YOKUŞ

M. HASİP YOKUŞ

Yazarın Tüm Yazıları >

Gazze: Direniş ve kimlik

24 Eylül 2025 Çarşamba 18:33A+A-

İnsanlığın gözü önünde Gazze’de bir toplum topyekûn bir soykırıma maruz bırakılıyor. Tarihin farklı dönemlerinde zalim yöneticilerin hüküm sürdüğü zamanlar oldu; ancak vahşet ve katliam hiçbir dönemde bugün Gazze’de yaşandığı gibi sistematik, aleni ve organize bir boyuta ulaşmamıştı. Bu tablo hiç şüphesiz ki Batı’nın Siyonist katliam şebekesine verdiği sınırsız ve koşulsuz destekten kaynaklanmaktadır. Batı denildiğinde ise, Soğuk Savaş’ın ardından dünya siyasetinde azgın bir güce dönüşen ve Trump döneminde bu haydutluğu daha da belirginleşen Amerika Birleşik Devletleri’ni ilk sıraya yazmak gerekiyor.

Bugünlerde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantıları yapılıyor. Gündemin en sıcak ve trajik konusu ise Gazze’de yaşanan vahşet ve soykırım. Ne var ki bu toplantılarda Filistin’i temsilen hiçbir yetkili katılamadı. Dahası, İsrail’in suç ortağı olarak Amerika Birleşik Devletleri’nin aynı toplantıya ev sahipliği yapıyor oluşu, Birinci Dünya Savaşı’nın galip devletleri eliyle şekillenen küresel sistemin kurumsal yapısını ve değerler sistemini fark etmek açısından son derece ufuk açıcıdır.

Batı’nın değerler sistemi, yüzyıllar boyunca “ilerleme” ambalajına sarılarak insanlığın evrensel kazanımları gibi sunuldu. Ulus-devlet modeli, kapitalist ekonomi, demokrasi, hak ve özgürlükler ya da çoğulculuk… Tüm bu kavramlar, sadece Batı çıkarlarını ve tahakkümünü pekiştiren araçlar olarak işlev gördü. Aynı değerler, İslam coğrafyası söz konusu olduğunda ise kimi zaman bir sopa olarak kullanıldı, kimi zaman da işgal ve müdahalelerin meşrulaştırıcı gerekçesine dönüştü.

Batı’nın kendi çıkarlarını korumak için kurumsal mekanizmalarını ve değerler sistemini savunması anlaşılırdır. Ancak Batı dışı toplumların aynı mekanizmaları ve değerleri sahiplenmesi, kendi ölüm fermanlarını imzalamakla eşdeğerdir. Zira kurtuluşu Batı’da arayan toplumların geçen süre boyunca kat ettiği mesafe, kendi esaretlerini pekiştirmekten öte bir sonuç doğurmamıştır.

Bahsettiğim tablonun en tipik örneği, sınırları Batı tarafından masa başında çizilen, uyduruk kurtuluş hikâyeleri ve sahiciliği olmayan ulusal sınırlarla kuşatılmış bizim gibi toplumlardır. Bu hayranlık ve teslimiyet yalnızca seküler kesimle sınırlı değildir; solcu, sağcı, muhafazakâr ve dindar kesimlerin çoğunda Batı’ya yönelik öykünmeci bir ruh hali, derin bir hayranlık ve zillet düzeyine varan eziklik psikolojisi mevcuttur.

Gazze olayında her gün, sözünü ettiğim bu çarpık bilincin ibretlik örnekleriyle karşılaşıyoruz. Unutulmamalıdır ki, bugün Batı’da önemli bir Müslüman nüfus yaşıyor. Dolayısıyla Batı’da düzenlenen Filistin yanlısı eylemlerde bu Müslümanlar ciddi bir rol oynuyor. Ancak son dönemde, özellikle Batı’daki vicdan sahibi insanların da desteklediği bu gösterilerin abartılarak servis edilmesi; Müslümanların bu eylemler üzerinden aşağılanması ve gösterilere aşırı anlamlar yüklenmesi, işte sözünü ettiğim bu aşağılık kompleksinin bir yansımasıdır.

Batı’da insanlar, Hamas’ın destansı direnişinden etkilenerek İslam’a daha fazla ilgi duyuyorken; bizde tam tersine, “Müslümanlardan adam olmaz” anlayışıyla Müslümanlar itibarsızlaştırılıyor.

İslamcı kimliğiyle bilinen bazı insanlar işi daha da ileri götürerek: “7 Ekim, Batı insanının Filistin konusunda bizden daha duyarlı olduğunu gösterdi. Bizim de artık insanlık ortak değerleri üzerinden yeni bir dil geliştirmemiz lazım. Bu dil dinler üstü bir dil olmalı.”

Batı karşısında sergilenen bu zaaflı ruh hali yeni bir şey de değil. Batı’ya bakıp iç geçiren ve “Gerçek İslam’ı bunlar yaşıyor” Diyenler maalesef hiç eksik olmadı.

Bu bitik ruh hali, hiç şüphe yok ki; kişilerin kendi değerlerine, tarihsel ve kültürel dayanaklarına tutunamamasının en somut tezahürüdür.

Gazze’de yaşananlar, Batı’nın “insani değerler” söyleminin ne denli sahte olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Batı’nın ikiyüzlü tutumu, yalnızca siyasî ve ekonomik çıkarlarla sınırlı değil; insanlığın vicdanına dair algıları da manipülatif ve ikiyüzlü.

İsrail, Gazze’de işlediği vahşet ve katliamlara ek olarak, bu süreçte yedi farklı ülkeye daha saldırdı. Bu saldırganlığı destekleyen, teşvik eden ve meşrulaştıran bir zihniyetin bize insan hakları veya vicdan dersi vermesi tam bir ironidir.

Batı’nın demokrasi ve özgürlük anlayışının bizimkinden oldukça farklı bir prizmadan süzülerek şekillendiğini görmek gerekir. Dikkatli bir bakış, bu prizmadan yansıyan değerlerin sandığımız kadar masum olmadığını, objektif kriterlerle veya insani/vicdani hasletlerle şekillenmediğini net bir şekilde görüyor.

Hatırlayınız Batı, 1970’li yıllardan itibaren siyasî ve ideolojik gerekçelerle sığınanlara “siyasi mülteci” şemsiyesi altında bir koruma kalkanı oluşturdu. Bu koruma kalkanı, insan hakları, ifade ve yaşam özgürlüğü, demokrasi gibi kavramlara dayandırılarak Batı’ya ahlaki bir üstünlük sağlıyordu.

1990’lı yıllardan itibaren ise sağ, sol ve faşizm gibi mega ideolojiler sahneden çekilirken; kadın, cinsiyet, çevre gibi konular etrafında şekillenen yeni toplumsal hareketler (YTH) öne çıktı. Bu dönüşüm çağında Batı, öteki dünyaya artık bu değerleri dayatmaya başladı.

Bugün coğrafyamızdaki ümmetin ortak değerlerine karşı geliştirilen ve bu değerleri çözmeye hizmet eden tüm ayrılıkçı ve zararlı unsurlar —LGBT hareketlerinden ırkçı, etnik ve mezhepsel projelere kadar— Batı dünyası tarafından himaye edilmekte, desteklenmekte ve projelendirilmektedir. Hiç şüphesiz ki bu destek ve himaye, iddia edildiği gibi insanlık vicdanının bir gereği veya yansıması değildir.

Karşıtına sığınarak ancak var olabilen, zelil ve bitik insanların bırakın Gazze’ye, hiç kimseye bir yararı olamaz. Batı karşısında alacağımız tavır, yalnızca insanlığın vicdanına değil; kendi kimliğimize ve onurumuza sahip çıkmanın da bir gereğidir.

YAZIYA YORUM KAT

3 Yorum