1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Filistin soykırımı ve Batı’nın lekeli sicilinde Almanya'nın rolü
Filistin soykırımı ve Batı’nın lekeli sicilinde Almanya'nın rolü

Filistin soykırımı ve Batı’nın lekeli sicilinde Almanya'nın rolü

Mustafa Yetim, Almanya’nın Filistin’deki soykırıma yönelik siyonist İsrail’e verdiği desteği, tarihteki soykırımları ve ABD’nin Netanyahu’ya yönelik tükenen kredisini analiz ediyor.

22 Mayıs 2025 Perşembe 18:30A+A-

Mustafa Yetim/Fokusplus

21. Yüzyıla Taşan Filistin Soykırımı: Batı’nın Lekeli Sicilinde Alman Trajedisi


II. Dünya Savaşı sürecinde kendi kıtasında yoğun soykırım ve katliam sürecine şahit olan Batılı ülkeler, çeşitli mahkemeler, uluslararası oluşumlar ve anlaşmalar ile bu tür insani vahşetlerin yeniden yaşanmaması yönünde eylem ve söylem benimsemişti. Ne var ki Batı temelli gelişen uluslararası sistem, dünyanın farklı yerlerinde cereyan eden insanlık dışı süreçleri engelleyemediği gibi yine Avrupa kıtasındaki Soğuk Savaş sonrasının en acı soykırımlarından olan Srebrenitsa Soykırımı’nı da Avrupalı ülkeler büyük oranda izlemekle kalmıştı.  

20.yy’ın en büyük katliamlarından olan bu soykırım ile Ruanda soykırımı sonrasında söz konusu katliamcıları yargılama ve uluslararası vicdanı sağlama amacıyla çeşitli uluslararası mahkemeler kurulmuş; nihayetinde Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) böyle bir gereklilik etrafında şekillenmiştir.  

Bahsi geçen 20.yy. soykırımlarının failleri bir şekilde uluslararası mahkemeler önünde hesap vermiş ve yaşanan dramlara, acılara çare olmasa da devletler de bu olaylar konusundaki sorumluluklarından kaçamamışlardır. ‘Bir daha asla’ söylemiyle her seferinde tekrarının önlenmeye çalışıldığı; insani güvenlik, koruma sorumluluğu gibi temel Birleşmiş Milletler (BM) ilkelerine rağmen engellenemeyen; soykırım, etnik temizlik ve yerinden etmeye dair gelişmelerin tek istisnası, 20. yüzyıldan 21. yüzyıla uzanan ve radikalliğin zirvesinde katliamlarla devam eden İsrail’in Filistin soykırımı sürecidir. 

Normatif açıdan hiçbir şekilde kabul edilemeyecek, ancak uluslararası sistemin yaşadığı akıl tutulmasına işaret eden gelişmeler sonucu, Deir Yasin Katliamı (1948) gibi olaylar temelinde kurulan İsrail devleti ve bağlı gruplar, Filistinlilere yönelik 100 yılı aşkın süredir süren terör ve işgalci soykırım faaliyetlerini şiddetini artırarak sürdürürken, bahsedilen ülkeler veya figürlerin aksine hiçbir uluslararası yaptırım veya hukuki engelle karşılaşmamaktadır. 

Bu çerçevede 20.yy. soykırım ve katliam süreçlerine seyirci kalan ve engelleme konusunda oldukça cılız tepkiler sergileyen çoğu Batılı ülkenin benzer tavırlarını, bu defa dolaylı ve doğrudan destek verdiği İsrail yönetimi ile sürdürmesi ise Batı’nın soykırım tarihindeki tartışmalı ve ‘lekeli’ konumunu aşikâr kılmaktadır.  

İsrail’in kendisini bölgede ‘Batı medeniyetinin öncüsü’ ve ‘barbarlara karşı koruyucusu’ olarak tanımlaması, kendisine yönelik en sınırlı eylem ve söylemleri ‘anti-semitizm’ sopası ile susturmaya çalışması, Batı’nın bazı önemli fakat cılız sesler çıkmasına rağmen bütüncül olarak bu sürece bir taraftan destek vermesine yol açmıştır.  

Büyük oranda seküler anlamda Batı aydınlanması ve dini anlamda Evanjelik Siyonizm motivasyonları aracılığıyla Batılı ülkelerle ideolojik-söylemsel bağ kurmaya çalışan Benyamin Netanyahu öncülüğündeki radikal İsrail hükümetinin, bu minvalde katliam-soykırım sürecine yeni bir söylemsel boyut eklediği ve Batı ile İsrail etkileşiminde bu boyutun da ön plana çıktığı belirtilebilir. 

İlginç şekilde Avrupa ve genel itibarıyla Batı’da gelişen aşırı sağ akımların İslamofobi ve Müslüman karşıtlığı konusunda söylemsel birlik kurduğu; Avrupa’daki aşırı sağ bazı alternatif iktidar çevrelerinin İsrail katliam sürecine destek verdiği anlaşılmaktadır.  

Dolayısıyla her ne kadar İspanya, Portekiz, Norveç, İrlanda ve Belçika gibi ülkeler İsrail’e karşı başından itibaren eleştirel tavırlarını sürdürse de ABD ve Avrupa Birliği, bu soykırımı durdurabilecek en merkezi aktörler olmasına rağmen süreci izlemek ve çeşitli sembolik söylemler ile geçiştirmekle meşgul olmuşlardır.  

Bu durum 20.yy.’da başlayan ve 21.yy.’a taşan tek soykırım ve katliam süreci olan Filistinlilere yönelik sistemli ve planlı yok etme girişiminin Gazze’de insanlık dışı şekilde 2 yıldır sürmesinde de en temel faktör olarak karşımıza çıkmıştır.  

Uluslararası hukukta yer aldığı şekli ile söz konusu illegal ve insanlık dışı fiiilerin temel faili İsrail tarafından uygulanan devlet terörizmi olmakla birlikte dolaylı sorumlulukta evrensel hukukun önemli bir parçasıdır ve çeşitli olaylarda farklı devletlere uygulandığı şekli ile bu süreçte aktif şekilde yer alan Batılı aktörler söz konusudur.  

Bahsi geçen üç söylem üzerinden Batı ile ideolojik bağını sürdüren ve materyal anlamda Batı ve ABD desteği nedeni ile hiçbir zaman güçlü ve etkili sarsıntı yaşamayan İsrail’in, son olarak Gazze’de cereyan eden soykırım ve etnik temizlik sürecinde Batı’nın normatif ve materyal sorumluluğu bir hayli ağır tarihsel, hukuksal ve vicdani yük olarak yerini almıştır. Özellikle çatışmaların ilk yılında İsrail tarafına verilen koşulsuz destek, sayısız ziyaretler ve İsrail siyasetine hem ABD’nin hem de Avrupa’nın merkez ülkelerinin teslim olması bu süreci bu noktaya taşıyan önemli kilometre taşlarıdır. 

Almanya’nın İsrail’e desteği 

Batı’nın II. Dünya Savaşı ve sonrasında yaşanan pek çok vahşet dolu tarihsel tecrübeye rağmen kendisini yeniden soykırım ve etnik temizlik sicili ile yüz yüze bulmasının en vahim hikâyelerinden birini ise Almanya oluşturmaktadır.  

İsrail’in Gazze’yi artık yerle bir etmesi, binlerce çocuğun -BM uyarılarında görüldüğü üzere-her gün dehşet verici ölümle karşılaşması, Gazze’deki insanların ‘canlı’ olarak görülmeden ‘yok edilmesinden’ hükümet unsurlarınca ‘keyifle’ karşılanması ve dahası toplama kampları söylemlerini dillendirilmesinin ötesinde Netanyahu’nun tarumar edilmiş Gazze’de yeni işgal planını açıklaması artık Batı’nın soykırım ve katliam sicilinde ‘kırmızı çizgi’ noktasına gelindiğine işaret etmektedir.  

Bu minvalde Gazze’de yaşanılanların ‘ne anlama geldiği’ ve İsrail soykırımının soğuk gerçekliği noktalarında ‘ikna olmuş’ gözüken Fransa, İngiltere ve Kanada gibi ülkeler İsrail’i derhal askeri operasyonları durdurmaya, insani yardıma izin vermeye ve nefret dilini terk etmeye çağırmış ve aksi takdirde çeşitli yaptırımları hayata geçireceklerini ifade etmiştir.  

Bu durum artık transatlantik ittifakta sesin daha kısık çıktığı İsrail karşıtı söylem ve eylemlerin farklı noktaya taşındığı, ABD Başkanı Donald Trump’ın da henüz aşikâr olmasa da İsrail’deki Netanyahu kabinesinden rahatsız olduğunu düşündüğümüzde İsrail’e yönelik sonsuz ve şartsız ‘soykırım-katliam’ kredisinin tükendiğine işaret etmektedir.  

Diğer taraftan Batı’nın çoğunluk olarak bu sicildeki lekeli tarihinde ve hukuksal iki yüzlülüğünde Almanya’nın oldukça ‘özel’ bir yeri söz konusudur. 

Bizatihi geçmiş dönem soykırım uygulamalarının faili olarak uluslararası siyasette varlığını sürdüren Almanya’nın normal şartlarda bu gibi konularda en hassas ve en etkili aktör olması beklenirken tarihin acımasız tekrarından kendisini alamamış; diğer Batılı ülkelerin aksine İsrail’e karşı sessiz kalma ve dahası bazı yumuşak eleştirilere rağmen son kertede Tel Aviv yönetiminin soykırım uygulamalarını desteklemede çekingen davranmamıştır.  

Örneğin siyahi ayrımcılığı yaşayan Güney Afrika, uluslararası ortamda bu tür ayrımcılıklarda hassas ve etkili olurken Almanya gibi soykırım tarihinin sorumluluğunu en ağır şekilde tecrübe etmiş bir ülke, günün sonunda ‘anti-semitizm’ lobisine o denli teslim ki, tarihinde yeniden bir soykırım ve katliam sürecine dolaylı da olsa bariz destek veren ülkeler arasında yer alıyor. Bu durum genel olarak Batı, özel olarak Almanya’nın soykırım tarihinden ve radikal oluşumlara destek vermenin olası yansımalarından yeterince ders çıkarmadığını doğrulamakta; maalesef Gazze’de beliren insanlık dışı gelişmelerin gün geçtikçe ağırlaşmasına yol açmaktadır.  

HABERE YORUM KAT