1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Erdoğan’ın Diyarbakır ziyareti
Erdoğan’ın Diyarbakır ziyareti

Erdoğan’ın Diyarbakır ziyareti

Prof. Dr. Mazhar Bağlı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Diyarbakır ziyaretini değerlendirdiği yazısında, “Erdoğan'ın Diyarbakır ziyaretini, ahdin yenilenmesi ve kardeşliği zedeleyen söylemin sonlandırılması çerçevelerinde okumak gerekir.” diyor.

25 Temmuz 2021 Pazar 17:57A+A-

Prof. Dr. Mazhar Bağlı’nın Star Açık Görüş Eki’nde yayımlanan yazısını (24 Temmuz 2021) aşağıda ilginize sunuyoruz:

SİYASET YOLUNDA DİYARBAKIR

Türkiye'de siyaset ile iştigal eden her siyasi aktörün yolu, Diyarbakır'dan geçmek zorundadır. Zira Diyarbakır diğer illerden farklıdır. Ve bundan dolayı da siyasilerin Diyarbakır ziyareti, hiçbir zaman ülkenin diğer 80 ilinin ziyareti gibi olmaz. Hiçkimse bir liderin söz gelimi Eskişehir ziyaretindeki halka hitabında ülkenin geleceğini belirleyen bir politikanın yol haritasını içeren bir konuşma yapacağını beklemez.

Ama ülkenin en büyük ve en kadim problemi olan Kürt meselesinin sembolik mekanı haline geldiği/getirildiği için Diyarbakır, siyaset literatürünün ve gündeminin de en önemli başlıklarından birisidir her zaman.

250 yıla yakın bir zamandır ulusalcılık ideolojisinin "entrikaları" ile devam eden politik ve taktik hamleler, ülkeyi ablukaya alan uluslararası aktörlerin de dahil olduğu devasa bir terminatöre dönüştü. "Müminler ancak kardeştir" temel düsturuna iman etmiş bir toplumda etnik sorunların bir krize dönüşmesi gayri tabii bir durumdur. Farklılıkları, Allah'ın varlığına işaret eden bir ayet olarak gören bir inancın yerine onu yok sayan bir düşüncenin egemen kılınması ve ötekiyi bir sorun haline getiren bir felsefenin bu coğrafyada kurucu irade yapılması en hafifi ile kötü niyetli bir operasyondur.

Hikaye uzun ama sonuç kısa; ülkede siyaset, toplum ve devlet arasında derin uçurumlar meydana geldi. Bu gediği kapatmaya heves eden her siyasi aktörün yolu ulusalcılık ideolojisinin açtığı yaraların sarılmasına çıktı. Bu yola çıkanlar aynı zamanda fark ettiler ki siyasetin değişim dinamiklerinin kontrolü siyasetçilerin elinde değildi. Buna rıza gösterip boyun eğenler de oldu itiraz edenler de ama yine de sonuç değişmedi. Devrim niteliğindeki değişimler ilk kez AK Parti iktidarında gerçekleşti. Siyasetin asıl işlevini yerine getirmesi için en çok mücadele eden siyasetçi hiç kuşkusuz ki Sayın Recep Tayyip Erdoğan oldu. Hatta denilebilir ki o, iktidar ile muktedir olma yolunun en uzun mesafesini kat eden kişidir. Bu mücadele sonucunda elde edilen kazanımlar en çok bölge insanını rahatlattı. Bundan dolayı da o her zaman olduğu gibi bu kez de Diyarbakır'da son derece coşkulu ve heyecanlı bir konuşma yaptı.

'Keklik soyu'

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu konudaki başarısının sırrı ise bana göre "güvendir". Zira Kürtler, yazılı tarihle tanıştıkları günden beri birlikte oldukları tüm aktörler tarafından kandırıldılar ya da öyle olduğunu düşünüyorlar. Hatta bu zaaflarını da kendi aralarında bir öz eleştiri söylemi olarak "keklik soylu" diye ifade ederler. Malum, klasik keklik avı elde olan kafesteki kekliğin hemcinsini düelloya davet edip tuzağa düşürmesi şeklindedir. Kendi ırkından olanın bile ihanetine uğradığı refleksi çok yaygın bir kanaattir ki ihanetin bedelinin kanlı olması gerektiği konusundaki yaygın olan töresel anlayış da bu psiko tarihsel düşünce ile akrabadır.

Bu onların genetik kodlarından kaynaklanan bir sorun mu yoksa kültürlerinin gereği mi bunun reel politik dünyada hiçbir önemi yok artık. PKK onları kandırdı, İngilizler onları kandırdı, ABD hala kandırıyor zaten, Avrupa onları kandırmaya devam ediyor, Rusya'nın kaç kez kandırdığının çetelesini bile tutamayız, İran parmağında oynattı, Cumhuriyetin kurucu kadroları onları önce aldattı sonra üstüne bir de dayak attı, İnönü hazırladığı raporla bölge insanını sistematik olarak ayrımcılığa tabi tuttu ama seçim zamanlarında bazı göstermelik hamlelerle ve Hilmi Uran gibi aktörlerle gidip onlardan oy alabildi. Ez cümle Kürtlerin zihin kodlarını şekillendiren en kritik konu güven meselesidir ve ilk kez güvenebildikleri birisi ile karşılaştılar.

Erdoğan güveni

Zaten PKK terör örgütünün bütün tarihi boyunca en fazla kin kustuğu kişinin Erdoğan olmasının nedeni de budur. Onun bu güvenilir hali örgütün tüm hesaplarını alt üst etti. Kürtleri, PKK derebeyliğinden kurtarma potansiyeline sahip olduğu için Erdoğan aleyhinde bunca kara propaganda yapılıyor. Tabii Erdoğan da sahip olduğu bu güvenilirlik katsayısı yüksek olmanın karşılığını onlardan aldı ve almaya da devam etmektedir. Zira Kürtlerin siyasi tercihlerini belirleyen en önemli konu başlığı doğal olarak mevcut soruna karşı takınılan tavırdır. Her ne kadar kimi çevreler "çözüm adına" somut bir mesafenin kat edilmediğini söylese de (ki bu iddia haksız sayılmaz belki ama) bölge halkı iyi niyetle bir yola çıkıldığının farkındadır ve en çok değer verdiği şey ise güvenmektir: Adil bir tavır sergilemek, Kürtleri kandırmamak, aldatmamak, yapmayacağı şeyleri söylememek ve söylediklerini yapmaktan daha kıymetli bir politikanın olacağını sanmıyorum. Ki zaten bu Erdoğan'ın da hayat felsefesidir.

Ancak son zamanlarda bu iletişimin kısmen sekteye uğradığına dair tartışmalar var ve aynı zamanda önümüzdeki seçimleri belirleyecek en etkin kitlenin de Kürtler olacağı iddia ediliyor. O halde soru şu: "Önümüzdeki seçimin kilit kitlesi bir kez daha Erdoğan'ı tercih edecek mi?"

Bu sorunun tek bir cevabı yok ama kuşkuları derinleştiren çok önemli üç konu başlığı mevcuttur. Bunların ilki, mevcut olan atmosferin rüzgarına kapılıp gündemdeki konularla mücadele edilirken ülke tarihinde yapılmış olan en kıymetli işlerin yeteri kadar dile getirilmemesi/getirilememesi, ikincisi, bölgedeki siyasi aktörlerin belirlenmesinde yapılan ciddi hatalardan dolayı temsilin zayıflaması ve sıradanlığın bir norm haline gelmiş olması, üçüncüsü, son zamanlardaki güvenlikçi politikaların gereği olarak kullanılan dilin ötekileştirici etkisi. Bu konuları tek tek izah etmeden önce şunu belirtmek isterim ki siyasi mülahazalar olmasa dahi, toplumsal saiklerle bile, hem AK Parti'nin hem de devletin bahsettiğim bu konuları dikkate alması gerektiğini düşünüyorum.

Haklı meşruiyet zemini

Zira bölgede şu an PKK terörüne karşı yürütülen mücadelenin bir tık sonrasının kendilerine dokunacak olduğunu düşünmeyen bir tek fert tanımıyorum. Çok makul insanların bile kamuda görev almak için yaptıkları müracaatlardan sonra yürütülen güvenlik soruşturmalarının olumsuz gelmesi bunun en basit örneğidir. Çözüm sürecinin en büyük kazanımı olan bölge insanı ile terör örgütünün arasına konulan mesafe, kamu bürokrasisinin eliyle giderek daralıyor.

Oysa Türkiye bugün terörü bitirmek için tüm yolları denemiş olması sayesinde hem iç kamuoyunda hem de uluslararası alanda terörle mücadelesini en üst düzeyde haklı bir meşruiyete dayandırabilmiştir. Terör örgütünün kepenk aç-kapa ve serhıldan gibi şiddeti toplumsallaştırma çağrılarına bölge halkının artık riayet etmemesinin nedeni sorunun çözümü için atılan somut adımlardır. Atılan adımları ve yapılan hizmetleri halkın takdir etmediğini varsayarak kamuoyunun nabzını doğru bir şekilde tutamamak daha derin krizleri beraberinde getirecektir.

İkinci konuya gelince, eğer sahiden bizim bilmediğimiz başka bir durum ve denge gözetilmiyorsa bölge ile ilgili konulara rehberlik edenlerin icraatları Erdoğan'ın en büyük özelliği olan güvenirliğini (Ben kötü niyetli birisiyim bilerek yaptıklarını siz iyi niyetli olun bilmeden cehaletten yaptıklarını düşünün. Hiç fark etmez ama sonuç itibarı ile onun karizmasını) zedeledikleri görülmektedir. Söz gelimi benim de milletvekili adayı olduğum 25. dönem seçiminde bin küsur kişinin adaylık için müracaat ettiği, partiye çok büyük katma değer sağlayacak onlarca değerli insanın arasından aynı aileden değil, aynı evden iki kişiyi (beni ve halamın torununu) aynı listeye koyan aktörler ya da aktör kimlerdir ve niçin partiye operasyon çeken bu yapı deşifre edilip gerekli izahatlar ve yaptırımlar uygulanmadı? Bu saçmalığı yapan değil, o saçmalığa maruz kalanın cezalandırıldığı bir yapı var bölgede ve bu mekanizma, bir başkasının halkaya dahil olmasına izin vermeyen bir statükoyu oluşturmuştur. Bölgede uğradığımız her ilde insanların ilk dile getirdiği konu, AK Parti'nin bölgedeki aktörler eliyle kendi kendisine operasyon yaptığıdır. Bu iddia siyaseten başarısız olup partide aktif görev verilmeyenlerin dedikodusu da olabilir ama siyaset sosyolojisi açısından bölgenin genel koşullarını dikkate aldığımızda en azından şöyle bir manzara görmek gerekirdi: Bu bölgedeki AK Partililerin, her yönüyle siyasi rakiplerinden daha önde ve halkla iç içe olması gerekirdi ama durum böyle değil. Rakiplerine görünecek özgüvenden ve cesaretten yoksun gibi duruyorlar. Oysa her yerde ve herkese karşı gururla bahsedebilecekleri işlere imza atmış bir siyasi hareketi temsil ediyorlar.

Neredeyse her gün arazi anlaşmazlıkları ile birkaç kişinin çok rahatlıkla katledildiği bir coğrafyada siyasetin sağladığı imkanların adil bir şekilde dağıtılmaması siyasi açmazlar ile birlikte toplumsal yaraları da derinleştirir. Siyasete dahil olmanın belli bir standardının ve kriterinin olmadığı bir mekanizmanın üreteceği sorunlar en az var olan sorun kadar kamuyu meşgul edecektir.

Ufak tefek jurnaller ile çok kolay ve rahatlıkla itibar suikastlarının yapıldığı gerçeğini de dikkate aldığımızda yukarda anmış olduğumuz güvenilirliği zedeleyen iç dinamiklerin görece daha çok olduğunu görüyoruz. Daha açık bir ifade ile denilebilir ki Erdoğan'ın büyük emeklerle yetiştirdiği fidanlar, bölgede kendisine yoldaş olarak belirlediği aktörler tarafından yeteri kadar korunmuyor. Belki de o, bu aktörleri de hep kendisi gibi "memleket sevdalısı" olduğu hüsnü niyetinin kurbanı oluyor.

Üçüncü konuya gelince, çözüm süreci başladığı zaman gerek parti içinde gerekse de parti dışındaki tüm ortamlarda dile getirdiğim konu, bölge insanı için "söylemin" çok önemli olduğudur. Sahici ve samimi bir retorik üzerinden bile tüm bölgenin gönlünü fethedebilirsiniz. Ancak bilinmelidir ki kim ne veriyorsa ben beş fazlasını veriyorum tarzı eski zaman siyasetçilerinin hamasetine artık kanmazlar, seçim vaadlerine karınları tok ve hayali projelere itibarlar etmezler.

Velhasıl konu tekrar ilk başta söylediğim "güvenilirlik" tutum/kavram temeline dayandı. Zira halkla temas eden her fani, bölge için güvenilirliğin, mevcut sorunun temel ayağını iddia ettikleri anadilde eğitimden de anayasal vatandaşlıktan da daha öncelikli bir konu olduğunu rahatlıkla görebilir.

Yeni yol haritası gerekli

Bu üç konuda, yeni bir yol haritasının belirlenmesi umudu, esasında son kongreye kadar hep canlıydı ama bu yöndeki beklentileri karşılayan bir değişim yaşanmadı maalesef. İktidarda olmanın teşekkül ettiği statükonun aşılması biliyorum kolay değildir. Bütün bunlara rağmen umutları koruyan ve bölge ile ilgili büyük katkı sunabilecek başta Abdurrahman Kurt olmak üzere, Abdürrahim Fırat, Burhan Kayatürk ve Cüneyt Yüksel gibi çok değerli isimler MKYK'ya alındılar. Dahası, eğer bunlara bazı icracı yetkiler de verilirse bahse konu sorunların aşılmasının nispeten daha kolay olacağını unutmamak lazım.

Zaten Sayın Erdoğan, meselenin ana gövdesini oluşturan temel konuları çözdü, bölgesel farklılıkları tamamen ortadan kaldırdı. Kamu hizmetlerini her yurttaşa adil bir şekilde sundu. Kişi başına düşen milli geliri dört katına çıkardı. Mazlumların yanında yer aldı. Kimsesizlerin kimsesi oldu. Kürtlerin tarihinde bir ilki gerçekleştirdi onları asla aldatmadı. Yürekleri fethetti. Bütün bunlara ilaveten FETÖ gibi dünyanın en sinsi ve hunhar terör örgütünün ülkeyi işgal girişimine karşı deyim yerindeyse göğüs göğse savaştı ve başardı. Ama ne yazık ki yüreğinin sevgisiyle yetiştirdiği güller bugün, bölgede emanet ettiği aktörler tarafından yeteri kadar korunmuyor. Okyanusu geçip derede boğulmak da vardır...

Bunun asıl nedeni ise bence Türkiye sosyolojisinin içerdiği temel dinamiklerdir. Başka bir ifade ile işin sosyolojik boyutunun görece daha yoğunluklu olmasıdır. Zira bizim siyasetimiz, sosyoloji ile ta baştan beri hep kavgalıydı.

Kürt meselesinde ret, inkar ve asimilasyon politikalarının bitirilmiş olması Kürtlere uzatılmış olan en büyük zeytin dalıdır. İnsanların kaderini değiştirecek politikaları izleyen, hizmette sınır tanımayan, istisnasız ülkedeki bütün fakir fukaranın hayır duasını alan, dünya çapında prestijli projeler yapan, neredeyse bütün dünyada alnı secdeye gidenlerden günde beş vakit dua alan, ülkeyi tam bağımsızlığına kavuşturacak savunma alanında baş döndürücü gelişmeleri sağlayan, enerjide dışa bağımlılığı bitirecek işler yapan bir siyasi partinin seçim için bir kaygısı olabilir mi?

Ahdin yenilenmesi

Erdoğan'ın Diyarbakır ziyaretini, ahdin yenilenmesi ve kardeşliği zedeleyen söylemin sonlandırılması çerçevelerinde okumak gerekir. Muhsin Kızılkaya'nın da yazısında son derece veciz bir şekilde ifade ettiği gibi, "Adı kanla tarihe yazılmış olan Diyarbekir Cezaevinin" bıraktığı izleri silmeyi müjdelerken, "Sizinle ahdimizi tazelemeye geldim" demesi ve 2005 yılındaki konuşmasına referansta bulunması buna işarettir.

Hem siyasi hem de fiziki olarak var olan bölgesel farklılığı tamamen ortadan kaldıran AK Parti, hiç kimsenin yapamadığını yaptı ve Diyarbakır ile Eskişehir'i eşitledi ama bunu ifade etmekte sorunlar yaşıyor. Terörle etkin bir şekilde yürütülen mücadelenin sağladığı ortam aslında bölge halkının gönlüne giden yoldaki engelleri de büyük oranda bertaraf etmiş bulunmaktadır. Şimdi AK Parti, bölgeyi kuşatacak bir dili geliştirmek durumundadır. Son olarak, buradaki meseleye kim nasıl bakarsa baksın, hiç değişmeyecek olan en yalın gerçek şudur: Bu ülkenin geleceğinin en can alıcı yarası etnik sorundur, Kürt meselesidir. Ya bu yara iyileştirilip bir dünya devi olunur ya da yollarında barikatlar olan, güvenlik merkezlerinin önünde kapanlar kurulan istikrarsız ülke görünümünden kurtulunamaz. Ama biliyorum ki Erdoğan bir dünya devi olmak istiyor...

 

 

 

HABERE YORUM KAT

5 Yorum