1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. En trajik göç şiiri: Midilli... Ağaca bağlanan dilekler, kıyıya vuran cesetler
En trajik göç şiiri: Midilli... Ağaca bağlanan dilekler, kıyıya vuran cesetler

En trajik göç şiiri: Midilli... Ağaca bağlanan dilekler, kıyıya vuran cesetler

Suriyeli şair Nuri el-Cerrah Midilli'de kıyıya vurmuş göçmen cesetlerinin ilerisinde bir dilek ağacı gördüğünü anlatıyor. Plastik, karton, kâğıt parçalarına yazılan yüzlerce soluk ve silinmeye yüz tutmuş dilek.

09 Nisan 2021 Cuma 20:02A+A-

Röportaj: Hale Kaplan / STAR Gazetesi

Suriyeli şair Nuri el-Cerrah, Suriye'deki savaş öncesinden, 30 yıldan bu yana sürgünde yaşıyor. Yakın zamanda yayınlanan, Mehmet Hakkı Suçin'in Türkçeye çevirdiği kitabı Midilli'ye Açılan Tekne biz yaşarken gerçekleşen en büyük insanlık trajedilerinden birini en dokunaklı yanlarıyla anlatan şiirlerden oluşuyor. Şair, Suriyelilerin geleceğe olan ümidini diri tutan tek şeyin, özgürlük davasındaki haklılıkları olduğunu söylüyor ve ekliyor: "Elbet bir gün Suriyeliler, diktatörlüğün ve yabancı işgalinin parçaladığı topraklarının bütünlüğünü sağlayarak medeni dünyadaki rollerini yeniden yerine getireceklerdir. Ve gelecek Suriye holokostuna katkı sağlayan herkesi lanetleyecektir."

Sizin Suriye ile uzak kalışınız savaşın çok daha öncesine dayanıyor. 30 yıldır sürgündesiniz. Biraz kendi hikâyenizden, biraz da bu hikâyenin şiirinizdeki yerinden bahseder misiniz?

Evet, on yıllardır Suriye'den uzaktayım. Doğup büyüdüğüm Şam'daki evimi bir kez dahi görmeyeli kırk sene oluyor. Sadece benim yaşadığım bir durum değil. Militarizme, kölelik rejimine karşı mücadele etmek için şiirleriyle, öyküleriyle, düşünsel ve sanatsal çalışmalarıyla seslerini yükselten o kadar çok aydını var ki memleketimin. Değişim talebinde bulunan herkes elli yıldır hapislerde, mezarlarda çürüyor. Diktatör rejimin her yere yazdığı sloganları ise hiç değişmedi: "Sonsuza kadar Esed!", "Ya Esed ya Hiç Kimse!", "Ya Esed ya da Her Yeri Yakacağız!" Memleketimde olup biteni bu sloganlar çok iyi dile getiriyor. Ülkenin başındaki diktatör, müttefikleriyle birlikte Suriye'de taş üstünde taş bırakmadı. Suriyeliler diktatörlüğe hayır demelerinin ceremesini çekiyor. Çetelere dönüşen Esed'ın askerleri kadın-erkek, yaşlı-çocuk demeden binlerce insanı katletti. Binlerce kadına tecavüz edildi, binlerce genç işkence altında can verdi. Varil bombalarıyla ve füzelerle okullar, hastaneler, pazar yerleri bombalandı. Bütün şehirler yıkık dökük. Yarım milyondan fazla insan katledildi. Yüzbinlerce insan ya hapislerde ya da kayıp. 9 milyon Suriyeli kendi ülkesinde mülteci haline geldi. Bunların 6 milyonu ülke sınırları dışına kaçmak zorunda kaldı. Sadece Türkiye'de 3-4 milyon Suriyeli var. Lübnan, Irak, Ürdün ve dünyanın her tarafında Suriyeli mülteciler var. Belki de insanlık ateşi keşfetmeden önce dahi böyle bir vahşet görmedi. Bütün bunlara tanık olduğum için şiirimin bambaşka bir dili olmalıydı. Eski efsaneleri, destanları şiire taşıyan bir dil. Zira günümüzün sözlüğü kendimi dile getirmeye yetmiyor. Son on yıldaki şiirim, kendimle ve dille varlık düzleminde bir çatışmanın ürünüdür. Mehmet Hakkı Suçin'in çevirisiyle Türkçeye çevrilen kitabım Midilli'ye Açılan Tekne'de olduğu gibi bir insanlık trajedisinden bahsediyorum. Kitabın destansı şiirleri başta Truva olmak üzere Ege'nin kadim tragedya coğrafyasının izlerini taşıyor. Bildiğiniz gibi Ege denizi, Esed'ın ölüm mangalarından Yunan adalarına kaçan Suriyeliler için ölümün doruğu haline geldi. Onların geçmişin Truvalılarından farkı yok. Bu yüzden Suriyeliler bu kitapta tarihle şimdiyi birleştiren bir muhayyileyle yer alıyorlar. Bu tragedya tasavvuru sonraki şiir kitaplarımda da devam etti: Haç Üstünde Bir Nehir (2018), Truva'da Savaş Yok (2019). Özellikle Akdeniz'den Çıkış adlı uzun şiirim, Suriyelilerin Batı'ya çıkış destanı niteliğini taşır. Truvalıların Aeneas liderliğinde İtalyan sahillerine çıkışıyla muazzam bir benzerliği var. Suçlar, dramlar bir kez daha tekrarlanır. İnsanlık hatalarından ders almamıştır.

Kırk yıl önce, seksenli yıllarda diktatör Hafız Esed döneminde ben de mültecilikten nasibimi aldım.

Nasıl bir yol izlediniz bu süreçte, duraklarınız nerelerdi?

Mülteci çadırımı Şam'dan, Beyrut'a, oradan Kıbrıs'a ve nihayet Londra'ya taşıdım. Şair olarak sesimi kurtarabilmek için bu bireysel kurtuluş yolunu seçtim. Otuz yıl sonra çadırımın her yanına diktatörlük ateşinden kaçan milyonlarca çadır dikildi. Şimdi neredeyse bütün halkım dünyanın dört bir yanında sürgünde, benimle birlikte. Modern zamanların en büyük insanlık göçüdür bu.

Şiirim bu yüzden hep özgürlük arayan sürgünün sesi oldu. Fakat kapalı bir kimlik şiiri yerine var oluşa açılan açık bir şiir inşa etmeye çalıştım. Uzun süre Batı'da yaşayan Arapça yazan Akdenizli bir şair olarak kendimi şiirimde yeniden keşfettim. Kendimi aynı anda hem gerçekte hem hayalde, hem batıda hem doğuda görürüm. Bu anlamda kendimi İbn Arabi'nin şu dizelerinde bulurum:

Şimşek doğudan çakınca doğuya özlemini fark etti

Batıdan çaksaydı belki de batıya özlem duyacaktı

Benim tutkum şimşeğedir ve onun parıltısına

Ne mekânlaradır tutkum ne de toprağa

(Çev. Mehmet Hakkı Suçin)

2011'de başlayan Suriye devriminden önce bütün gücümle Filistin halkının adil davası için mücadele ettim. Suriye devrimiyle birlikte yüküm ikiye katladı ve dünyanın neresinde olursa olsun diktatörlüğün ve işgalin, insanlığa karşı işlenmiş en büyük suçlar olduğunu iyice anladım. Kendimi hangi kültüre mensup olursa olsun özgürlük talebinde bulunan herkesin şairi olarak tanımlıyorum.

Midilli'de yazmışsınız şiirlerin bir kısmını. Oraya giderken bu şiirleri yazmak planı içinde miydiniz? Nasıl bir dalga olarak, hangi ruh hali içinde geldi bu şiirler?

Midilli'ye Açılan Tekne'nin ilk baskısından sonra Midilli'ye yaptığım yolculuk yazmak için yaptığım bir seyahat değildi. "Midilli'ye Açılan Tekne-Büyük Ayı Mersiyesi" başlığıyla muhayyilemde yazdığım şiirin insani ve coğrafi ortamını keşfetme yolculuğu şeklinde nitelenebilir. Muhayyilemin yarattığı mekânda şiir ile felaket arasındaki mesafeyi geçiyordum aslında. Midilli'ye yaklaştığımda asıl felaketim o zaman başladı. Tasavvurlarım, düşüncelerim duygularımla çarpıştı. Adaya adım attığımda ise kendi bedenimin üzerinden geçiyor gibiydim. Burada sular cesetleri kıyıya savurmuştu. Dalgalar buralarda onları kusmuştu. Sevdiğim şair Sappho'nun adasında geçirdiğim günler boyunca ümitsiz Suriyelilerle karşılaştım. Her biri Odisseus'un yüreğini, Penelope'nin ruhunu, Tilemahos'un acılarını taşıyordu. Denizin ve coğrafyanın vefasızlığına uğramış Suriyelilerdi.

Bir gün Midilli'de bir tepeye çıktım. Orada Osmanlıların inşa ettiği bir kale vardı. Buradan masmavi uzanan muazzam denizi seyrettim. Kaleden inerken hava çok sıcak olduğu için gördüğüm bir servinin gölgesine sığındım. Meğer ki dilek ağacıymış. Denizin Midilli'ye attığı mülteciler oraya dileklerini yazıp adlarını imzalarını atıp ağaca iliştirmişlerdi. Şam, Humus, Halep, İdlip, Kamışlı, Deyr ez-Zor'dan insanların dilekleri. Nişanlısını düşünen bir genç kızın yazdıkları vardı. Ok saplanmış bir kalp çizmişti. Fransa'da hasta kocasına kavuşmak için dua eden bir kadın. Almanya, Avusturya ve Macaristan arasında bölünmüş çocuklarına kavuşmayı ümit eden bir anne. Sırbistan'a gittikten sonra haber alamadığı çocuklarını düşünen bir baba. Kız kardeşinin sağ salim Hollanda'ya ulaşması için dua eden abla. Plastik, karton, kâğıt parçalarına yazılan yüzlerce soluk ve silinmeye yüz tutmuş dilek.

Midilli'de ziyaret edebileceğim bir tek kişi vardı: Şair Odisseus Elitis. Evinde yoktu, çünkü dünyayı terk etmişti.

Mikonos, Tinos ve Midilli arasındaki masmavi firuze denizden Atina'ya hareket ederken bazı satırlar halinde izlenimlerimi yazdım. Londra'ya döndükten haftalar sonra bunların kitabımın ikinci baskısını tamamlayan şiirler olduğunu fark ettim. On bir kısa şiirdi. Böylece kitap son şeklini aldı.

Samsatlı Lukianos, Sappho, Şems, Celaleddin... Midilli'ye Açılan Tekne'deler onlar da. Onları bu şiirlere çağıran nedir?

Ben bu şahsiyetler aracılığıyla, Suriyelilerle başta Helenistik Dönem olmak üzere çevre coğrafyalar arasında çağlar boyu süregelen ortak medeniyete gönderme yapıyorum. Samsatlı Lukianos, eserlerini Yunanca yazsa da Yukarı Fırat'ta doğan Suriyeli bir yazardır. İronik bir üslupla yazan ve ünü Hellenistik coğrafyanın dışına taşan bir filozoftur. Ölülerin Konuşmaları eseriyle bilinir. Tıpkı Odisseus gibi Grek adaları arasında kaybolduğum sırada toprağımın oğlu, hemşehrim Samsatlı Lukianos'un bana rehberlik etmesini arzuladım. Suriyelilerin ölümden kaçıp gittikleri Midilli'de büyük şair Sappho'nun evi var. O da Suriyeliler gibi doğduğu yerden uzakta, Sicilya adasında sürgünde öldü. Konya'da yatan Celaleddin Rumi ise Arap-İslam medeniyetine mensup büyük bir şahsiyet. Onun "manevi mesnevi"si ve diğer eserleri üzerinde Şam'ın etkisi büyük. Mevlâna için Şam ebedi bir şehirdir. Bunlar şiirime girerken manaları, fikirleri, değerleri ve imgeleriyle birlikte girerler. Hepsinin de Şam'la, Suriye'nin medeniyet coğrafyasıyla ilişkileri var.

Kitap sadece şiirlerden oluşmuyor. Resim şiir olarak da adlandırabileceğimiz çizimlerle bir bütün. Onların kitaba katkısı ne oldu?

Resimler, Paris'te yaşayan Suriyeli ressam Reem Yassouf'a ait. Aslında bu resimleri kitap için çizmedi. Fakat ilk gördüğümde kitabımdaki şiirlerle ne derece etkileşim içinde bulunduklarını göründe çok şaşırdım. Sanki bu kitap için çizilmişlerdi. Kitapta yayımlamak için istediğimde son derece cömert davrandı. Resimler şiirlerin sesine görsel bir boyut kattı.

"Elemli güzelliğin hanımefendisi" diye tanımladığınız Suriye'nin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Suriye'nin geleceğine ilişkin hiçbir Suriyelinin bir öngörüsü yok. Büyük ümitler, arzular var tabii. Beklentiler, olması mümkün gerçekçi tasavvurlar neredeyse karanlık. Dünya, çağın en korkunç katliamlarına karşı suskun. Uluslararası ve bölgesel devletler, güçler, topluluklar eliyle Suriye toplumu paramparça olmuş durumda. Bunların aralarındaki çekişmeler halkımın bedeni üzerinde vahşice devam ediyor. Suriye'nin içinde veya dışında olsun bütün zorluklara rağmen halkımın geleceğe olan ümidini diri tutan tek şey, özgürlük davasında haklı olması. Elbet bir gün Suriyeliler, diktatörlüğün ve yabancı işgalinin parçaladığı topraklarının bütünlüğünü sağlayarak medeni dünyadaki rollerini yeniden yerine getireceklerdir. Ve gelecek Suriye holokostuna katkı sağlayan herkesi lanetleyecektir.

Arapçadan çeviren: Nurdan Arslan

HABERE YORUM KAT