1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Eğitim Sistemine Köklü Müdahaleler Yapılıyor!”
“Eğitim Sistemine Köklü Müdahaleler Yapılıyor!”

“Eğitim Sistemine Köklü Müdahaleler Yapılıyor!”

Islah Haber'in yaptığı eğitim sistemi soruşturmasına eğitimci-yazar Ersoy Göveç'in verdiği cevap...

13 Eylül 2012 Perşembe 11:00A+A-

Islah Haber, Türkiye’de bu yıl uygulamaya sokulacak yeni eğitim sistemini tartışmaya açıyor.

Konuyla ilgili eğitimciden psikologa, yazardan STK temsilcisine değin farklı kesimlerden birçok kişiye yöneltilecek olan soruşturma soruları ayrıca mülakat ve röportajlarla da takviye edilerek dosya bitiminde e-kitaba dönüştürülecek.

“Eğitim Sisteminin Yapısal Açıdan Değerlendirmesi” ve “Eğitim-Öğretim Sisteminin Kadim Sorunu: Resmi İdeolojik Vesayet” olarak iki bölümden oluşan soruşturmanın birinci bölümüne Haksöz dergisi yazarı sınıf öğretmeni Ersoy Göveç’in verdiği cevabı ilginize sunuyoruz:

***

SEÇMELİ KUR’AN-I KERİM, SİYER VE KÜRTÇE DERSİ

EĞİTİM SİTEMİNE İLK KÖKLÜ MÜDAHALE GİRİŞİMİDİR!

Türkiye yeni eğitim-öğretim dönemine 4+4+4 sistemi ile giriyor. Bu, çok yönlü bir değişimi içermektedir. Öncelikle bize bu yeni sistemin gerek içerik ve gerekse de biçimde genel olarak ne tür değişiklikler öngördüğünü anlatır mısınız?

Ersoy Göveç: 28 Şubat sürecinde kapatılan İHL Ortaokullarıyla birlikte sistemde “ilköğretim”kavramı kullanılmaya başlandı. İlkokul ve ortaokul birleşerek ilköğretimi oluşturmuşlardı. Şimdi ise kaldırılan bu ortaokul olgusu tekrardan sisteme geri dönmekte, Osmanlı’nın son döneminde belirlenmiş olan ana yapısal formlar korunmaktadır. Sıbyan-rüştiye, idadiye ve sultaniye üçlemesi devam etmektedir.

Müfredat olarak, seçmeli dersler Cumhuriyet tarihinde eğitim sistemine gerçekten ilk köklü müdahaledir. Anayasanın velinin din eğitimi isteğinin karşılanması gerektiğine ilişkin hükmü şimdiye değin somut bir karşılık bulmuyordu. 6287 nolu Yeni eğitim yasasıyla Kur’an ve Siyer haftada 2 saat ile seçmeli ders kılınmış, yine haftada 2 saat ile Kürtçe, Çerkezce gibi dillerin okullarda öğrenilmesinin önü açılmıştır. Bu, ret ve inkâr politikalarının sonlandığının somut bir yansıması olmuştur.    

60-66 Aylıklar Okula Gitmeyince

66-72 Aylıklar Sorunsuz Okullu Oldu

Yeni sistemin form olarak içerdiği önemli değişikliklerden birisi de, 68 ay olan 1. sınıf eğitime başlama yaşının zorunluda 2 ay, veli isteğinde 3 ile 8 ay erkene çekilmesi olarak öngörülüyor. Bu sınırın belirlenmesinde bir karmaşanın olduğu da gözleniyor. Eğitim yılının daha da erkene çekilmesine neden ihtiyaç duyulmuş ve tam olarak neyi içermektedir? Bunun çocuklar üzerinde pedagojik açıdan ne tür etkilerinden söz edilebilir?

Eğitime başlama yaşının geriye çekilmesi pedagojik ihtiyaçtan mı yoksa kapatılan 5. sınıflar dolayısıyla oluşacak sınıf öğretmeni norm fazlalığını eritmek pratik kaygısıyla mı üretildiği tartışmalıdır. Sonuçları çok fazla öngörülmeden ve gerekli ön hazırlıklar yapılmadan 60-66 ay arası çocukların okullaşması kararına varıldığı gelinen şu hazırlıksız nokta itibariyle söylenebilir. Yasadan sonra yayınlanan alt mevzuatta 60-66 aylık çocukların okullaşması zorunluluktan çıkarılması olası birçok sorunu baştan engellemiştir. Katı kurallar her zaman az çok mağduriyetler üretir. Okula hazır olmayabilecek 60-66 ay arası çocuklar için veli isteğinin yanı sıra anasınıfı eğitimi alıp almadığı gibi hazırlık kriterleri (Bunun için zekâ soruları ve testler geliştirildiği basına yansıdı. Boy, kilo ölçüleri verildi. Okul lavabo ve sıralarını yetersiz görüp imkânı olanlar özel okula yönlendirildi.) getirilebilirdi. Basına yansıyan bir resimde okulda lavaboya ulaşamayan çocuklar için musluğa hortum takıp uzatılmış. Ama çocuk boy yetersizliğinden musluğu çeviremiyor. Bu tablo okula başlama yaşı vakıasına yeterli teknik hazırlık yapılamadığını göstermektedir. Bu tekil örnekler 60-66 yaş grubu da okula alınsa çok belirgin hale gelebilecektir. Ayrıca 60-66 aylıklardan veli dilekçesiyle okula gönderilenler genelde deneme niyetiyle okula gönderilmekte ve olmazsa anasınıfına yönlendiririz denilmektedir.

Veli ikna olmamışsa 66 ayını dolduran çocuğu zorla okullaştırmaya çalışmak yanlıştır. Hülle yaparcasına rapor peşine düşmek ise hem veliyi hem doktoru hem de çocuğun geleceğini yaralar. Yani 66 ayını dolduranların çoğu zaten problemsiz okula devam edebilmektedir. Az olan kesime yönelik de zora dayalı tedbirler yerine, komisyonlar marifetiyle yapılacak bir tutanakla sorun halledilebilirdi.  

4+4+4’e kategorik olarak karşı çıkanlar, ortaokul ve liselerde Kur’an-Siyer ve Kürtçe derslerinin seçmeli olarak okutulacak olmasına muhalefet etmektedirler. Yani İslam düşmanları ile ırkçı milliyetçiler bir araya gelerek atılan bu ileri adımı “gericiler” yaptı diye ve onlara yarayacak diye karşı çıkmaktadırlar. Muhalefetlerini ise öncelikle okula başlama yaşı üzerinden yapmışlar ve bu durumu epeyce speküle etmişlerdir. Yukarıda belirttiğimiz eksik ve tekliflerimizin varlığına rağmen görülen odur ki uygulama genelde sorunsuz başlamıştır. Geriye dönüp bu kadar gürültüye ne gerek vardı da denebilir. Bu tablo Hükümeti rehavete sürüklememeli, var olan eksiklikleri hızlı bir şekilde gidermelidir.   

Zorla Terbiye İnsan Onuru ve Fıtratını Ezer

Bu düzenlemeyle eğitimde zorunluluk süresi 12 yıla çıkmış bulunmakta. Sistematik eğitimde zorunluluk ilkesini insan fıtratı açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Günümüzdeki genç kuşakların bünyesi bu yoğunluğu kaldırıyor mu?

Eğitimin, resmi ideolojinin baskın belirleyiciliğinde olduğu, alternatif ve özgür seçeneklerin bulunmasına yasal olarak imkân tanınmadığı bir ortamda zorunluluğunun süresini artırmak çok büyük bir hatadır. Bakan Dinçer de 5 yaşından 17 yaşına kadar eğitimin sadece devlet tarafından verilebildiğini biraz da hayıflanarak aktarmaktadır. Özellikle anasınıfı dâhil 13 yıllık zorunlu eğitimi sorgulamak gerekmektedir. Öğrencilere kazandırılacak davranışlardan, sahip olması gereken bilgilere değin her şeyin devlet tarafından belirlendiği bir eğitim sistemi gerçekliğinde zorunluluk insan farklılıklarına aykırıdır.

Bir insanı yaratılmış tüm âlemler kadar değerli gören İslam aslında insanı yüceltmektedir. Beşeri ideolojiler insanı devletin ve nefsinin kulu ve esiri yapmaktadırlar. Zorunlu 12 yıl, devlete olması gerekenden fazla hak ve yetki vermektedir. Anaokulundan askerliğe kadar bir insanın hayatına tartışmasız hükmetme hakkını nereden bulmaktadırlar? Yasal mevzuatın varlığı bu hakkı devlete vermeye yeterli değildir. Zira kişinin özgürce istediği eğitimi alma ve isteğine göre kendini şekillendirme hakkı temel bir haktır. Kişinin yerine devletin neyin iyi ve doğru olacağına karar vermesi despotizmdir, baskıcılıktır. Eğitim zorla, baskıyla olursa insan onurunu, kişi şahsiyetini zedeler; onu kişiliksiz, özgüvensiz ve başkasına tabi memur gibi kılar. 

Bakan, Konuya Hâkim Değil

Sınıfı Olanlar Norm Fazlası!

4+4+4 sisteminin yol açtığı sorunlar arasında iki tanesi dikkat çekiyor. Bunlardan biri öğretmenlerin önemli bir kısmının tayin sorunu iken ikincisi de okul statülerinin değişmesi ve öğrenci sayısının artmasıyla birlikte oluşacağı söylenen sabahçı-öğlenci problemleri, müstakil bina ihtiyacı, sıraların yetersizliği, öğrencilerin daha uzaktaki bir okula servisle gitmesini gerektiren fiziksel yetersizlik vb. sorunlar… Yeni sistemin bu anlamda istikrarını bozduğu öğretmen ve öğrencilerin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bakan, geçen sene 4 ve 5’leri okutan öğretmenleri mağdur etmeyeceklerini belirterek onları 1. sınıflarda değerlendireceklerini, böylece fazlalık da olmayacağını sene başı merkezî konferansta tüm öğretmenlere ilan etmiştir. Bakan’ın söyleminin tersine norm fazlası olan öğretmenler, geçen sene 4 ve 5’leri okutan ve sınıfı kalmayan öğretmenler değildir. Norm kadro yönetmeliğine göre hizmet puanı düşük olan öğretmen okuldan gönderilmede öncelikli olmaktadır. Dolayısıyla 2,3,4’leri bu sene okutacak olan yani sınıfı olan öğretmenler de norm fazlası olmaktadırlar. Bu da veli ve öğretmeni mağdur etmektedir. Buna yönelik ayrıntılı tedbirler alınamamış, politikalar yetersiz kalmıştır. Örneğin çalıştığı okul ortaokul olan ve geçen sene 1. sınıfları okutan bir öğretmen, bu sene hizmet puanı düşük olduğu için sınıfını geçen sene 5. sınıfı okutan öğretmene devretmektedir. Hem sınıfını hem de okulunu kaybeden bu öğretmen ilk mağdurdur. Velilerin ve öğrencilerin de bu noktada tepki içerisinde oldukları basına yansımıştır. Bu noktada iller arasında farklı uygulamaların olduğu haberleri de basına yansımıştır. İstanbul’da hizmet puanı düşük olan öğretmen norm fazlası oluyor iken, Ankara’da sınıfı olmayan geçen sene 4 ve 5’leri okutan öğretmen norm fazlası olmaktadır. Bakanlık varlık gayesini ortadan kaldırmakta, norm ve uygulama birliği sağlamak olan öncelikli görevini yerine getirmemektedir.

İlköğretim binalarının dönüşmesiyle okullarda sabahçı-öğlenci ayrımı oluşmuş ya da ilkokul veya ortaokula çevrilmiştir. Böylece uzak bölgelere servisle öğrencilerin taşınması gündeme gelmiştir. Bakanlık hızla bina sorununu çözmelidir. Bu da eğitimde devlet tekelinin kaldırılması talebini gündeme taşımaktadır. Hem derslik sorunundan, öğretmen sorunundan bahsediliyor hem de devlet okulunda eğitim dışında yasaklar konuyor. Bunu ideolojik bir tavır olarak okumak gerekmektedir. Resmi ideolojinin güçlü bir şekilde ancak devlet okullarında aktarılabileceği olgusu sistemi alternatiflere kapalı bir pozisyona sürüklemektedir. Burada ikili bir mücadele söz konusu olmalıdır: Mevcut eğitim yapısı içerisindeki kurumları özgürleştirmeye çalışmalı ve bununla eşzamanlı olarak da devlet tekelini kırmaya, alternatifleri çoğaltmaya yönelik çabalar arttırılmalıdır.

Devlet Eğitime Yetişemiyor:

Derslik, Okul, Öğretmen Sıkıntıları

Moder ulus-devlet tarihte görülmüş tüm hegemonik güçlerle karşılaştırıldığında en despotik yönetimlerden birisidir. Vatandaş-devlet ilişkisinde boşluk bırakmamakta ve hayatın tüm alanlarında belirleyici olmaya çalışmaktadır. Zorunlu 12 yıllık eğitim vatandaşını eğitmeyi kendinde bir hak olarak gören modern devlet olgusuyla birlikte değerlendirilebilir.

Bakan, “Türkiye'nin daha önceden birikmiş derslik sorunu var. Bizim önümüzdeki yıllar için yaklaşık 170 bin dersliğe daha ihtiyacımız var ve bunun için de elimizden geleni yapacağız. İşte yeni olarak kamu-özel ortaklığını, kiralama yöntemlerini de devreye alıyoruz. Muhtemeldir ki çok daha hızlı çözmemize imkân verecek.” demektedir. (http://www.meb.gov.tr/haberler/haberayrinti.asp?ID=9710).  “700 bin öğretmenimizin eşi, çocukları veya anne, babası var. Yaklaşık 17 milyona yakın öğrencimiz var. 17 milyon öğrencimiz ve onların ebeveynlerini dâhil ettiğimizde toplumun hemen hemen bütün kesimlerini şöyle veya böyle doğrudan ilgilendiren bir konu üzerinde çalışıyoruz.” (http://www.meb.gov.tr/haberler/2012/09092012desifre.pdf) diyen bakan Türkiye’de eğitimin ne kadar yoğun bir kitleyi ilgilendirdiğini de gösteriyor. Bu kadar büyük bir kitleyi ilgilendiren meselelerde aldığınız veya alamadığınız bir karar onbinlerce insana dezavantaj veya avantaj sağlayabilecektir.  Bakanlık devasa bir yapı ve bu yapı karar almada ve hareket etmede, verimlilikte çok zayıf. Yöneticiler günü kurtarma ve risk almama eğiliminde. “Akıllı yönetici kendisine sorulan soruya risk almadan ‘Hayır.’ cevabını verebilendir.” şeklinde teamülleştirmişlerdir.

Öğretmenlik İtibarsızlaştırılıyor

 Eğitimi, öğretmeni ve öğrenciyi önceleyen bir mekanizma ve zihniyet ne yazık ki söz konusu değil. Örneğin, bir programın hazırlıkları için 2-3 ay meşgul olan öğretmenin aklına öğrenci söz konusu program sergilendiğinde en son olarak gelmektedir. Önce il müdürü ve yardımcıları, ilçe müdürü ve yardımcıları plaketler, takdir ve aylıkla ödüller vs... Öğretmene ve öğrenciye ise bir teşekkür kalmaktadır. Onlar asıl değildir zaten; asıl olan yüce, kutsal, ali devletimiz ve onun yüce yöneticileridir!? “Öğrenciler olmasa şu maarif ne güzel idare olur!” diyen zihniyet halen eğitim bürokrasisine hâkimdir ve yerleşik hale gelmiştir. “Meslekte asıl olan öğretmenliktir.” denirdi. Şimdi ise öğretmenlik itibarsızlaştırılmakta, gardiyanlığa, tahsildarlığa döndürülmektedir. Zam isteyen öğretmenlere pastayı büyütelim önerisi yapan zamanın bakanı Hüseyin Çelik, beyanı sonrasında hükümetçe adalet personeline yüzde 45 zam yaptırılmıştır. Ayrıca daha yeni askerî personele yüzde 20 zam yapılmıştır. Meselenin ekonomik yönü olmakla birlikte öncelikli olan yaklaşım değer verme, oyalanabilir, ertelenebilir görülmektir. Öğretmenler eleştirilmelidir ama milyonlarca öğrencinin emanet edildiği bir durumda ister istemez bunun öğrencileri olumsuz etkileyen boyutu olacağı unutulmamalıdır.

Tayin sorununda ise mesele doğu illerine öğretmen bulamama, bulunanların da orada tutulamamasıdır. Sağlık personeline tanınan bir takım ayrıcalıklarla sorun çözülmüşken zecri tedbirlerle doğudaki öğretmen sorunu ne derecede giderilebilecektir? Özendirme, cazip hale getirme en uygun olanıdır ki böylece öğretmen de verimli çalışabilecektir.  

Öğrenim Birliği Yasası Kaldırılmalıdır!

Öte yandan Türkiye’deki eğitim sisteminin yapısal olarak kronikleşmiş bir diğer sorunu da Tevhidi Tedrisat olarak karşımıza çıkıyor. 700 bin personeliyle MEB, Ankara’dan yönetilebilir durumda mıdır? Müfredatı ve yönetimi merkezden belirleyen MEB vesayeti beraberinde ne tür sıkıntılar getirmektedir?   

Anasınıfından ilk ve ortaokullara, liselere, açık öğretime değin MEB eğitimle ilgili tüm kurumlaşmaları birinci elden ve tek başına belirlemektedir. Bu katı merkeziyetçilik Tevhidi Tedrisat kanununun bir gereği olarak eğitimin başat sorunlarından biridir. Toplu bir eğitim ve öğretimden bahsedildiği yerde devreye otomatik olarak bakanlık girmektedir. Devlet vatandaşını “zararlı fikirler”e karşı koruma altına almak ister gibidir. Bu merkezi yapı askerî okullar söz konusu olunca devreden çıkmaktadır. Zira anayasal bir istisna ile askerî okullar ilgili kanun dışında tutulmuş ve MEB bu okulların müfredat ve yönetimlerine karışamamaktadır. AK Parti’nin ilk döneminde ulaştırma ve kültür turizm bakanlıklarına bağlı bir takım okullar -hangi akla hizmetle düşünülmüşse- MEB’e bağlanmıştır. Burada Hükümetin politik bir karar ve bakış sıkıntısı olduğu görülmektedir. Çeşitliliği artırıcı, alternatifleri çoğaltıcı, MEB vesayetini daraltıcı bir bakışa ihtiyaç vardır.

Hicrî Tarihli Yasanın Mantığı

82 Anayasasının Eğitim ve Öğretim Hakkı ve Ödevi başlıklı 42. maddesi şöyledir: “Kimse eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz. Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir. Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz. Eğitim ve öğretim hürriyeti, Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz. İlköğretim, kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve Devlet okullarında parasızdır… Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tâbi olacağı esaslar kanunla düzenlenir...” Bu beylik cümleleri okuyan, sanki başörtülülerin maruz kaldığı zulüm bu ülkede yaşanmaz diye düşünür(!). Kimse eğitimden mahrum kalmazmış! Ortaokullarda çocukları başörtülü diye atanlar, ödülünü eline vermek için kürsüye çıkarmayanlar başka ülkede mi yaşıyor? Terkipler de zihniyeti ele veriyor: “Atatürk ilkeleri”, “çağdaş bilim”, “anayasaya sadakat”…

Anayasanın beşinci kısmında İnkılâp Kanunlarının Korunması başlıklı 174. maddesinde 8 kanunun anayasaya aykırılığının söz konusu edilemeyeceği belirtilmekte ve Tevhidi Tedrisat kanunu bunlardan sayılmaktadır. Bu kanunların, devletin laik niteliğini koruma ve toplumu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma amacıyla yasalaştırıldığı vurgulanmaktadır. Çarpık bir laiklik anlayışının uç verdiği bir metindir bu. Eğitimin organizasyonu, teşkilatlanması, yerel ve merkeziyetçilik dengesinin nasıl olacağını teknik ve pedagojik ihtiyaçlara bırakılmamakta, bu hususlar laikliğin bir parçası ve gereği olarak mütalaa edilmektedir. Bu, anayasanın metninde ve ruhunda bulunan “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” cümlesinde olduğu gibi bir tabu ve dogma olarak bırakılmakta ve öyle kalması için çaba gösterilmektedir.

Yapboz Tahtası mı?

Sürekli yapboz tahtası olmakla eleştirilen eğitimin, asıl değiştirilmesi gereken meselesi bu Öğretim Birliği kanunudur. Asıl yapılması gereken dururken tali ve ikincil meselelerle uğraşmak sistemi farklı noktalara sürüklemektedir. Anasınıfından ilkokul, ortaokul ve liseye değin MEB olmadan, onun müfredat ve denetimi olmadan eğitim yapılamaması, eğitimle ilgili merkezî ve tek bir karar organı tayin edilmesi tabii ki eleştirilmelidir ki nitekim Bakan başta olmak üzere çoğu kesimden eleştiri almaktadır da. Eğitimin bundan sonraki en önemli meselesi bu kanun olmalıdır. Bu kanun yerinde durdukça özgür ve bağımsız, evrensel değerleri, fıtratı ve adaleti esas alan bir yapılanmaya gidilmesi mümkün değildir. Eğitimin tek elden ve merkezî olarak yürütülmesini öngören 430 sayılı kanun ise özce şöyledir: “1-Türkiye dâhilindeki bütün müessesat-ı ilmiye ve tedrisiye Maarif Vekâletine merbuttur. 2-Şer'iye ve Evkaf Vekâleti veyahut hususi vakıflar tarafından idare olunan bilcümle medrese ve mektepler Maarif Vekâletine devir ve raptedilmiştir. Şer'iye ve Evkaf Vekâleti bütçesinde mekatip ve medarise tahsis olunan mebaliğ Maarif bütçesine nakledilecektir. 3-Şer'iye ve Evkaf Vekâleti bütçesinde mekatip ve medarise tahsis olunan mebaliğ Maarif bütçesine nakledilecektir.”

Görüldüğü üzere bütün eğitim müesseseleri tek bir bakanlığa bağlı olacaktır. Bugünkü Diyanet teşkilatı dâhil vakıflarca kurulan ve işletilen okullar da bakanlık vesayetine alınmışlardır.

Devletin Eğitim Tekeli Kırılmalı,

Eğitim Kurumları Özel Teşebbüse Açılmalıdır!

Mevcut Tevhidi Tedrisat kanunu ile beraber düşünüldüğünde “özel eğitim” ne kadar özel? Dershanelere, vakıf-dernek vb. de sertifikasyon verilmeli midir?

Bu alanda özel okulların artmasına ve gelişmesine sol cenahtan eleştiriler söz konusudur. Devlet vesayeti dışında olması muhtemel her alternatif teşebbüs piyasacılıkla suçlanmaktadır. Devletin var olan eğitim tekelinin kırılmasına yönelik bir teşebbüs içermeyen eleştirilerin statükonun devamına hizmet ettiği ise ortadadır.

Özel eğitim gerçekte ekonomik döngü itibariyle şahsi teşebbüse dayanması noktasında farklılaşmaktadır. Yoksa müfredat aynı müfredat, belirli gün ve haftalar kutlaması aynı. Yine resimler ve büstler de aynıdır. Tabi veliler para verdiği için devlet okullarında rastlanan ve çocukları değersizleştiren bazı uygulamaklara daha az rastlanır. Okulların açıldığı gün devlet okulu müdürü hızını alamaz ve uzun bir konuşma yapar. Çocuğa sorulunca “Ben yoruldum, oturmak istiyorum.” diyor. İnsani ve fıtri olanı, olması da gerekeni çocuk söylüyor. İnsanı nesneleştiren mantık sahiplerinin eline mikrofon geçince karşıdaki kitle onları dinlemeye ve “Evet.” demeye mecburmuş gibi davranıyorlar. Her şeyi belirleyen bakanlıktan, denetleyen ve sertifikasyon kurallarını oluşturan bakanlığa geçiş yapılması gerekmektedir.  Gerçekten özel olan okulların açılması ve halka bu alternatifin sunulması gerekmektedir.

Dershanelerin kaldırılmasını savunan Başbakan bunun bir emirle kurulmadığını dolayısıyla bir emirle kapanmayacağını herhalde biliyordur. Dershaneleri doğuran toplumsal şartlar kaldığı sürece bu yapılar isimlerini değiştirip yollarına devam edeceklerdir. Tabi bunun nasıl olacağı ise daha uzun boylu bir analizi gerekli kılmaktadır.

Farklı eğitim modelleri bağlamında Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde uygulanan “Ev okulu” sistemi söz konusu. Türkiye bu türden uygulamalara izin vermeli midir? Verdiği takdirde bu tip modellerin sürdürülebilirliği olduğunu düşünüyor musunuz?

Eğitim sisteminin amacı gerçekten çocuğun terbiye edilmesi, hayata hazırlanması ve toplumsallaşması/sosyalleşmesi ise eğer, eğitimde yasaklar yerine sertifikasyon uygulaması ön plana çıkarılmalıdır. “Her şeyi ben vereceğim, benim mekânımla ve benim öğretmenlerimle, benim belirlediğim müfredata göre bu olacak. Diğer hal muhaldir!” demek yasakçılıktır, baskıcılıktır. Mevcut eğitim sisteminin baskıcı karakteri öncelikle devlet vesayetini dayatmasından kaynaklanmaktadır.  Ayrıca tüm farklı kişiliklere tekil bir müfredatı dayatmasından ileri gelmektedir.

Karma Eğitim Bir Dayatma Değil,

Veliye Sunulan Bir Teklif Olmalıdır!

Eğitimin uygulanmasında karşılaşılan bir diğer sorun da karma eğitim modelinde karşımıza çıkıyor. Bu uygulamaya karşı var olan tepki yalnızca dindarların ideolojik eğilimi ile açıklanabilir mi? Geçtiğimiz günlerde Marmara Üniversitesi’nden bir grup bilim adamı kız ve erkek öğrencilerde öğrenim sürecinin farklı işlediğini belirterek karma eğitim sistemini eleştirmişti. Kız ve erkeklerde öğrenim süreçleri farklı mı işlemektedir?

Bir dershane ziyaretimde kapıya asılan şu uyarı dikkatimi çekmişti: “Öğrencilerimiz arasında duygusal ilişki yasaktır. Aksine hareket edenlerin kursla ilişiği kesilir.” Sınav kazandırma yüzdesi fazla olan bu dershane, kız ve erkek sınıfları oluşturmamış ama olası risklere yönelik tedbirler almış durumdadır. İlkokullarda karma eğitim tartışma konusu edilmemektedir. Sorun, ergenlikle birlikte öğrencinin başarısının artırılmasının nasıl mümkün olabileceği, eğitim kurumunun gerçek işlevini nasıl yerine getirebileceğidir. Görüldüğü kadarıyla, liselerin çoğunda öğrenciler birbirleriyle muhataplıklarında cinsel kimlikleri ön planda tutarak davranmaktadır. Giyim kuşamdan, düzeysiz hitap ve davranışlara değin bir yığın sorun söz konusudur. Karma eğitimin mevcut eğitim sistemi gerçekliğinde ıslaha mı, ifsada mı katkı sunduğu değerlendirilmelidir. Yoksa karma eğitimin tümden, tek başına bir teknik yöntem olarak zararlı olduğunu değerlendirmek yerinde olmayacaktır. Toplum içinde birlikte yaşayan farklı cinsleri eğitim kurumlarının her seviyesinde ayırmak, birbirinden tecrit etmek, yalıtmak sanılan faydayı sağlamayabilecektir.  Ayrıca bir veli hakkı, insan hakkı olarak çocuğun karma olmayan bir okulda okuma hakkı tanınmalıdır.

Kız çocuklarının erkelerden daha hızlı fiziki gelişim gösterdiği yaş aralıkları söz konusudur. İlgi ve yönelim farklılıkları zaten farklı cinsel kimlik dolayısıyla tabiidir. Zekâ gelişmelerinin farklı olabileceği iddiası iyi araştırılıp değerlendirilmelidir. Sınıflar ayrıldı, müfredat da mı farklılaşacaktır? Kadının ikinci sınıf görüldüğü, kadının erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığına inanıldığı ve fazla zorlanmaması gerektiğine kanaat getirildiği bir toplumsal gerçeklik söz konusudur. Dolayısıyla erkek ve kız öğrencilerin eğitim ortamlarının birbirinden radikal bir şekilde ayrılması kız öğrenciler için negatif bir durum da doğurabilecektir.

Ortaokullar Çeşitlendirilmelidir!

Yeni düzenlemeyle beraber İmam-Hatip Liselerinin önü açılırken ayrıca İHL’lerin ortaokul bölümü de açıldı. Mesleki-teknik Liselerin ortaokulu neden açılmadı? Açılmalı mı? İki çeşit ortaokulun anlamı nedir?

28 Şubat öncesi İHL ve öğretmen okulları ile meslek liselerinin ortaokulları açıktı. İHL ortaokullarını kapatmak için tüm meslek lisesi ortaokulları kapatılmıştı. Şimdi ise sadece İHL ortaokulları açılmaktadır. Yani 4 yıllık ilkokulu bitiren 10 yaşındaki bir öğrencinin önünde ortaokul olarak 2 tercih söz konusudur: Ya düz ortaokulu ya da İHL ortaokulu. Bunun dışında isterse hafızlık yapması durumunda 1 yıl kayıt dondurma hakkı verilebildiği belirtilmektedir. Bu ortaokul döneminde hiçbir şekilde açık öğretim hakkı verilmemektedir. Bu hakkın verilmemesi kız çocuklarının okutulmayacağı nedenine bağlanmaktadır. Tabi bu olgu, üzerinde değerlendirme yapmaya müsait bir konudur.

Okulların resmi kurumlar olarak vatandaşa yabancılığı, verilen eğitimin hayata atıldığında işlerliğinin ve işe yararlılığının sorgulanması okula devamda sorunlar oluşturmaktadır. Ayrıca kız öğrencilere uygulanan başörtüsü yasağı, okullarda özellikle ergenlik döneminde kız-erkek öğrenciler arasında görülen seviyesizlik ve okul idareci ve öğretmenlerin bu duruma teşne tavırları da ek olarak sayılabilir. Okul idarelerinin vergi dairesi gibi veliye giderlerin karşılanacağı grup olarak bakmaları, sorumluluk vermeye yatkın olmalarına rağmen okul işleyişinde resmi anlamda inisiyatif ve söz hakkı vermeye yanaşmamaları…

Yüksek öğrenimde kaldırılması öngörülen harç uygulamasıyla ilgili olarak da kamuoyunda serzenişler var.  Özellikle de uygulamanın birinci öğretim ile sınırlı olup ikinci öğretime yansımaması eleştiri konusu yapılmaktadır. Bu uygulamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Harç kaldırmanın gerçekte ücretlerin tamamen kalkması olmadığı anlaşıldı. Toplumsal algı yönetimi konusunda bu Hükümet çok mahir görülmektedir. “Mış” gibi yaparak, gerçekte vereceğini abartmakta ve popüler beğeni kazanmaktadır. Bir girişim olarak üniversitelerin ücretsiz olması, geniş toplum kesimleri için bir kâbusa dönen üniversitede çocuk okutmayı daha katlanabilir kılabilir. İkinci öğretimde harçların kalkması belki okul puanlarının biraz daha yükseltilmesini beraberinde getirebilir ama bu sonuçta yerinde bir karar olacaktır.

 

RÖP: HAŞİM AY / ISLAH HABER

 

HABERE YORUM KAT

4 Yorum