1. YAZARLAR

  2. HAMZA TÜRKMEN

  3. Düşmandan daha fedakâr olabilmek!...
HAMZA TÜRKMEN

HAMZA TÜRKMEN

Yazarın Tüm Yazıları >

Düşmandan daha fedakâr olabilmek!...

03 Ekim 2025 Cuma 17:53A+A-

Kafirlerin ileri gelenleri dün de bugün de küçük bir azınlıktı ve hala azınlıktırlar. Ama gerek kurulu sömürü düzenlerini sürdürmek, gerek fikri veya mali olarak kitleleri, müstezafları kandırıp kontrollerinde tutmak konusunda en büyük düşmanları hak ve adalet çağrısını yapanlar, fıtrata ve İslam’a yönelenlerdir. Bu nedenle dün Resulüllah (s)’i duymak istemeyenler, onun tevhid ve adalet çağrısı karşısında gürültü çıkartanlar, bugün de işledikleri zulüm ve saldırılara karşı diz çökmeyen, teslim olmayan; hakka tutunmak için onur ve izzetini korumaya çalışanlara, özellikle özgürlük mücadelesinin bayrağını yükselten mücahidlere karşı iletişimde, ekonomide veya ateşli silahlarda en gelişmiş imkânlarıyla saldırmaktadırlar. Avuç içi kadar Gazze’ye atılan bombalar, Nagazaki ve Hiroşima’ya atılan bombaların toplamını çoktan geçti. Gazze etrafı Ashab-ı Uhdud gibi sarılmış her gün bombalanıyor, yakılıyor ve halk aç biilaç. Gazze’deki İslami ve insani direnişin önünü kesebilmek ve çağrılarını susturabilmek için başta ABD olmak üzere tüm küresel patronlar bütün enerjilerini ortaya koymakta ve her türlü masrafı yapmaktan kaçınmamaktadırlar. Enfal sûresindeki ayet açık: “Kafirler, Allah yolundan alıkoymak için mallarını harcarlar ve harcayacaklar da. Sonra, o mallar onlar için bir iç acısı olacak ve sonra yenilgiye uğrayacaklar. Kafirler Cehennem'de toplanacaklardır.” (8/36)

Benzer kuşatma Doğu Türkistan için de; Keşmir ve Myammar, Kafkasya ve Büyük Türkmenistan illeri için de söz konusudur. Kafirler İslami potansiyeli zapturapt altına alabilmek için Ümmet coğrafyasının göbeğine yerleştirdikleri Lojyoner Siyonizm birliğine mal, silah ve paralarını hesapsızca harcayabiliyorlar.

İnsanların fıtrî olan yaşama ve kimlik haklarını gaspetmek ve Allah yolundan alıkoymak için mal ve paralarını harcayanların hedefi tabii ki kendi dünyevi kazanç ve hegemonya çarklarının dönmesi, sömürü ağlarının güçlenmesidir. Muhammed Reşid Rıza’nın dediği gibi zamanımızda kafirler, selbî / olumsuz cihad-cehd ile insanları İslam’dan çevirmek, dinlerinden döndürmek yani fitne için yığın yığın para harcıyorlar. Selbî cihad kendi dinlerine yani kendi kimliklerine ve yaşam tarzlarına davettir. Bakın savaş sürerken İsrailliler diskolarda, plajlarda ve yazlıklarında nasıl da dünyevi zevk ve tatları yarıştırmaya devam ediyorlar... 

Vicdanı ölmemiş olan dünyalılar Gazzeli, Filistinli direnişçilerin yardımına SUMUD Filosu gibi etkinliklerle destek verirken, milyonlarca mukaddesatçı ve muhafazakâr-dindar zaman zaman sadece amelsizce hayıflanıp duruyor.  

İmanda öne geçen Türkiyeli Müslümanlardan sınırlı topluluklar ve dağınık gruplar sürekli eylemlerle, dualarla ve fedakârane infaklarıyla çabalarken; Gazze’ye destek eylemlerine aynı arzu ve devamlılığı, gerektiğinde işlerinin önüne geçirip yeterince destek vermeyen veya verme azmini öne geçirmeyen tevhidi birikim sahibi insanlarımız da oldukça fazla. Onlarda laf açılınca kurmay aklı kurgusuyla birçok şahidleşmeyen tasarı ve laf alabildiğine çok.  Anlaşılan o ki onlar ya dünya işleri, her türlü alışveriş veya ekonomik koşturmaların peşinde yorulmuşlar akşam evlerinde televizyon izlerken ya da hafta sonları piknik yaparken veya haşemalı girecekleri deniz kıyısı ararken, yahut lüks yaşam tarzı telkinleri doğrultusunda yaptırdıkları  yazlıklarında dinlenirken “kalben buğz etmek” tercihinin yeterli olduğu karinesiyle avunuyorlar. Yani neo-liberal ve ötesi yaşantı tarzları Müslümanları mesai olarak da, zihni ve kültür olarak da oldukça kuşatmış.

Ayrıca kapitalist cahili hayat tarzının aşıladığı refah, hız, eğlence ve tüketim kültürü konusuna eleştiri getirenlerin hatta keskin tenkid sahiplerinin, bu cahili sistem içinde imkânlı hale geldiklerinde parayla, mevkiyle, güçle olan sınavlarını nasıl kazanacakları da adaletle ilgili başka bir imtihan konusudur.

Tabii ki müminler, müstekbirlere nispetle mallarını, canlarını ve zamanlarını Allah yolunda feda etmek konusunda kafirlerden, içimizdeki Batılılaşmış  veya yabancılaşmış güç sahiplerinden, zenginlerden daha önde ve öncelikli olmaları ve davranmaları gerekir. Tabii ki rengimiz, ana dilimiz, doğduğumuz coğrafya, anne ve babamız kaderimizdir; oysa dareyn için felaha, huzura yönelmek ve Ahiretteki yerimiz, kaderimiz değil amelî tercihlerimizdir. Bu konudaki sahih bilgilerimizi amelleştirdiğimiz oranda imanımız muhkemleşir; bağlı olarak da hakkı ve ahireti kazanabiliriz.

Müstekbirlerin amacı haksız ve adaletsiz bir düzeni sürdürmektir; muvahhidlerin amelle kurumlaşacak ve süreklilik kazanacak amacı ise adaletin sesi olmak ve ve adaletli bir düzenin temellerinin inşasına harç taşımak olmalıdır. Bizler son 2-3 asrın çözülme ve mağlubiyetler döneminden sonra yeniden uyanış, ıslah ve inşa sürecini yaşıdığımızı unutmayalım. Geçmişin hamasetini bırakıp temelsiz hayali stratejiler kurmayalım.

Kur’an ve Siret-i Resul bütünlüğünde de ve İslam fıkhına göre de barış asıl, fiili savaş ârizidir. Zorunlu şartlar gerektirmedikçe savaş ilan edilmez. Ama kendini savunma hakkı veya zaruret-i hamse bağlamında gerektiğinde savaşılır. Şaytanın ve onun yoluna uyanların hedefi insanları ve hak yolda olanları saptırmaktır. Allah-u Teala Enfal suresinde “Karşıtlarınıza karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlar ile Allah'ın düşmanını, kendi düşmanınızı ve ayrıca sizin bilmeyip de Allah'ın bildiği öbür düşmanları korkutursunuz…” (8/60) buyuruyor. Hemen sonraki ayette de savaş çıktıktan sonra, düşman veya “Saldırgan barışa yanaşırsa sen de ona / barışa  yanaş ve Allah'a güven!” (8/61) deniliyor.

Tabii ki Tevbe suresindeki “Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün” (9/5) ve “Bütün müşriklerle savaşın” (9/36) ayetleri ve benzerleriyle “barışa yanaş”mayı emreden ayetlerin bağlamları farklıdır. Bu konunun Nebevi mücadele seyri içindeki yeri için Sünnet’e bakılır ki o da bize şartlara bağlı olan savaşın da barışın da mutlak değil, mukayyet olduğunu gösterir. Çünkü barış/hazar halinde de olsak, her daim saldırıya hazır şeytanlıklar vardır.

Dünyanın dev teknolojisi, radarları ve bombalarıyla neredeyse yüzde 70’i yerle bir edilen ve artık İran’da olduğu gibi 18 ile 61 metre yerin altına tesir eden 30 bin librelik MOP bombalarıyla Kassam Tünellerinin yıkılma tehdidiyle karşı karşıya bulunan ve desteği alınan Gazze halkının artık açlıktan ve susuzluktan ölmeye başladığı ama bütün çaresizliklere rağmen teslimiyet şartlarını asla düşünmeyen bir direnişi takip ediyor, kanallar bulabildiğimiz oranda maddi katkılarımızla, eylemlerimizle ve dualarımızla bu mücadeleyi destekliyoruz.

Lakin ABD destekli İsrail’in katliamlarını durdurmanın askeri müdahaleden başka çıkar yolu gözükmemektedir.  Siyonist saldırıları durdurmak için küresel çaptaki diplomatik girişimler dünyanın Firavun’u ve BM’in ve kapitalist dünya sisteminin patronu ABD tarafından boşa çıkartılmaktadır.

Halkı Müslüman olan ülkelerden Gazze’de yaşanan katliam ve soykırıma karşı sesini yükselttiği halde silahlarını yükseltemeyen,  küresel vesayetten kurtulmaya çalışan Türkiye, İran, Pakistan, Yeni Suriye gibi ülke yönetimleri İsrail’den çok ABD ile çatışmaya girme riskinden dolayı siyonist güce fiili müdahaleden çekiniyorlar. Bu durumu da HAMAS direniş örgütü yetkilileri anlayışla karşıladıklarını ifade ediyorlar.

Bu ülke halklarının çok büyük kısmı reel şartlarda dua ve hayıflanmayla yetinmenin ötesinde Gazze’nin Müslüman halkı gibi direnişe, fedakarlığa ve “Hasbünallahü ve ni'me'l-vekîl” (Allah bize yeter, O ne güzel vekildir) diyecek  bütünsel bir itikad ve kimliğe henüz ulaşamamıştır. Toplumu İslamlaştırmadan, toplumdan da yönetiminden de İslami hedeflerin peşinden gitmesini hayal etmek Saff sûresinde belirtildiği gibi “Yapmayacağınız şeyi söylemek, Allah katında en sevilmeyen bir şeydir.” (61/3) ayetinin sorumluluğu kapsamındadır. Ayrıca ABD ile çatışma ortamına girip ülke imkanlarının Gazze gibi bir yıkıma uğraması istenilmediği için “Ordular Gazze”ye sloganı da vakıadan kopuk ve basiretli Müslümanlara yakışmayacak çok dar pencereli, son derece ütopik bir yaklaşımı ifade etmektedir. Hak ve adalet veya tevhidi kimlik etrafında halkıyla kitleleşemeyen, bunun için Müslümanların içtihadi ve stratejik kararlarını oluşturacak müşterek bir “ulu’l-emr şura heyeti” kuramayan ve en azından Afganistan ve Suriye’de olduğu gibi fiili bir özgürleşme mücadelesini üstlenmemiş hamasi ve hayali istekler ve arzular hem çokça şişirilen bir umut balonunu büyütüyor; hem kendileri ve kitleleri için vakıadan kopuk hayaller üretiyor.

Bugün Gazze’de, Resul-ü Ekrem’in Yesribli Yahudi kabilelerle yaptığı Medine Sözleşmesi veya Mekke Müşrikleriyle yaptığı 10 yıllık Hudeybiye Barış Antlaşmasının şartlarından çok daha ağır şartlar altında Hamas, Gazze’deki diğer direniş grupları İslami Cihad, FKÖ, Filistin Halk Cephesi ile beraber şartlar gereği ateşkesin sağlanması ve dengeli bir barış anlaşmasının yapılması noktasına gelmiştir. ABD Başkanı geçen hafta Türkiye dahil 8 halkı Müslim olan ülke başkanı ile oturum yapıp 17 maddelik bir barış planı sunmuştu. Sonra Başkan Trump, Siyonist ve soykırım suçlusu Başbakan Netanyahu ile görüştükten sonra 17 maddelik Barış planını 20 maddeye çıkarttı.

Pakistan bu taslağın kendilerine sunulan anlaşma olmadığını açıkladı. Son barış planında İsrail’in Gazze’nin yarısını elinde tutacağı ve böl-parçala şablonu içinde Gazze’deki Filistinlilere Gazzeli diyerek onları Filistinlilerden ayırmayı hedefledikleri anlaşılıyordu. Ayrıca bu son metin “Hamas’ın bazı liderleri affolunacak” gibi direniş mücadelesini terör gibi gösteren bazı hileler taşıyor. Hamas ve diğer direniş bileşenleri geri çekilme tarihinin açıklanmasını ve esir takasından sonra saldırmazlık garantisi istiyorlar.

Şuan teklif edilen şartlar iki ölümü gösteriyor. Bu barış bu haliyle kabul edilirse gönüllü ölüm yaşanacak; yani bugüne kadar ki direnişin tüm değerlerinden vaz geçen bir izzetsizlik ortaya çıkacak. Barış kabul edilmezse soykırım devam edecek.

Ancak müzakere şartlarını belirginleştirmek kaydıyla, barış teklifi bir çıkış olabilir mi diye hemen reddedilmedi. Müzakere şartlarının iyileştirilmesi için SUMUD hareketiyle yeniden gündemleşen ve insanlığın vicdanını uyandıran kitle etkinlikleri siyasi iktidarları da etkiliyor. Bizler de “ellerimizle olmasa bile, kalben buğz etmek yerine dillerimizle” Gazzeli kardeşlerimizin yanında olduğumuzu göstermeliyiz. Haykırışlarımızla kitleleşmeye çalışan eylemlerimiz Türkiye’de Gazze konusunu gündemin ilk sırasında inisiyatif tutmamız için oldukça önemli.

Tabii ki Gazze’de söz konusu olan mevzi bir yenilgidir. Ama ABD, ölme ve öldürme politikalarıyla yenilgiyi diz çökmeye ve kimliksel asimilasyona dönüştürmek istiyor. Ama Hamas da biliyor ki şehid oldukları zaman değil, küfre boyun eğdikleri, diz çöktükleri zaman ölürler. Evet şartlar zorlaştığında ve bizlerin de Ashab-ı Uhdud canavarları karşısında fiili çaresizliğe düştüğümüzde mağlubiyet söz konusu olabilir. Ama unutulmamalı Gazze direnişi yenilse de vicdanlarda, insani ve İslami uyanışı ateşlemede büyük bir meşale yaktı. Hamas, dünyadaki vicdan sahiplerini bütün farklılıklarına rağmen bir araya getirdi. Bu da insanların adalete susamışlığını gösteriyor. Bundan sonraki safha o meşaleyi söndürmemek ve çoğaltmaktır. Gazze direnişi erdemli gönüllere basireti, şecaati, ıslah ve inşa mücadelesi çizgisinde merhaleci mücadeleyle nasıl kitleleşilebileceğini öğretti. Ders çıkartabilenler için yenilgi sömürüye boyun eğmek değil, Uhud mağlubiyeti gibi yenilgilerimizden ders çıkartıp yeni hamlelere, yeni gönüllere ve yeni coğrafyalara yelken açmaya hazırlanmak demektir. Şair ne diyor: Damarlarımızda, kalplerimizde “Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır.” Çünkü İslam’ın ruhuna uygun hakiki bir savaşta kaybetmek yoktur. Çünkü kazanmamız gereken hakiki bir savaş hududullahı çiğneyen düşmana benzeyerek değil, Allah’ın rızasına dayanılarak kazanılır. O da sabırla ve talimle gelir. Sonucu ya zafer ya şehadettir. Yakup (a)’ın dediği gibi “Kafirler topluluğundan başkası Allah’tan ümidini kesmez.” (12/87) Kafirlerin kazancı dünyevi ve geçicidir, ama sonları ebedi kalacakları Cehennemdir. Müminlerin kazancı hak ederlerse ebedi mükafat yurdu Cennettir.

Ayrıca hak ederlerse Enbiya sûresinde Rabbimiz yemin ediyor: “Biz, Zikirden sonra Zeburda, yeryüzüne salih kullarımızın varis olacağını yazdık.” (21/105) buyuruyor. O zaman kendi müfsid dünyalarını ve iktidarlarını korumak ve insanlık fıtratı ile İslami kimliği tahrif etmek için mallarını, emeklerini, zamanlarını sarfeden kafirlerden, fasıklardan, zalimlerden daha cesur, daha fedakâr, daha çalışkan ve daha atak olmalıyız. Rabbimizin öğrettiği bu özellikler İslam ve insanlık düşmanlarına değil, hak ve adalet yolcuları ve yaşayan şehidler olmaya çalışanlara gereklidir.  O yolda Rabbimiz bizlere basiret, feraset, dirayet  ve istikamet kararlılığı versin. Bizleri hayatın sarp yokuşları karşısında “gevşemeyen, üzülmeyen gerçek müminlerin üstünlüğü”ne (3/138) erdirsin, istikametimizi muhkemleştirsin inşaallah.

 

YAZIYA YORUM KAT