1. YAZARLAR

  2. Melih Altınok

  3. Durun siz düşmansınız
Melih Altınok

Melih Altınok

Yazarın Tüm Yazıları >

Durun siz düşmansınız

29 Kasım 2011 Salı 18:14A+A-

Her kesim varoluşunu gerekçelendirmek için devlet aygıtının birincil düşmanın kendisi olduğu miti üzerinden hareket ediyor. Bu kabulün konforuna da dört elle sarılıyor. Hâl bu olunca da yalnızca kendisine vurulan darbelerin listesini tefrika etmek gözde siyaset yöntemi oluyor.

12 Mart, 12 Eylül solu vurdu.

27 Mayıs, 28 Şubat da mütedeyyinleri.

Peki ya en ideal biçimde çoğulculuğun ve temsiliyetin sağlandığı ve demokratik bir işleyişe sahip ilk Meclis’i işlevsiz kılan 1924 darbesi aslında neyi tasfiye etmişti?

Solu mu, sağı mı, liberalleri mi, dindarları mı, Kürtleri mi, Çerkeşleri mi?

Şeyh Sait İsyanı bahaneleriyle ilan edilen diktatörlüğü, Dersim Katliamı’nı, tek parti rejiminin dindarlar üzerindeki istibdadını düşünün. 6-7 Eylül olaylarına, Varlık Vergisi’ne, Çorum’a, Maraş’a, Fatsa’ya, Sivas’a, 90’lardaki OHAL maskeli Kürt ve solcu kıyımına bakın. Kimlere kastedildi?

Bugüne gelin. E-Muhtıra’nın, Ergenekon’un darbe planlarının, mesela Balyoz’un hedefinde hangi kesimler vardı?

Yalnızca AK Parti iktidarı mı? Gülen cemaati mi? Liberal-özgürlükçü aydınlar mı? Gayrı Müslimler mi?

Uzatmaya gerek yok, düşman hepimiziz. Bizler önemsesek de Türkiye oligarşisinin umurunda bile değil, adımız, sanımız, etnik aidiyetimiz, dünya görüşümüz.

Ne acıdır ki gün gibi ortada olan bu tabloya rağmen, halkın tek ve meşru temsilcisi parlamentonun ve onun içinden çıkan hükümetin muktedir olmasını savunmak Türkiye solun nezdinde pek prestijli bir iş değil. Hele ki iktidarda mütedeyyin refleksleri olan bir parti varsa.

Çünkü ortaya çıkan onca komploya rağmen bazı kesimler, 80 yıllık statükonun başat
karakterinin siyaset kurumunu işlevsiz kılarak vesayet ve süreli darbe rejimini meşrulaştırmak olduğunu kabul etmek istemiyorlar.

Tarihindeki onca mağduriyete karşın, son birkaç yıldır ülkenin içinde bulunduğu dönüşüm sürecinde solun aktör olamamasında bu körlük etkili oldu. Sol, 10-15 öncesine ait askerî vesayet tespitlerini AK Parti paranoyasıyla adeta çöpe attı. Üstüne bir de AK Parti iktidarının sola karşı zaman zaman gösterdiği husumet eklenince ne yazık ki solun statükonun yedeğine düşmesi kaçınılmaz oldu.

İşte Avrupalı sosyalistlerin (onlar da yandaş ya da cemaatçi olmalı) takdirle karşıladıkları Türkiye’deki reform sürecini desteklemediği ve statükonun yanında yer aldığı için CHP’ye ayar vermesinin altında da enikonu netleşen bu tablo var.

Bereket, dün Mehmet Baransu’nun Taraf’ın manşetten gördüğü haberinde olduğu gibi, askerî vesayetin aldığı tüm yaralara rağmen hale diri olduğu ve hükümetin bir garip uzlaşı peşinde koştuğu tehlikesine dikkat çekenler de var.

Bunu da ürkek davrandığı reform adımlarında hükümete mazeret üretmek için ya da hükümet yanlısı olduklarından değil, vesayet rejimine karşı olduklarından yapıyorlar.

İşte fark burada. Israrla manipüle edilen tavrın karakteristiği bu.

AK Parti’nin eski kurmaylarından Dengir Fırat, dün Neşe Düzel’e verdiği röportajda, hükümetin henüz 2007 yılında yeni bir anayasa yapmaması için askerler tarafından açıkça tehdit edildiğini söylüyor. Ancak “bu kadar olabilmiş” bir siyasal iktidarı eleştirirken, muktedirleşme “ihtimalinden” duyduğunuz rahatsızlığı ifade etmek için “sivil dikta geliyor” şerhini düşmek muhalefet etmek değildir.

Böyle muhalefet olmaz. Bu kaçak dövüşmektir ve hizmet ettiği yegâne cephe statükodur. Sivil siyaseti reformlar için yüreklendirmek şöyle dursun, onu tepkileri yumuşatmak için statükoyla daha ılımlı bir mücadele çizgisine çekilme zorlar.

Bu ruh hali, mesela, AK Parti’nin xqw yasağının değiştirilmemesinin değil varlığının müsebbibi olduğu tesbitine kadar sürükler insanı. Sonuçta da bu tavır, yasağı milim oynatamadığı yetmiyormuş gibi, söz konusu saçmalığın varlık sebebini örter, asıl sorumlularla ve onların zihniyetiyle hesaplanılmasını engeller.

Fırat’ın “sınırları var” dediği Başbakan’ı ve AK Parti hükümetini, yani siyaset kurumunu sınırlandırmak gerektiğini savunmak ancak muhalefetsizliği müzminleştirir.

Siyaset kanallarının açılmasının, eşit şartlarda ve demokrasi içerisinde siyaset yapabilmenin, alternatifler üretilebilmesinin yegâne koşulu, iktidarın iktidar hakkının onun dünya görüşünden bağımsız olarak verilmesini savunmaktan geçer.

İşte o zaman yürütmenin Van depremindeki acizliğinden, KCK operasyonlarında şirazesi kayan yargıdan ve kolluktan, faşizan ceza kanunlarından, gerçekleştirilemeyen reformlardan yakınmanızın bir anlamı olur.

Beraber ezildiğiniz dostlarınıza düşman kesilip, hepimizin düşmanı olan vesayet rejimine dostluk ettikçe, reform sürecinin, yani hepimizin mezarını kazıyorsunuz.

Çünkü AK Parti’nin böyle alternatifsiz hale gelmesinde, reform sürecinin rölantiye alınmasında, o insafsız dostluğunuzun kaçınılmaz sonucu olan bir acayip muhalifliğinizin az payı yok hani.

[email protected]

TARAF

YAZIYA YORUM KAT