1. YAZARLAR

  2. FATMA GÜLBAHAR MAĞAT

  3. Diyanetten Davacıyım
FATMA GÜLBAHAR MAĞAT

FATMA GÜLBAHAR MAĞAT

Yazarın Tüm Yazıları >

Diyanetten Davacıyım

04 Aralık 2008 Perşembe 13:00A+A-

Esselamun Aleyküm ve Rahmetullahi ve Berekatuhu

Biliyorum, son mektubumun üzerinden seneler geçti ve sen beni hayırsızlıkla itham ediyorsun. Belki haklısın, lakin “iyi günde değil kötü günde, mutluyken değil üzüntülü anlarda dostlar daha çok birbirini hatırlamalı, derdini, ihtiyacını sormalı. ‘Amaan yaşayıp gidiyor işte’, diyerek bananecilik yapmamalı” diyordun ya hep. Ben de kısmen rahat olduğunun bilincinde olmanın rahatlığıyla hep erteliyor veya araya sıkıştıramıyordum cevabi mektubumu. Yoksa babalarımıza, kocalarımıza ve hatta patronlarımıza rağmen hiç yanlız bırakmadık birbirimizi. En azından, bir arkadaşının da dediği gibi, ‘hayırsız dostlar’dan olmadım hiçbir zaman. Bunu bizzat sen söylemiştin hatırlarsan.

Ama ben şimdi hüzünlüyüm, üzüntülüyüm arkadaşım. Yaşam takvimimden dökülen her bir yaprakla, daha bir artıyor hüznüm. ‘Yaş 35, yolun yarısı’ demiş şair. Sonrasında ne kadar yaşayacağımızı Allah bilir amma, kadınlar için zindeliğin son demleri gibidir 35 yaş.

Eş, aş, iş, çocuk derken, bir de evlendikten sonra kadınlarımızın kendilerini koyvermelerini eklersen (istisnalar hariç), 35 yaş gençliğin zirvesi gibi geliyor insana. Çocuklarımız dahi yaşımızı sorduklarında, bu kıyılarda geziniyorsak eğer, “amma da büyükmüşsün, bizim öğretmen bile daha 25 veya 30 yaşında” cevabını alıyoruz. Düşen her bir yaprak, doğan her yeni güneş, kaybolan her bir yıldızla birlikte ölüme, ecel daha çalmayacaksa kapımızı, yaşlılığa koşuyoruz hızlı adımlarla...

Bir aşk ateşidir yakıyor içimi. İlk 20’li yaşlarda düştü yüreğime korları. Ümitsiz bir sevda benimkisi diyerek küllemeye çalıştım gizliden, sessiz sessiz. Sonra bir ışık parladı uzaklardan apansız. Yine sardı beni bu ateş. Ümit kesmek yakışmaz sana, uzat ellerini, yakalamaya çalış dedim kendi kendime... Koskoca yedi yıldır koşuyorum bu sevdanın peşinden. Ama hep hüsran, hep şanssızlık yakalıyor beni ensemden.

“Hadi ama, ne anlatmaya çalışıyorsun sen? Hangi sevdaymış bu benim bilmediğim?” diye söyleniyorsundur şimdi. Ama sen de biliyorsun bu sevdamı. Adını söylesem hemen anlayacaksın, senin de için burkulacak... Tamam, uzatmıyorum. Anlatıyorum işte hüznümün sebebini.

İçimde azda olsa, tam olarak ne manaya geldiğini kavrayamamış olsam da vardı daha önceleri ama, Ali Şeriati iyice ümitlendirdi, bu sevdayla tutuşmama neden oldu. Aklımdan hiç çıkaramaz oldum. Bak, bir hac mevsimi daha geçmek üzere ve ben bu yıl da hacca gidemedim. Beş yıl bıkmadan, şartlar elvermediği için görevli olarak o topraklara gidebilirmiyim hayaliyle yaşadım. Her yıl tekrar, tekrar ve tekrar başvurdum. Kısmetim, şansım ve dayılarım olmadığı için hep olumsuz cevap aldım.

Yok dedim, olmayacak böyle. Rabbim kendi imkanlarımla gitmemi istiyor. Zorladık şartları, oluşturduk zemini. Eşimle gitmek için ahdettik. Sevinç deryalarında yüzüyorduk artık. Yatırdık kayıt ücretlerini, başvurduk diyanete. Olmadı!.. Yine gülmedi yüzüm. “Üzülmeyin, sonraki yıl ikinci kez başvuranlara öncelik tanınıyor, gidersiniz inşallah” dediler. Yine bir ümit, yine bir sevinç dalgası yayıldı tüm bedenime.

Bir yılın geçmesini bekledim hasretle. Kayıtlar başlar başlamaz koştum yine müftüğe. Hemen yeniledim kayıtları. Heyhat! Bir haber kırdı kolumu kanadımı. Hac için yapılan kota yetmezmiş gibi, bu kez de diyanet çelme takmaya çalışıyordu hacı adaylarına. “Haksızlık oluyor, başvuran sayısı her yıl artıyor” bahanesiyle, ikinci ve üçüncü kez başvuranlara tanınan öncelik hakkını kaldırmışlar. Yani her başvuruda, ilk defa gibi kuraya katılacakmış adaylar. Eyvahlar olsun! Az kaldı, sevgiliyle evinde hemhal olmak çok yakın sevinciyle çırpınırken yüreğim, hevesim yine kursağımda kaldı!..

Ve biz yine kuradayız, ve biz elimiz boş, yüreğim yaralı, bir yanım eksik, gıptayla karışık hüzünle el sallıyoruz gidenlerin ardından...

Haksızmıyım arkadaşım? Bu kadar da ket vurulmaz ki bir insanın işine. Yaş geçiyor, bel bükülüyor. Eller tutmaz, ayaklar yürümez oluyor. Ben ömrümün son demlerinde, ölüm kapıya dayanmışken yaşamak istemiyorum ki haccı! Dizler titreyerek, şeker, tansiyon, kalp gibi hastalıklara düçar olduktan sonra değil, attığım her adımı doyasıya hissederek, ‘yaşarken ölenlerden’(1) olmak için gitmek istiyorum o kutsal topraklara!

Ben artık İbrahim’in nasıl kurban için söz verdiğini, İsmail’in nasıl razı olduğunu, Hacer’in o an neler hissetmiş olacağını okumak veya dinlemek istemiyorum ki. Ben Hacer gibi dinç, Hacer gibi çaresiz ve Hacer gibi inançla koşmak istiyorum Safa- Merve arasında. ‘Afrikalı, siyah derili, cariye’(2) kadının yaşadıklarını orada yaşamaya çalışmak, kovulmuş, istenmemiş ve aşağılanmış o kadının, o annenin, Rabbi eliyle nasıl yüceltilip şereflendirildiğini iliklerime kadar hissetmek, bir kadın, bir anne, bir müslüman olarak, verdiği nimetlerden dolayı teşekkür etmek istiyorum Rabbime.

Ölmeden mahşeri yaşamak, insanların akın akın Rablerine koştukları o anda kendimden sıyrılıp Allah’a doğru yönelmek istiyorum.

“Hacc, ipi kaçmış bir ip yumağındaki gibi, seninde kendi ucunu bulup çözmendir. Bir düğüm, bir tek ‘inkılabî niyet’ ile açılır, ufukta belirir, yola koyulan dümdüz bir hatta yol alarak sonsuzluğa doğru, O’nun yönüne doğru göç eder. Kendi evinden, Allah’ın evine. Sen insandın, Adem’in çocuğuydun, ama tarih, hayat, insanlık dışı toplumsal düzen seni değiştirdi, başkalaştırdı. Kendinden, fıtratından uzaklaştırdı, seni sana yabancılaştırdı.

İnsandın, Allah’ın halifesiydin. Allah’ın özel emanetçisiydin, tabiatın efendisi idin, Allah’ın yakınıydın. Sana Allah’ın ruhu üflenmişti. Allah’ın özel öğrencisiydin. Bütün isimleri sana öğretmişti. Kalemle sana öğretti. Seni yaratınca, uzaktaki yakındaki bütün melekleri ayaklarına kapandırdı. Yeri-göğü hizmetine sundu... Ve ne yapacağını görmek için seni gözetlemeye başladı.

Ama sen tarih rotasını önüne kattın, yola düştün. Allah’ın emaneti omuzlarında, sözleşmesi elinde, öğrettiği isimler kalbinde, ruhu ‘varlığının’ merkezinde... ‘Asr’ bütün sermayen ve sen ne iş işlersin? Bütün yaptığın sermayeden yemek! Yaşamının semeresi zarar etmek, üstelik kârdan zarar değil, sermayeden zarar, yani hüsran. Ve o asra andolsun ki, insan her dem zarardadır. Bunun adı da yaşamak! Sen bugüne değin ne yaptın? Elinde ne var?

Para oldun, şehvet oldun, işkembe oldun, yalan oldun. Vahşi oldun, kof oldun, içi boş oldun, bomboş! Başlangıçta pis bir çamurken, sana ruhundan üfledi. Nerede o ruh?.. Varlığını bataklıktan kurtar, sahile at. Yüzkarası kentten, çiftlikten ve bayındırlıktan, kuru, kızgın kum çölleri üzerinden ve vahyin yağdığı gökyüzü altından geçerek, yüzünü Allah’a doğru çevir.

Ey kurumuş, sararmış, içi boş kamış! Ey düşmanların eğlence aracı! Ey başkalarının dudaklarına hoş melodiler konduran kişi! Artık kendi sazlığına, öz kamışlığına yölen.” Diyor Şeriati. Ben de el sallayanlardan değil, İbrahim’in çağrısına uyanlardan olmak istiyorum.

‘Bütün insanlara haccı ilan et ki! Gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan gelen yorgun argın develer üzerinde sana gelsinler de kendilerine ait hacdaki menfaatleri yakınen görsünler...’(3)

Dilin, rengin, ırkın, kıyafetin, zenginliğin, patronluğun, zayıflığın olmadığı, herkesin bir olduğu, aşkına yöneldiği, her nevi kötülüğün, çirkinliğin, çirkefliğin geride bırakıldığı, ana sütü gibi ak, bebek kadar masum olabilmek için sözün verildiği, milyonlarca kalbin tek yürek attığı, Allah’ın evinde O’na yönelmek, elimi eline uzatmak ve bir daha çekmemek istiyorum. Değilmi ki bütün hac Hacer’in anısına bağlanmıştır. Hicret etmeyi, muhacir olmayı arzuluyorum.(4)

Abarttığımı, fazla uzun boylu düşündüğümü mü söyleyeceksin? Her ibadetin bir sevabı var, Allah güç yettirenin gitmesini emrettiğini mi hatırlatacaksın? İmkanlar elvermediyse, üzüntümün yersiz olduğunumu anlatacaksın?

Hayır arkadaşım, bana bunların hiçbirini söyleme! Ömründe hiç olmazsa bir kere gitme şerhi, bu ibadeti daha bir anlamlı kılıyor benim gözümde. O kadar ehemmiyet vermese, bizim için hayırlı görmese, yükler miydi bu sorumluluğu omuzlarımıza? Ömrümüzün sınırını biliyor muyuz ki? Sabaha çıkacağımızı kim garanti edebilir? Öyleyse her fırsatta O’na yönelmenin telaşıyla ve aynı zamanda heyecanıyla yaşamak, oluşacak ilk fırsatta vazifemizi yerine getirmek için çabalamak gerekmez mi?

M. İslamoğlu bir sohbetinde, fırsatını bulduğun anda uçakla, arabayla, atla ve hatta eşek sırtında fırsatları değerendirmekten bahsediyordu. Tüm hazırlığı yapıp bir daha dönmeyecekmişcesine, borçlarını ödeyip emanetleri dağıtıp, tüm işlerini halledip, kalanları emniyetle bıraktıktan sonra, gerekirse 3 aylık, gerekirse 5 aylık yolculukla da neticelense, gitmek gerek. Öyle ya, sen de ancak böyle bir fırsat oluşturabiliyorsun. Rabbin sana evini arabanı aldıktan, oğlunu kızını evlendirdikten, mesleğinde zirveye oturduktan veya emekli olduktan sonra gel demiyor. Ömründe hiç olmazsa bir kez, fırsatını yakaladığın ilk anda çağırıyor diyordu.

‘Orada apaçık ayetler (ve) İbrahim'in makamı vardır. Kim oraya girerse o güvenliktedir. Ona bir yol bulup güç yetirenlerin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır. Kim de inkâr ederse, şüphesiz, Allah alemlere karşı muhtaç olmayandır.’(5)

Bu fırsatı biz nasıl yakalayacağız? 50, 60, hatta 70 yaşını bekleyerek mi? Hepimiz bu yaşlara kavuşacak mıyız? Kavuşsak bile gençliğimizin, olgunluğumuzun, verimliliğimizin en çağlayan zamanlarındaki hazzı alabilecek, kavrayacak, tertemiz olarak döndüğümüzde bunu etrafımıza yansıtma, hissettirme imkanına sahip olabilecek miyiz?

Ben Arabı, Türkü, Kürdü, Almanı, Çinnlisi, Fransızı, Asyalısı, Avrupalısıyla, tüm bağrı İslam ateşi ve Allah aşkıyla yananlarla tanışmak, konuşmak, İslamın ve müslümanların içinde bulunduğu şartları tartışmak, münazara etmek, ortak çareler bulmak, programlar yapmak, öze dönüşün yolunu çizmek, orada yükselen ‘Lebbeyk’ seslerinin hayatımızın her anında hafsalalarımızda kalmasını sağlamak, Resulullah’ın davasına, O’nun gibi sahip çıkmak, haccı vesile kılmak istiyorum.

Namaz gibi, oruç gibi bireysel, kişiye münhasır bir ibadet olarak görseydi eğer Rabbim,  aynı zamanda, tüm dünya müslümanlarının akın akın evine gelmesi çağrısını yaptırır mıydı İbrahim’e? Evime dönünce aldığım hurmaları, hediyeleri, getirdiğim zemzem suyunu dağıtmakla, oranın maneviyatından duyduğum hassasiyeti gözü yaşlı ağlayarak anlatmakla vazifemi tamamlamış olacak mıyım sence?

Hayır!.. Ben öğrenmek, tanımak, şuurlanmak, ilahi aşkı tatmak, gerçekten imanlılardan olmak, gecenin karanlığında bir sel gibi akan kalabalıkta bir damla su olabilmek istiyorum. Zafere koşan bir nefer!.. Ne yaptığının bilinciyle, sırf yapmış olmak veya şeklini korumak için değil, tüm gücümle, inatla Rabbine diklenmenin intikamını alırcasına taşlamak istiyorum şeytanı.

Ve İbrahim gibi İsmail’imi/İsmail’lerimi kurban etmek! O’nun evladı, ciğerparesi, beklemediği bir anda müjdelenen, eziyetli geçen yıllarının ödülü olan oğluydu kurban etmesi gereken. Peki benimki?

Makam, şeref, kariyer, meslek, para, ev, araba, eş, aile, evlat, bahçe, haysiyet, bilgi, rütbe, sanat, can, gençlik, güzellik hangisiyse eğer, onu/onları kurban etmek istiyorum gözümü kırpmadan. En büyük savaşı kazanmak, kendimle olan mücadeleyi zaferle sonlandırmak, Allah’ı İsmailime tercih etmek, tarihteki en büyük savaşın muzafferi olmak istiyorum...

De ki: İnsanların Rabbine sığınırım. İnsanların malikine, İnsanların (gerçek) İlahına; 'Sinsice, kalplere vesvese ve şüphe düşürüp duran' vesvesecinin şerrinden. Ki o, insanların göğüslerine vesvese verir (içlerine kuşku, kuruntu fısıldar); Gerek cinlerden, gerekse insanlardan (olan her hannas'tan Allah'a sığınırım). ‘(6)

‘De ki: Sabahın Rabbine sığınırım. Yarattığı şeylerin şerrinden, Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, Düğümlere üfüren-kadınların şerrinden, Ve hased ettiği zaman, hasetçinin şerrinden.’(7)

İşte böyle arkadaşım. Beni yaralayan derdim, kederim hacca gidememek, belki de gidemeden buradan göçmek. Rabbimden hayırlısıyla, hepimize tez zamanda hacca gitme fırsatını yakalamayı nasip etmesini niyaz ediyor, bu vesileyle Kurban Bayramınızı en içten dileklerimle kutlayarak, sizleri Allah’a emanet ediyorum.

Selam ve dua ile.

 

Dipnotlar

1- Hadis

2- Ali Şeriati

3- Hacc suresi/27

4- Hicret kelimesi Hacer isminden türemiştir. Muhacir ise, en büyük tevhidi insandır, Hacer gibi insandır. (A. Şeriati) “Muhacir, Hacer gibi olan insandır.” (hadis)

5- Al-i İmran suresi/97

6- Nas suresi

7- Felak suresi

YAZIYA YORUM KAT

2 Yorum