1. YAZARLAR

  2. Nuray Mert

  3. Derin ‘demokrat’lık
Nuray Mert

Nuray Mert

Yazarın Tüm Yazıları >

Derin ‘demokrat’lık

24 Temmuz 2008 Perşembe 05:26A+A-

 ‘Aydın sorumluluğu’ gibi yüceltmelerden hep rahatsız olmuşumdur. Aydın nedir, neye aymıştır, tartışmalı mevzu. Bunun ötesinde hepimizin insan sorumluluğu olduğunu düşünüyorum. Bazılarımızın işi toplum, tarih, siyaset üzerine çalışmak, izlemek olduğu için belki fazladan sorumluluğumuz var veya böyle hissediyoruz, hepsi bu. Ama bir sorumluluk hissedip, bunu iş edindiğinizde, hele köşe yazmaya başladığınızda işler çetrefilleşiyor. Bir sahneye çıkıyorsunuz ve o sahne Türkiye’de dönüp dolaşıp giderek, daha kirli bir sahneye dönüşüyor.

Başörtüsü başta olmak üzere dini inanca ilişkin yasak ve tabulara karşı çıktığım için, yıllarca ismim ‘başörtücü’ye çıktı. Özelleştirmeye karşı çıkan yazı yazdığımda bile, ‘sana ne oluyor, başörtücü, bu bizim işimiz’ diyen solcular gördüm. Merak eden, Radikal’in okuyucu tepkileri arşivine bakabilir. Başbakan ile Kürt meselesi üzerine toplantı yapan bir grubun içinde olduğum için, o güne kadar yakın arkadaşım olan bazıları ‘satılmış’ diye yazılar döşendi, televizyon konuşmaları yaptı. Sağ/muhafazakâr çevrelerde yaygın olan, sonra bu çevreyi aşıp ulusalcılık denen söylem içinde filizlenen, anti-semitik anlayışa karşı bir şeyler söyledim diye, mezun olduğum lise kanıt olarak görülüp ‘dönme’ diye yaftalandım. Yetmedi, bazı İslamcı yazarlar 500. yıl vakfı kurucularından olduğum dedikodusunu yaymaya başladılar.

Gün geldi, devran döndü, Ergenekon üzerinden bir garip hesaplaşma başladı, bu kez, konu başörtüsü olduğunda ‘işte demokrat böyle olunur’ diye methiye dizenler, bir gecede demokrasi karşıtı olduğuma kanaat getirdiler. O da yetmedi, bir Türk İntikam Tugayları (TİT) uzantısı olmadığım kalmıştı. Onu da, ‘utanmaz adam’ tamamladı. Geçen yazımda söylediğim şeylere cevap yazmak, yalanlamak elinden gelmediği için, bu yola başvurmak durumunda kalmış, mazurdur.

Ama bakarmısınız genel tabloya, geldiğimiz noktaya. Hiçbir söylediğimi tartışılmaz kabul etmedim, ama böyle mi tartışılır? İnsan düşünce hayatının her safhasında, bambaşka şeylerle bu derece vahim bir şekilde mahkûm edilebilir mi? Üstelik, söylediğim şeylere ilişkin hiçbir çıkar ilişkisi içinde olmadığım bu kadar net ve açıkken.

Sizce bu durumda, Türkiye’nin bu tepki haritasında, garip bir şey yok mu? Sakın tüm mesele, kimsenin durup düşünmeye ve özellikle farklı düşünceye tahammülsüzlüğü olmasın?

Bu şahsi bir mesele değil, bu karanlık yüzümüz. Konuşmayı beceremediğimiz sürece karanlıklaşıyoruz. Aslında, derin devlet değirmenine, her dönem birilerinin, farklı çevrelerin, değirmen taşıyabilmesinde de bu karanlık yüzümüz devreye giriyor. Demokrasi tartışmamız bile ‘derin demokrat’lığa varıyor. Derin devlet ‘komünizme karşı’ örgütlendiğinde komünizme karşı olanı, Kürtlere karşı örgütlendiğinde Kürtlere karşı olanı, Ermeni meselesi ile güya mücadele ederken milliyetçi olanı kolayca barındırabiliyor. Şahıs olarak değil, siyaset olarak, bir siyasetin dili olarak yanına alabiliyor. Sonra bir gün geliyor, derin devlet eskimiş yüzünü değiştirmek zorunda kaldığında, eski derin devletçiler demokrat olarak kılıç kuşanabiliyor. Ben bundan demokrasi çıkmaz diyorum. Olay bundan ibaret.

Geldiğimiz noktada, niyetimiz sahihse, kılıç kuşanmadan, durup düşünelim diyorum. Ama görüyoruz ki, niyeti üzüm yemek olan o kadar az insan varmış ki, umutuzluğum eşiğinde olmamak mümkün değil. Soru sormak deyince, Yeni Şafak’da Kürşat Bumin’in ‘Gladio’dan Ergenekon’a nasıl gelindi?’ başlıklı yazısı ile başlayan (19 Temmuz 2008) üç yazısını, derdi gerçekten sorgulama hesaplaşma olan herkese tavsiye ederim.

Son olarak, beni karalamaya çalışanlara bir şey hatırlatayım; benim işgal ettiğim en fazla bir köşe. O köşeden hiç bir çıkar, iktidar ağı içine uzanan bağ yok. O nedenle, çabaları nafile. Çaresizlikten, işi TİT’e bağlamak gibi komikliklerle zaman harcamasınlar.

RADİKAL

YAZIYA YORUM KAT