1. YAZARLAR

  2. Ahmet Kekeç

  3. Darbeyle korkutma sezonu açıldı
Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Yazarın Tüm Yazıları >

Darbeyle korkutma sezonu açıldı

04 Şubat 2009 Çarşamba 19:55A+A-

Hayırlı uğurlu olsun... Yeni bir seçim sathı mailine, dolayısıyla benzeri onlarca defa denenmiş ama sonuç elde edilememiş yeni bir ‘darbeyle korkutma sürecine’ girdik.

‘Ben bir komedyenim’ diyen arkadaş (hadi ismini de söyleyelim, Müjdat Gezen), ‘1960’ı hatırlasınlar’ diyordu.

Hatırlıyoruz.

Herhalde, ‘korkutulanlar’ da hatırlıyorlardır.

Kendilerini bedavadan takdir makamına oturtup, ‘korkutma’ haklarını tepe tepe kullananlar da hatırlasınlar.

Zahmet olmazsa, bir de ‘siyasi projeksiyon’ yapsınlar:

Korkutma politikasının sonucunda varacağımız yer neresidir?

Korkutma önceliğine sahip olanlar, neden bilinçaltı bir refleksle, kabahati korku salanlarda değil de, hep ‘korkutulanlarda’ arıyorlar?

Bu davranışın bir vicdanı var mı?

Bir ahlakı var mı?

İşte, 28 Şubat’ın ‘andıç mağduru’ Mehmet Ali Birand da dilinin altındaki baklayı çıkardı.

İsrail’i kaybetmemiz durumunda ‘olabilecekleri’ anlatıyor ve Başbakan Erdoğan’ı uyarıyor.

Daha doğrusu, korkutuyor...

Diyor ki, ‘Politikacılar bazen güçlerini abartırlar. Gerçekleri görmezler. Bazı dengeleri bozabileceklerini, cesurca adımlar atıp, bazı alışılmış politikaları kırabileceklerini düşünürler. Ancak bunu yapabilmek için, ellerindeki kartları iyi hesap etmeleri, gerçekçi davranmak zorunda olduklarını unutuverirler. Sokağın büyüsüne kapılmak, sert demeçlerle bir yere varılamayacağını hesaplayamazlar. Menderes’in Moskova’ya göz kırpmasının ardından nasıl bir darbeyle düştüğünü hatırlayalım.’

Peki, hatırlayalım...

Menderes, evet, dış politikada verdiği ‘değişiklik sinyalleri’yle birdenbire müttefikimiz Amerika’nın hedefi haline gelmiş, bir anlamda darbeyi buyur etmişti.

İyi de, ‘darbe’ sadece düğmeye basan elin marifetiyle gerçekleşen bir şey midir ki?

İçeride, ‘düğmeye basılmasını’ bekleyen gücün rolünü neden hatırlamak istemiyorsunuz?

Bu güce bir itirazınız olmayacak mı?

Bu güç meşruiyetini (demokratik normale müdahale etme hakkını) nereden alıyor?

Halktan ve halkın değer tercihlerinden mi? Yoksa ‘düğmeye basan el’in mevcudiyetinden mi?

Bence ikincisi...

İkincisi geçerliyse, demek ki ‘rejimi kurtarma’ áli maksadıyla onar yıllık periyodlarla müdahale seçeneğini devreye sokanlar, hiç de yerli ve milli reflekslerle kalkışmıyorlar bu işlere...

Dolayısıyla, onları ‘içeri’de karar mekanizmalarına konuşlandıran akıl da, ‘yerli’ ve ‘milli’ bir akıl değil.

Oysa bu güç, bize yıllarca kendisini ‘milli’ olarak yutturdu.

Bizleri milli politikalar çevresinde örgütlenmeye çağırdı...

Milli devlete sahip çıkmamızı istedi...

Ellerimize bayraklar tutuşturdu...

Heyecanlı marşlar okuttu...

Mustafa Kemal posterleri taşıttı...

Ne yani, rejimin tehlikede olduğuna inananlar, günün birinde Türkiye’de darbe yapmaya kalkışsalar, bunu Amerika ve İsrail istediği için mi yapmış olacaklar?

Liberal dostumuz Birand ne demek istiyor?

Sözlerini nasıl okumalıyız?

İkrar mı, yoksa itiraf mı?

STAR

YAZIYA YORUM KAT