1. YAZARLAR

  2. Leyla İpekçi

  3. CHP’nin ‘nasıl’ sorusuna ihtiyacı yok mu
Leyla İpekçi

Leyla İpekçi

Yazarın Tüm Yazıları >

CHP’nin ‘nasıl’ sorusuna ihtiyacı yok mu

21 Aralık 2010 Salı 13:42A+A-

Kılıçdaroğlu, CHP kurultayında Radikal’in ifadesiyle “tam 41 tane somut vaat”te bulunmuş. “Siyasi ahlak yasası çıkarılacak” bu somut vaatlerden biri. “Çevre talanına dur denecek,” bir diğeri. “Siyasetin finansmanı şeffaf hale getirilecek” de bu vaatler arasında yer bulmuş. Ve tabii en somutu da şu: “Yeni bir anayasa hayata geçirilecek.”

Geçen seçim döneminde AKP’nin bir sivil anayasa vaadinde bulunduğunu, bunu vaat olarak bırakmadığını, bir profesörler kurulu oluşturduğunu unutmak mı gerekiyor acaba pat diye sorunsuz bir sivil anayasa yapılacağına somut biçimde ikna olmak için?

Madde madde tartışmıştık yeni anayasa taslağını. Paneller düzenledik, sivil toplum örgütleri kendi taslaklarını açıkladılar. Üzerine onlarca makale, hatta kitap bile yazıldı... Bunca “somutluğa” rağmen sivil anayasanın ne sebeple hayata geçirilemediğini hep birlikte unuttuk galiba. CHP’nin daha ilk andan itibaren hiçbir somut öneriyi tartışmayan kaskatı tavrını mesela?

Tek sloganları şuydu: “Bu AKP anayasası!” Kendi seçmeninde bu partiye karşı oluşturulan düşmanlığı (ille gizli bir gündemleri olduğunu vesaire) her vesilede kullanan CHP’nin demokratikleşme ve özgürlüklerin önünü tıkayışını hep birlikte izlemedik mi?

“AKP değiştim deyince ikna oluyorsunuz da neden CHP’ye ikna olmuyorsunuz” sorusu baştan sona “altmetin” içeren, anlamsız, zihin bulandırıcı ve çarpıtılmış bir soru. Her konuyu kendi biricikliği içinde değil de bir “mütekabiliyet esası” prensibiyle değerlendirme gayretimiz yüzünden kendi ufkumuzu giderek daraltıyoruz.

Kılıçdaroğlu’nun “yeni bir anayasa hayata geçirilecek” vaadini somut olarak yorumlayanlara ve “neden CHP’nin değiştiğine inanmak istemiyorsunuz” diyenlere şu en basit, çocukların dahi kolayca anlayacağı somutlukta sorulardan bir tanesini soralım sadece. Bin birinci kere:

Kılıçdaroğlu’na “anayasa taslağınızı hazırlatırken diğer partilerle ve sivil toplumla uzlaşmaya gidecek misiniz” diye sordunuz mu? Peki, ondan şu sorunun da yanıtını duydunuz mu: “Ya sizin yaptığınız gibi muhalefetteki siyasi partiler ve sivil toplumun bir kısmı daha ilk andan uzlaşmazlarsa (Aaaa ama bu CHP anayasası!) ‘B Planı’nız ne olacak?”

Peki, Kılıçdaroğlu’ndan şu en kritik konuda doyurucu bir yanıt aldınız mı: “Kürt kelimesini telaffuz etmeyen bir parti olarak ‘anayasal vatandaşlık’ tanımınız nedir? Anayasa’da bunu nasıl somutlaştıracaksınız?”

Kılıçdaroğlu’nun “faili meçhuller aydınlatılacaktır” sözünü somut vaat olarak görenler, Hrant davasını kilitleyenlere dek ulaşabileceğine hemen ikna olabildiler mi mesela? Ondan Dersim katliamının içyüzüyle partisini yüzleştirmesini de bekliyorlar mı sözgelimi?

İktidara gelir gelmez AB üyesi tüm ülkelere teker teker gitmekle ve o vakte dek yapılmamış çetin müzakereler yapmakla işe başlayan Erdoğan hükümetinin onlarca vaadini somutlaştırmış olmasıyla Kılıçdaroğlu’nun “bize oy verin, göreceksiniz” yaklaşımı bugünden bakarak aynı birimle tartılabilir mi?

Bu yaklaşımlar arasındaki farkları saymak için “taraf” olmaya gerek var mıdır ille? Erdoğan hükümetinin yaptıklarını teslim ederken, yapamadıkları ve yapmak istemedikleri yüzünden onu eleştiren biri olarak, bu farka işaret etmemek olur mu hiç?

Kendi adıma Kılıçdaroğlu’nun Baykal’dan çok daha birleştirici olduğunu ve oy oranlarını arttıracağını gözlemliyorum yine de. Çünkü onun “nasıl”lara ihtiyacı yok. “Nasıl”lara girdikçe parti tabanı ve seçmeniyle ters düşmeye başlıyor.

Kılıçdaroğlu ister 68 ruhunu diriltmeye çalışsın, ister gençleri örgütlü bir isyana davet edip “arkanızdayız” mesajı vererek bir gençlik hareketi oluşturmaya çalışsın, ister hükümet yorgunu seçmenlerin yoksulluk ve istihdam söylemleriyle oyunu alsın: Fark etmiyor. CHP’yi yumuşak Kemalizm’le diriltmeye çalışanlar tüm bunlar olmadan da birbirleriyle ittifak ediyorlar.

Toplumsal katmanda ise bunun tezahürleri farklı olabilir. Ve olumlu olduğu kadar çok riskli süreçler de ortaya çıkabilir. Birincisi Başbakan’ın Kürt meselesinin çözümü ve barış görüşmeleri sürecinde elini kolaylaştırabilir. Nitekim Erdoğan bu sayede ilk kez “Kürt halkı” ifadesini dahi kullanmayı başardı!

İkincisi, gençliğe verilen “arkanızdayız” mesajının tezahürleriyle ilgili. Solu içerden eleştiren demokrat aydınlara düzenlenen karalama ve hedef gösterme kampanyaları (en sonuncusu Nabi Yağcı’ya idi, şiddetle kınıyorum) sanıldığı gibi nitelikli bir solcu hareket yaratıp içerikli kutuplaşma yaratmak yerine “cahilce” şiddeti körükleyebilir.

Artık hepimizin çoktan biliyor olması gerek öyle değil mi? Solcu gençleri manipüle edenler arasında da, sağ sol çatışmasını kışkırtanlar arasında da geçmişte hep “resmî görevliler”in olduğunu? 27 Mayıs’ta olduğu gibi, bir gün yönetime el koyabilmek için bu gençlerin şiddetine en çok onların ihtiyaç duyduğunu?..

TARAF

YAZIYA YORUM KAT