1. HABERLER

  2. ETKİNLİK

  3. Bartın'da "İskilipli Atıf Hoca" Semineri
Bartında İskilipli Atıf Hoca Semineri

Bartın'da "İskilipli Atıf Hoca" Semineri

Özgür-Der Bartın Temsilciliği'nin "Kayıp Öncülerimizden İskilipli Atıf Hoca" konulu semineri Bülent Gökgöz sundu.

14 Mart 2013 Perşembe 06:20A+A-

HAKSÖZ-HABER

Özgür-Der Bartın Temsilciliği'nin "Kayıp Öncülerimizden İskilipli Atıf Hoca" konulu seminer programı, Özgür-Der Çorum Şubesi Başkanı Bülent Gökgöz'ün katılımıyla gerçekleştirildi.

Program, İskilipli Atıf Hoca'nın hayatı ve mücadelesini anlatan sinevizyon gösterimiyle başladı. Sinevizyon gösteriminin ardından söz alan Bülent Gökgöz şu değinilerde bulundu:

Özgür-Der Çorum Şubesi, 2 yıl önce Atıf Hoca'yı gündeme getirmek için onun mezarı başında bir anma açıklaması yaptı. O açıklamanın ardından değişik kesimlerden tepkiler geldi. Sadece kemalistler tepki göstermiyordu. Çevremizde muhafazakar, dindar olarak bildiğimiz insanlardan da değişik tepkiler aldık. Aldığımız tepkiler, toplum üzerinde süregelen kemalist vesayet ve korku atmosferinin etkilerini göstermesi açısından önemli. "Ne gereği var? Bunca yıl geçmiş aradan, 80 küsur yıl. Neden gündeme getiriyorsunuz Atıf Hoca'yı? Bırakın mezarında rahat yatsın. Yeniden konuları, sorunları, olayları kaşımanın ne anlamı var?" şeklindeydi. Ama hamdolsun, gerek İstanbul'da gerek başka yerlerde, başka platformlarda yapılan program, etkinlik, salon programlarıyla Atıf Hoca gündemde daha çok yer aldı. Çorum'da bir parka, bir hastaneye Atıf Hoca'nın ismi verildi. Belki yetersiz ama önemli, değerli bir adım. Tabi bunlar gerçekleşirken de çağdaş yaşamcılardan, çağdaş hukukçulardan, kemalistlerden de tepkiler vardı. Mahkeme süreçleri yaşandı. İstiklal Mahkemesi tarafından idam cezası verilmiş, resmi ideolojinin vatan haini olarak nitelediği, karartılan bir ismi parka verdiği için belediyeyi mahkemeye verdiler. Yaşar Nuri Öztürk gibi bazı ilahiyatçılar da yazılarında, kitaplarında, radyo televizyon programlarında Atıf Hoca'ya ilişkin çok galiz ifadeler kullanarak karalamaya devam ettiler.

Sadece Atıf Hoca'yı değil, belki binlerce alimimizi, dedemizi, büyüğümüzü, kanaat önderimizi kaybettik, yitirdik. Ne onların eserlerinden yararlanabildik, ne onların dilini anlayabildik, ne onların mirası bize ulaştı, ne de o zulümle, o mağduriyetle yüzleşebilecek cesaretleri. Toplum bu açıdan sindirilmiş bir toplum. Atıf Hoca ve benzerlerini gündeme getirmeyi bu açıdan önemsiyoruz. Toplumun korkularıyla yüzleşmesini, korku duvarının aşılmasını, asıl itibar sahibi olması gerekenlerin bu insanlar olduğunu, zulmü işleyenlerin ise itibarsız olduğunu, işlenen bu zulmün ifşa edilmesinin gereğini vurguluyoruz.

Bu yıl 4 Şubat'ta Çorum'da salon toplantısında yine gündemleştirdik. Bugün gündemimizde olan Suriye konusuyla Atıf Hoca konusunun farklı şeyler olmadığını, bugün Suriye'de Eser rejiminin katlettiği müslümanların uğruna can feda ettikleri, mücadele verdikleri şeyle, Atıf Hoca'nın uğruna can feda ettiği, mücadele verdiği şey farklı şeyler değil. Bugün Beşşar Esed rejimi Baasçı, batıcı, laik, İslam dışı ve ulusçu. Bugün müslümanların direnişi aslında ulustan ümmete doğru bir çıkışı, bir kıvılcımı, bir intifadayı ifade ediyor. Atıf Hoca'nın yapmaya çalıştığı şey de bu. Atıf Hoca iki dönemi de yaşıyor. Hem Osmanlı dönemini, hem de cumhuriyet dönemini. Osmanlı döneminde (yeterliliğini bir biçimde tartışırız ama) kendini bir biçimde atfeden, halifeye atfeden toplum, cumhuriyetle beraber ulus toplumuna, Türk ulusu formunda bir ulus toplumuna dönüştürülüyor. Atıf Hoca'nın serüveni aslında bir anlamda ümmetten ulusa indirgenen bir coğrafya halkının serencamını anlatır. Atıf Hoca'yı gündeme getirmek, ümmetten ulus haline getirilişimizi gündeme getirmek demek. Bu açıdan önemli buluyoruz Atıf Hoca'nın gündemleştirilmesini. Eğer bir gelecek tasarımımız varsa, geleceğimizi inşa edeceksek geçmişte yaşananları bilmek, bu anlamda alimlerimizin izini sürmek, kaybettiklerimizi kaybettiğimiz yerde arayıp, bizi o noktaya getiren arızalardan en azından kurtulup, kendimizi bu çerçevede ıslah edip geleceğimizi inşa etme noktasında yeniden aynı hatalara düşmeme noktasında bir bilinç kazanma noktasında bir imkan olarak görebiliriz Atıf Hoca'yı gündemleştirmeyi.

Atıf Hocaların tam anlamıyla yaşadığımız toplum tarafından tanındığını, bilindiğini söylemek de mümkün değil. Onun vatan haini olduğuna dair iddialar yüzünden Atıf Hoca'nın kendi ailesi dahi izini sürememiş. 2008'de ilk defa eski Fazilet Partisi milletvekillerinden Mehmet Sılay, uzun uğraşlar sonucunda kemiklerine ulaşıyor. Kesin olarak ona ait olup olmadığını da bilmiyor. 6 ay kadar arabanın bagajında kemiklerini taşıyor. DNA testi yapılması gerekiyor. DNA testini de ancak Adli Tıp yapabiliyor. Cumhuriyetin cezalandırdığı, idam ettirdiği birisinin izini sürmek hiç kolay olmuyor. Uzun bir süreçten sonra tespit edebiliyorlar. Yakınlarından kan ve saç örneği almak istiyorlar. DNA eşleştirmesi için. Çok sıkıntı yaşıyorlar. Bazıları örnek vermek istemiyor. Bir korku hali devam ediyor. Sindirilmişliğin hala izleri var. Ama gündeme geldikçe bunu aşmak daha imkanlı hale geliyor. Onun şahitliğini, misyonunu gündeme getirebilmek bu açıdan da önemli.

 Bir de İstiklal Mahkemeleri vakıası var. Osmanlıdan Cumhuriyete geçiş sadece kanunlar yoluyla olmadı. 1924'te hilafetin kaldırılması, tevhid-i tedrisat, latin alfabesinin kabulü, medeni kanun, iskan kanunları, takrir-i sükun, dinde reform, milli din arayışları... Yasalar çıkarıldı ama asıl gücünü istiklal mahkemelerinden aldı. İstiklal mahkemeleri doğrudan Mustafa Kemal'e bağlı işliyordu. Onun dışında hiçbir otorite yok. İsmet İnönü de buna dahil. Falih Rıfkı Atay'ın Çankaya'sında, Şevket Süreyya Aydemir'in hatıratında, Kazım Karabekir'in, Ali Fuat Cebesoy'un hatıratlarında bunları görmekteyiz. Mustafa Kemal'in verdiği direktiflerle hareket eden, İsmet İnönü'yü bile yargılamaya kalkan, Mustafa Kemal'in araya girmesiyle ipten dönen böyle bir mahkemeden bahsediyoruz. Mahkeme üyelerinin çok azı hukukçu kökenli. Çoğu asker kökenli. İttihat Terakki kadrolarından gelen adamlar. Kesinlikle avukat tutma hakkınız yok. Temyiz de söz konusu değil. İstiklal Mahkemesinin verdiği karar, anında uygulanıyor. Atıf Hoca örneğinden hareket edecek olursak, gündeme getirmeye çalışıyoruz ama, aslında elimizde istediğimiz ölçüde, yeterince bilgi ve belge mevcut değil. Bu konuyla ilgili bir çalışma var. O da Ergün Aybars'ın bir çalışması. İstiklal Mahkemeleri diye bir çalışması var. O çalışma onu profesör yapmıştır. Resmi tarihin, resmi ideolojinin profesörü olmuştur. Tam bir Kemalist bakış açısına sahip birisi. Buna rağmen, taraflı, yanlı bakış açısına rağmen kitabın içerisinden o kadar çok malzeme edinebiliyorsunuz ki farklı kaynaklarla da karşılaştırma yaparak o boşlukları doldurma imkanına sahip oluyorsunuz. Genelkurmayın elinde olan arşivlere sadece o girebiliyor. O, kitabında şunu söylüyor özetle: Bütün devrimlerde insanlar ölürler. Kemalist bir devrim söz konusudur. İstiklal Mahkemelerinin hukuk mahkemeleri olmadığını onlar da kabul ediyorlar. Haksızlıkların yapılmış olabileceğini hatta suçsuz insanların da idam edildiklerini kendileri de dile getiriyorlar. Ama başka devrimlerle karşılaştırıldığında, Fransız devrimi ve Bolşevik devrimle kıyaslandığında çok daha az insanın öldüğünü söyleyerek kemalist ideolojinin cumhuriyet kurucularının çok merhametli, çok affedici oldukları gibi bir sonucu dahi çıkartabiliyorlar. Ergun Aybars'ın notlarından yola çıkarsak, 6-7 bin insan idam ediliyor. İdam edilenlere bakıldığında Müslümanlar nezdinde itibar gören ünvanlara sahipler. Söz konusu olan böyle bir mahkeme.

 Mahkeme tutanakları 1991 Hasan Mezarcı milletvekili insan hakları komisyon üyesiyken Ankara İstiklal Mahkemesi tutanaklarını meclis arşivinden istiyor. Hüsamettin Cindoruk meclis başkanıyken. Uzun uğraşlar sonucunda tutanakların bir kısmını alabiliyor. Ankara İstiklal Mahkemesi Zabıtları diye geçiyor. 1993 yılında Ahmet Nedim 'in kalemiyle İşaret Yayınları'ndan çıkıyor. Toplamda 11 defter var. 4. ve 5. defterler hiç yok. 6. defterden de 10 sayfa eksik. Kanaatimiz odur ki Atıf Hoca'nın Firenk Mukallitliği ve Şapka risalesi dolayısıyla Anadolu'dan gelenlerin yüzleştirme zabıtları. Kayıp 10 sayfa da muhtemelen Atıf Hoca'nın kayıp savunması. O bölüm de yok. Böyle bir karartma söz konusu. Hem tutanakları, hem ifadeleri, hem savunmasını yok ediyorsunuz. Bir taraftan da vatan haini ilan ediyorsunuz. Hem akrabalarını cezalandırıyorsunuz. Hem de mezarını gizliyorsunuz. Madem vatan haini ilan ediyorsunuz, mezarını niye gizliyorsunuz? Mezarı 80 küsür sene sonra ortaya çıkartılıyor. İhmal edilmiş cenaze namazı, Mehmet Sılay ve arkadaşları tarafından kılınıyor. İstiklal Mahkemesi belgelerinin açılması, karartmanın ortadan kaldırılması talebi çok önemli. Gerçekleşirse çok önemli bir kazanım olacaktır. Heba edilen birçok insanın durumu böylece aydınlığa kavuşmuş olacak.

Atıf Hoca ile ilgili ilk çalışma 1969 yılında Necip Fazıl Kısakürek tarafından yapılıyor. Son Devrin Din Mazlumları adlı eserinde Atıf Hoca'yı dile getiriyor. O dönemde Atıf Hoca'ya şehit diyebilmek cesaret isteyen bir şey. Atıf Hoca'nın eserleriyle ilgili, düşünce yapısıyla ilgili çok detaylı malumat bulmanın mümkün olmadığı o koşullarda yapılmış bir çalışma. Takdir edilmesi gerek. Tahir'ul Mevlevi'nin aktarımlarından 10 sayfalık bir savunma yaptığını anlıyoruz. Mahkeme kararları var ama hocanın savunması yok. Belgeler karartılmış durumda. Belgeler ortaya çıktıkça durum daha iyi aydınlanacaktır.

Atıf Hoca'ya yönelik iddialara da değinmek gerekirse:

 Vatan hainliği, İngiliz işbirlikçiliğiyle yaftalanıyor. İnsanımızda Atıf Hoca'ya ilişkin bir sahiplenme durumu var. Ama beyanname üzerinden onun İngiliz ajanı olduğuna dair iddialar gündeme gelince sözler tükeniyor. Yaşar Nuri ve benzerlerinin kitaplarında, yazılarında, radyo ve televizyon programlarında bunu gündeme getirmelerinin arka planında bu var. Şöyle özetleyelim: Teali İslam cemiyetini kuruyorlar. Başkanlığını Atıf Hoca yürütüyor. İslamı Yüceltme derneği. Amaçları Anadolu'nun değişik yerlerinde, medresenin olmadığı ya da az olduğu, eğitimin, İslami eğitimin olmadığı ya da az olduğu, öğretmenlerin, müderrislerin az olduğu yerlere eğitim götürmek. Teali İslam Cemiyetinin ana gayesi budur. Bu doğrultuda Anadolu toplumunda da ona yönelik müthiş bir teveccüh var. Herhangi bir siyasi şeye de karışmamış o güne kadar. Tahir'ul Mevlevi gibi insanların da yönetimde olduğu bir cemiyet. Bir tarafta Ankara merkezli Kuvayı Milliyecilerin vermiş oldukları milli mücadele söz konusu. İstanbul'la Ankara arasında bir çekişme söz konusu. İstanbul'da eski şeyhülislamlardan Mustafa Sabri ve onun damadı Zeki Bey  var. Onların kaygısı da şu: Bu mücadelede inisiyatifi kemalistler, ittihat terakki kadroları, laikler, İslam düşmanları almasınlar. Beyannamenin arka planındaki kaygı da bu. Toplumu uyaralım ve bu inisiyatifi alamasınlar. Başka neler yaşandı bilemiyoruz. Neticede Mustafa Sabri'nin damadı Zeki Bey, Teali İslam imzalı Kuvayı Milliyeciler aleyhine beyannameyi bastırır. Atıf Hoca ile Tahirul Mevlevi itiraz ederler. Oylamada evet hayır eşit çıkar. Başkan Atıf Hoca hayır kullandığı için onun ağırlığıyla beyannameye mühür basılmaz. Buna rağmen mühürsüz olarak bastırılıp dağıtılan beyanname karşısında Atıf Hoca o günün Vakit gazetesinde bir tekzip yazısı yayınlıyor. Vakit gazetesi laik, batıcı, kuvayı milliyecilere hizmet eden bir gazete pozisyonunda. 1034. nüshasında, mühürsüz basılıp dağıtılan beyannameyle Teali İslam cemiyeti ve kendisinin hiçbir ilgisinin olmadığını ilan ediyor. Hatta mahkeme heyetine, tekzip yazısını yayınlatmak için ödediği bedelin makbuzunu da gösteriyor. Tabi karar yukarıdan şifreleme usulü verildiği için sonuç değişmiyor. Zaten mahkeme kararına baktığınızda da gerek vatan hainliği ithamının, gerek Mahmut Şevket Paşa suikastına karıştığına yönelik iddiaların, 31 Mart vakasına ilişkin iddiaların hepsi asıl gerekçeyi desteklemek için kullanıldığı görülüyor. Asıl sebep Atıf Hoca'nın düşünce yapısı, İslamcı kişiliği, gerek eserlerinde, gerek gazete ve mecmualarda yazdıkları ve bunların cumhuriyetin ilerleme politikaları açısından engel teşkil etmesi idi. Mahkeme kararında bunu açık bir şekilde görebiliyoruz. Sürekli, Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı eserden söz ediliyor. Karşılaştırmalı yüzleştirmelerde de öyle. Sorulan sorular şöyle: Adın ne, nerelisin, Frenk Mukallitliği ve Şapka'dan kaç tane sattın? Oysa söz konusu risale, şapka kanunu çıkmadan 1,5 yıl önce, Milli Eğitim Bakanlığı'nın onayıyla basılıyor. Hatta basıldığı zaman, Atıf Hoca ile bazı yazarlar arasında tartışmalar meydana geliyor. Son Telgraf gazetesi hakaret ediyor Atıf Hoca'ya. Atıf Hoca bu hakaretten dolayı dava açıyor ve tazminat kazanıyor. Ve mahkeme bu eserde zararlı herhangi bir şey olmadığına karar veriyor. Bütün bunlara rağmen mahkemenin gerekçeli kararı şöyle:

“Bunlardan Hoca Atıf Efendinin Türkiye Cumhuriyeti’nin yenilik ve ilerlemeye doğru attığı adımlara mani olmak ve halkı isyan ve irticaa teşvik etmek kastıyla İstanbul’da 1924 sonlarında Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı eseri yayınladığı ve muhtelif vasıtalarla memleketin muhtelif mahallelerine dağıttığı sıralarda İstanbul Polis Müdüriyeti tarafından Birinci Şube raporuyla 24/8/1341 (1925) tarihi ile Dahiliye Vekâleti’ne ihbar edildiği, adı geçen vekâletin 26/9/1341 (1925) ve 4717 numaralı emirleri ile mezkûr risalenin toplatılmasının ve dağıtılmasının yasaklanmasının İstanbul’a bildirildiği ve kitapların bir miktarına el konulduğu hâlde, emrin uygulanışı tarihinden bir müddet sonra adı geçen eserin isyânın çıktığı mıntıkalarda yapılan aramalarda elde edilmesi ve muhakemeleri yapılan maznûnlara yöneltilen suallerden eserin isyandan bir iki ay evvel bahsedilen muhitlere gelerek elden ele gezdirilmek sûretiyle gizliden gizliye okunduğu ve Şapka İksâsı Hakkındaki Kanunun kabul edilmesi üzerine muhtelif mahallerde şapka aleyhinde propaganda da bulunan kişilerin tevkifi esnasında yapılan aramalarda bahsedilen esere tesadüf edildiği ve yapılan tahkikatta adı geçen eserin masum halkın fikirlerini iğfal ve irticaa teşvik maksadıyla Anadolu’nun içlerine ve bilhassa doğu vilayetlerine ücretsiz olarak gönderildiği ve eserin basımı ve dağıtımı hükümetçe men edildiği halde basımı ve dağıtımı için gayretler gösterildiği çeşitli bölgelerdeki isyanın çıkışında amil ve en mühim tahrik vâsıtası olduğu ve Atıf Efendi; geçmiş hayatı itibarıyla de 31 Mart irticâ hadisesinde ve Mahmut Şevket Paşa merhumun katledilmesinde de alakadar bulunduğundan çeşitli suçlar ile cezaya çarptırıldığı ve Sinop’a sürüldüğü ve bundan başka Millî Mücâdelenin en buhranlı zamanında Anadolu içlerine doğru uzanmış olan işgal ordusuna mukavemet edilmemesi hususunda başkanlığını yaptığı Teâli-i İslâm Cemiyeti adına düzenlediği beyannâmeleri sonradan aldığı çeşitli inkâr tertiplerine rağmen Yunan tayyareleriyle istiklâli ve hayat hakkı için mücadele eden Anadolu köylerine attırdığı ve yeniliğe ve Cumhuriyete dâimî bir düşman vaziyeti almış olan adı geçen kişinin son isyan hâdisesi ile maddeten ve mânen alâkadar bulunduğu bir çok delil ile anlaşıldığını ve ortaya çıktığı için hareketinin karşılığı olan Kanun-ı Cezâ-yı Umumînin 45 maddesinin “Her biri cürmün husûlü maksadıyla ef’âlimiz buradan beri ya bir kaçını icrâ eylerse eşhâs-ı mezkûreye hem fiil denilir ve cümlesi fâil-i müstakil gibi mücâzat olunur” diyen muharrer fırkası dolayısıyla adı geçen kânunun 55 maddesinin “Türkiye Cumhuriyeti’nin Teşkilatı Esasiye Kanunu’nu tamâmen veya kısmen tağyir veya ifâ-yı vazifeden men’ine cebren teşebbüs edenler idam olunur” diyen muharrer fıkrası mucibince İskilipli Atıf Hocanın salben idamına (AİMZ, s 290-291) “

İstiklal mahkemeleri kesinlikle hukuk mahkemeleri değil. Sindirme ve imha amaçlı olarak kullanılan araçlar sadece. Bu şekilde idam edilenlerin, mağdur edilenlerin sayıları henüz tam olarak bilinmiyor. Ancak arşivlerin açılmasına ilişkin yeni bir çalışma var. Nasıl sonuçlanır bilmiyoruz yaşananların aydınlatılması açısından önem arz ediyor.

Atıf Hoca'nın eserlerinden bahsedelim özetle.

Bildiğimiz 9 kitaplaşmış eseri var. Bunun dışında Sebilurreşad, Sıratı Müstakim, Beyanül Hak, Mahfel gibi mecmualarda yayınlanan yazıları var. İslam Fıkhı diye bir eseri var. İbrahim Halebi'nin eserine şerhlerle, açıklamalarla günün şartlarına göre sorunlara çözümler üretmeye çalışan bir ilmihal kitabı. Mîrât-ül İslâm, İslâm Yolu, İslâm Çığırı, Dîn-i İslâm'da Men-i Müskirât, Nazar-ı Şeriatta Kuvve-i Berriye ve Bahriyye, Tesettür-ü Şer'î, Muâyenet-üt Talebe, Medeniyyet-i Şer'iyye, Frenk Mukallitliği ve Şapka. Eserlerinde meselelere önce Kur'an ve sünnet temelinde nasıl yaklaşılması gerektiğini ortaya koyar, ardından sosyal boyutlarına değinir. Bozulmanın sebeplerini değerlendirirken, kitaptan ve sünnetten uzaklaşmayı işaretler. Osmanlıdaki bozulmayı da Kur’an ve sünnetten uzaklaşma, işi ehline vermeme, liyakatsizlik, yolsuzluk, adam kayırmacılık, rüşvet, lüks ve şatafata düşkünlük, yozlaşma ve ahlaksızlık gibi sebeplere bağlar. Bu tür düşüncelerinden dolayı bazen şeyhülislamların tepkilerine de maruz kalır. Zulme karşı aktif bir mücadele verilmesini vurgular. Bütün müslümanların emri bil maruf ve nehyi anil münker sorumluluğu bulunduğunu, zulme karşı çıkma noktasında kimsenin muhayyerliğinin bulunmadığını, bunun istisnasız bütün müslümanlar için gerekli olduğunu söyler. Osmanlıdaki hilafet biçiminin kamil bir hilafet olmadığını, kamil hilafetin şartlarını sıralayarak izah eder. Ahad haberin itikadda ölçü olamayacağını söyler.

Atıf Hoca ve benzeri tarihi gerçeklerin araştırılıp gündemleştirilmesi, onlara itibarlarını  geri kazandırmak için değildir. Allah katındaki itibarları onlar için yeterlidir. Gizlenen, karartılan bilgi ve belgelerle gerçekler ortaya çıkıp yaşanan acılarla yüzleşip hesap soruldukça, onlarca yıldır mezarlarını dahi gizlemeyi vazife bilmiş olan resmi ideoloji müntesiplerinin itibarsızlıklarının tescillenmesi, yüzyıllık mefkurelerinin yanılsamalarının ortaya konulması ve yeni nesillerin yaşananları doğru kavramaları açısından önemlidir.

Duamız odur ki; Rabbimiz bizlere, sırat-ı mustakim üzere nesilleri ıslah derdi ile dertlenmiş öncülerimizin ardından koşmayı, onların şahitlik mirasını tüm insanlara taşımayı ve din gününde onlarla birlikte haşredilenlerden olmayı nasip etsin.

bulent_gokgoz-20130314-01.jpg

bulent_gokgoz-20130314-02.jpg

HABERE YORUM KAT

1 Yorum