
Bahçemizdeki bitkiler bizi açlıktan kurtardı
Açlık yayılmaya ve gıda her geçen gün daha da azalmaya başladıkça, bahçeyi artık sadece güzel bir yer olarak değil, hayatta kalmanın tek yolu olan bir can simidi olarak görmeye başladı.
Meryem Mushtaha’nın palestine-studies’de yayınlanan yazısını Barış Hoyraz, Haksöz Haber için tercüme etti.
Ailemin şu anda yerinden edildiği Tel al-Hawa mahallesindeki evde küçük bir bahçe var. Bu eve taşındığımızda ev çok ağır hasar görmüştü. Kapı ve pencereler yoktu, bazı duvarlar yıkılmıştı. Evi yaşanabilir hale getirmek için elimizden geldiğince tamir etmeye çalıştık; insani yardım kuruluşları tarafından dağıtılan brandalarla pencereleri, kapıları ve duvarlardaki delikleri kapattık. Böylece çadırlarda yaşayanların karşılaştığı zorlu gerçeklikten kaçabileceğimiz bir yer oluşturmaya çalıştık.
Eve ilk kez girdiğimde bahçesinden geçtim. Burası, canlı çiçekler ve yemyeşil bitkilerle dolu tipik bir yeşil bahçe değildi, daha çok tüm yeşilliği ve güzelliği elinden alınmış, gri, cansız bir toprak parçasıydı. Toprağı yaralıydı ve her yerde beton bloklar vardı. Bu, Gazze'deki çoğu bahçe ve tarım arazisinin acımasız gerçekliğiydi: barışın sığınağı olan bu yerler, amansız bombardımanların ardından çorak bir harabeye dönüşmüş, sahipleri umutsuzca güvenlik arayışına çıkarak terk etmişti.
Bitkiler de ruha sahiptir ve onları terk ettiğinizde, tıpkı insanlar gibi onları kaybedersiniz.
“Normale dönmek imkânsız” dedi babam. Ancak doğayı ve doğanın getirdiği huzur ve şifa hissini seven biri olarak, onu yeniden hayata döndürmeye kararlıydım. Kardeşlerimi bana yardım etmeye ikna ettim ve birlikte yavaş yavaş restorasyon yolculuğuna başladık.
Bahçenin her yerine dağılmış beton blokları kaldırarak başladık. Uzun süre bakımsız kaldıkları için meyve vermeyen bir biber bitkisi ve bir limon ağacı vardı, bu yüzden onlara yeterince su ve bakım sağladık.
Sonra, yakında büyüyeceklerini umarak toprağa roka ve fesleğen gibi bazı tohumlar ektik.
Bu tohumların filizlenmesini uzun süre bekledik, ama hiç filizlenmediler. Tüm çabalarımız boşa gitmiş gibi, hayal kırıklığı ve hüsran duygusu bizi sardı. Ne kadar üzgün olduğumuzu gören babam, devreye girip yardım etmeye karar verdi.
“Belki tohumları yanlış ekmişsinizdir,” dedi nazikçe. “Bu yüzden henüz filizlenmemiş olabilirler.”
Hala bir şans olduğunu bilen babam, bahçesi olan komşularına ulaşmaya başladı ve hatta bitkilerden anlayanlardan tavsiyeler aldı. Neyin yanlış gittiğini anlamaya kararlıydı.
Temel bilgileri biliyorduk: Bitkilerin hayatta kalmak için havaya, güneş ışığına ve suya ihtiyacı vardır. Yine de kendimize şu soruyu sorup duruyorduk: Nerede hata yaptık? Daha fazla mı, yoksa daha az mı suya ihtiyaçları vardı? Güneş ışığı çok mu yakıyordu? Işık ve gölge arasındaki dengeyi yanlış mı anlamıştık? Onlara yaşamak için yeterli mi, yoksa yavaş yavaş solmak için yeterli mi veriyorduk?
Babamın konuştuğu uzmanlardan birisi, yeni bir tür gübre denemesini önerdi. Nadir ve pahalı bir gübreydi, ama babam onu bulmayı başardı ve tereddüt etmeden satın aldı.
Başlangıçta babam bahçeyi eski haline getirmenin imkânsız olduğunu söylemişti, ama şimdi bahçeyi yeniden canlandırma çabasının öncüsü oydu.
Açlık yayılmaya ve gıda her geçen gün daha da azalmaya başladıkça, bahçeyi artık sadece güzel bir yer olarak değil, hayatta kalmanın tek yolu olan bir can simidi olarak görmeye başladı.
Uzman, babama nane ve fesleğen gibi küçük, yetiştirilmesi kolay otlarla başlamasını ve büyümelerini yakından izlemesini tavsiye etti.
Sadece bir ay içinde nane ve fesleğen filizlenmeye başladı. Taze yeşil yaprakları ve hoş kokuları bahçeye ve bize yeniden hayat verdi. Sadece toprağı değil, umudumuzu da canlandırdılar.
İlk kez yeniden kendimi evimde hissettim. Eski yıkık evimizin balkonunda nane ve fesleğen yetiştirirdik ve bunların geri dönmesi, geçmişimizin bir parçası geri kazanılmış gibi hissettirdi.
Yaz aylarında çay, nane olmadan bir hiçtir. Benim, ailem ve pek çok kişi için nane, rahatlık, gelenek ve dayanıklılığın sembolüdür.
Nane ve fesleğen hayatta kalabiliyorsa, diğer bitkiler de hayatta kalabilir diye düşündük. Böylece babam cesur bir adım attı ve patates, domates ve hatta karpuz ekmeye başladı.
Biber bitkisi gelişmeye başladı ve küçük ama taze ve lezzetli biberler verdi. Domates bitkisi minik kırmızı domatesler verdi ve limon ağacı uzun bir bakım döneminden sonra nihayet meyve verdi.
Şimdi, karpuzun büyümesini bekliyoruz.
Sebzelerin kıt olduğu ve bulunsa bile inanılmaz derecede pahalı olduğu bir dönemde, uzun aylar süren sıkı çalışmamızın ve sessiz kararlılığımızın meyvesi olan patates, limon, biber ve domatesleri yiyebildik. Kendi bahçemizden hazırladığımız her yemek, basit olanlar bile, sadece açlığa değil, umutsuzluğa da karşı kazanılmış bir zafer gibi geliyordu.
Gazzeliler için tarım sadece bir geçim kaynağı değil, aynı zamanda Filistin mirasına derinlemesine kök salmış bir gelenektir.
Filistin, zeytin ve zaatarın (Türkçe’de “zahter” olarak bilinir. Orta Doğu ve Doğu Akdeniz mutfağının vazgeçilmez bir baharat karışımıdır) ülkesidir ve her şehir kendine özgü meyveleri, sebzeleri veya otlarıyla tanınır. Akdeniz'e bakan bir sahil kenti olan Gazze, güzel ve ılıman bir iklime sahiptir ve bir zamanlar narenciye bahçeleriyle ünlüydü ve bunları sınırlarının çok ötesine ihraç ediyordu. Bugün ise şehir, bu meyvelerin ve diğer gıda kaynaklarının getirilmesini beklemektedir.
Soykırımın ilk günlerinden beri İsrail işgali tarafından uygulanan abluka altında bile, birçok kişi tarım arazilerinin verimiyle hayatta kalabileceklerine inanıyordu. Ancak, İsrail buldozerleri işgal sırasında binlerce dönüm araziyi yerle bir ederek bereketli tarlaları çorak topraklara dönüştürdükten sonra, bu son can simidi de yok oldu.
Zaten size ait olan şeylerden, yıllarca sizin ve ailenizin geçim kaynağı olarak beslediğiniz evinizden ve toprağınızdan mahrum bırakılmak ne kadar acı verici.
Ailem, her cuma günü ziyaret ettiğimiz, “güvenli bölge” olarak adlandırılan el-Mevasi'de güzel bir tarım arazisine sahipti. Ancak kuzeyde kalıp güneye kaçmadığımız için bu araziye erişimimizi kaybettik. Daha sonra, savaş sırasında yerleşecek boş bir yer arayan çaresiz aileler için geçici barınak haline gelen diğer birçok tarla gibi, bu arazide de insanların çadır kurduğunu duyduk.
Küçük bahçemiz için, onun restorasyonu zorlu bir görevi başarmak gibiydi. Kendi ellerinizle ektiğiniz ürünleri yemek, eşsiz bir mutluluk ve lezzet verir. Ne yazık ki, bu basit ve değerli duygu, tek yaşam kaynağı olan tarım arazileri savaş nedeniyle tahrip olan binlerce insandan alınmıştır.
* Meryem Mushtaha, Gazze İslam Üniversitesi'nde İngilizce çeviri bölümünde ikinci sınıf öğrencisidir. Savaşın zorluklarına rağmen, yazmaya derin bir tutku duymaya başladı ve yazmayı deneyimlerini ifade etmek, gerçekliği belgelemek ve anlatılmamış hikayeleri paylaşmak için bir araç olarak kullanıyor. We are not numbers, Washington Report on Middle East Affair, Prismreoprt ve The Palestine Chronicle dergilerine makaleler yazmıştır. Profesyonel bir yazar ve Gazze halkının sesi olmayı hayal ediyor.











HABERE YORUM KAT