1. YAZARLAR

  2. Shlomo Brom

  3. Ankara'yı kendine düşman etmek
Shlomo Brom

Shlomo Brom

Yazarın Tüm Yazıları >

Ankara'yı kendine düşman etmek

14 Kasım 2009 Cumartesi 09:46A+A-

Biz İsrailliler, dünyanın en gelişmiş devletlerinden birine ait olduğumuza inansak da karmaşıklıklardan ve çok yönlülükten her daim kaçınarak en kolaycı açıklamaları tercih ediyoruz.

Örneğin, mevcut muhatabımızı müthiş bir kararlılıkla tahrip etmek yerine Filistinli bir ortağı nasıl kazanacağımız sorusunu soracağımıza "Filistinli muhatap bulunmadığı" gerekçesiyle İsrail-Filistin meselesini çözemeyeceğimizi iddia etmemizin sebebi bu.

Bu yaygın eğilimin son dönemlerdeki bir başka örneği, İsrail-Türkiye ilişkilerini ele alış şeklimiz. İsrail'in dış ilişkilerinde sadece iki ton bulunduğuna inanıyoruz: siyah ve beyaz. Bir devlet ya İsrail'e dostça yaklaşır ve her ne yaparsak yapalım kabullenmeye isteklidir ya da düşmandır (Antisemit ve "şer mihverinin" üyesi). Açıklamanın biraz daha karmaşık olabileceğini düşünme ya da bir dış hükümetin davranışının asıl sebebini arama eğiliminde olmamız bir hayli nadir.

Türkiye Çıkarına En Uygun Olanı Yapıyor

Türkiye vakasında varılan sonuç da, uzmanlarla siyasetçilerin, Türkiye'nin Batı kampından ve "özgür dünyadan" koparak radikal İslamcıların kampına geçmek yönünde stratejik bir tercih yaptığı ve artık İran'ı ABD, Avrupa ve İsrail'e tercih ettiği noktasında uzlaşmasıydı. Böyle bir ortamda, İsrail yanlısı Washington Yakın Doğu Siyaset Merkezi'nden bir araştırmacı Türkiye'nin NATO'dan atılmasını bile önerdi. Peki hal gerçekten de böyle mi? Böyle bir tercih, Türk hükümetinin, kendi çıkarı olarak algıladığı şeylere hizmet ediyor muydu? İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ılımlı bir İslamî siyasal güç olmakla birlikte diğer tüm Türk siyasi partileri gibi evvelâ milliyetçi. Yeterince milliyetçi olmadığı algılanan bir politika benimsemesi durumunda, dayandığı tabanı kaybetme riskiyle karşı karşıya kalır. Kürt bağımsızlık hareketinin (PKK), Türkiye'ye dönmek ve şiddetten vazgeçmek niyetindeki üyelerine af çıkartmaya kalkıştığında olan buydu. Politika ters teperek AKP'ye desteğin gözle görülür biçimde düşmesine sebep oldu.

AKP hükümeti Türk devletinin çıkarlarına hizmet etmek üzere Türk dış siyasetinde bir çeşit "neo-Osmanlı" tarzı benimsedi. "Stratejik derinlik doktrini" diye adlandırılan bu tarz, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın danışmanlığının ardından dışişleri bakanlığı görevini üstlenen akademisyen Ahmet Davutoğlu tarafından geliştirildi. Bu doktrin, hem iki kıtayı birbirine bağlayan coğrafi mahalli hem de Balkanlar, Ortadoğu ve Orta Asya'yla tarihsel bağları sebebiyle Türkiye'yi özgün bir konumda görüyor ve bu özgün konuma dayanan bir dış politika öneriyor. Doktrine göre, bunun için "sıfır sorun" konumuna ulaşılması, yani komşularla mevcut olabilecek sorunların giderilmesi ve tüm komşularla dostane ilişkiler geliştirilmesi gerekiyor. Netice: Türkiye'nin çıkarlarına en uygun olan, komşularıyla büyük güçler (Batı ile Ortadoğu, İsrail'le Araplar, İran'la ABD vb.) arasında aracı rolü oynamak.

Yanlışlara Yanlış Eklemek

Türkiye bu doktrini son derece etkileyici bir şekilde uygulamaya koydu. Suriye'yle duvarları onardı, Kuzey Irak'taki Kürtlerle iyi ilişkiler kurdu, en büyük düşmanı Ermenistan'ın yanı sıra bölgedeki diğer devletlerle de iyi ilişkiler kurmakta. İsrail'le Suriye arasında arabuluculuk yaptı ve aynısını İsraillilerle Filistinliler arasında da yapmaya çalıştı. ABD ile İran arasında arabuluculuk yapma önerisinde de bulundu. Önemli olan, Türkiye'nin bu girişimlerinin başarıya ulaşmasından ziyade bir yandan arabulucu olup bir yandan Batı ve İsrail'le ilişkileri korumaya önem vermesiydi. Türkiye'nin en son ihtiyacı olan şey İran gibi devletlerle özdeşleştirilmesi ve Amerika, Avrupa, NATO ve benzerleriyle bağlantısını kaybetmesi.

İsrail bunu anlamalı ve Türkiye'nin bu emsalsiz konumundan, kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde faydalanmalı. Ehud Olmert hükümeti bir süre, İsrail-Tükiye ilişkilerini anladığı izlenimini vermişti ama daha sonra kötü alışkanlıklarına geri döndü. Olmert, Erdoğan'la görüşmesinden birkaç gün sonra, Türk muhatabını bir şeyler olacağı konusunda uyarmak için en küçük çaba sarf etmeden Gazze'de savaşa girişti. Bu yanlış adıma, İsrail'in, Türkiye'nin girişimi durdurmaya yönelik tüm gayretlerini elinin tersiyle itmesi eklendi. Üçüncü yanlış adım da, Türkiye'yi şer mihverine yerleştiren bir basın kampanyası şeklinde şu anda atılıyor.

Bunların hiçbiri, özellikle İsrail'e karşı kullandığı dilde Türk Başbakanı'nın da hatalarda payı olmadığı anlamına gelmiyor. Ama İsrail'in yanlışlara yeni yanlış adımlarla tepki vermesi doğru cevap değil. Tüm bunlar bir yanlışlar komedisi olarak görülebilirdi. Sorun şu ki, devletler arasındaki ilişkilerde kehanetler kendilerini gerçekleştirme eğilimindedir: Eğer İsrail, Türkiye'nin, düşmanı olmaya başladığını varsayarsa, bunun gerçekleşmesini garantileyecek adımları da atacaktır.

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT