
Allah’ın emaneti: İnsan ve kâinat arasındaki ilişki
Yaşar Değirmenci, insanın kâinat içindeki üstün ve şerefli konumunu İslam perspektifinden ele alıyor ve Allah’ın ona verdiği emaneti yüklenmesinin önemini vurguluyor.
Yaşar Değirmenci/Yeni Akit
Kâinatı okuyalım!
Yüce Allah kâinatı kusursuz bir düzen içinde yaratmıştır.
Bütün varlıkların da bu düzende bir görevi vardır.
İnsanın tabiattaki görevinin; İslam’da, Yahudilik’te nasıl tanımlandığına bakmamızda fayda var.
Kâinatı da fıtratımıza göre okuyalım.
Kısaca temas etmek istiyorum.
İslam’a göre
İnsan yeryüzünün halifesi ve yaratılmışların en üstünü olup, üstün meziyetleri ve çirkinlikleri kendisinde barındırabilen, melekler seviyesine yükselmeye veya hayvanlardan daha aşağı bir duruma alçalmaya yatkın bir varlıktır.
İyilik ve ibadetiyle yücelen, kabul gören, kötülük ve isyanı ile de alçalan, şükür ile inkârın, sevap ile günahın, nimet ile nankörlüğün belirlenmesine zemin hazırlayan bir varlıktır.
İnsan Kur’an’da, “Ya eyyuhel insanu!” Ey insan! Diye ilâhi mesaja muhatap olmuş yaratılışı ile mucize olup, bütün zaaf ve aczine karşı ilâhi kudrete kafa tutacak kadar da şaşkın bir varlıktır.
Ayette şöyle buyrulmaktadır: “Gerçekten biz Âdemoğullarını şerefli kıldık, onlara karada ve denizde kendilerini taşıyacak vasıtalar lütfettik, onları temiz ve hoş nimetlerle rızıklandırdık ve onları yarattığımız varlıkların birçoğundan üstün kıldık.” (İsrâ, 70)
İnsanın üstünlüğü Allah’ın ona kendi ruhundan üflemesidir.
Buna binaen insana böbürlenmenin (kibirlenmenin) yakışmayacağını, yeryüzünde bu şekilde yürümesi ayette nehy edilmektedir (yasaklanmaktadır): “Kibirlenerek insanlardan yüzünü çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü Allah, kibirle kasılan, kendini beğenmiş, çokça övünüp duran hiç kimseyi sevmez.” (Lokman, 18)
İslâm’a göre insan günahsız ve tertemiz olarak doğar. Daha sonra fiiliyatı ile günah işlerse günahkâr sayılır. Hiçbir aracıya gerek kalmadan tövbe ile günahı affedilebilir. Kimse kimsenin günahını yüklenmez.
Bu durum ayette şöyle beyan edilmektedir: “Gerçekten hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü yüklenemez.” (Necm, 38)
Azgınlıkları yüzünden helâk edilen kavimlerin başına gelenleri haber vererek gerekli uyarı yapıldıktan sonra, insanın azmasına sebep olan kendini beğenmişlik duygularından gelen başka zaaflarına dikkat çekilmektedir.
Yüce yaratıcı, hikmeti gereği insanı bol nimete kavuşturduğunda o, bu nimetlerle bir sınamadan geçirildiğini, bunların bir hikmetle kendisine verildiğini düşünerek şükrünü yerine getirmesi gerekirken, bunu aklından bile geçirmez; sahip olduğu nimetlerden başkalarını yararlandırarak onların da bu mutluluğa ortak olmaları yönünde bir gayret göstermez.
Ancak aynı insan rızkında bir daralma meydana geldiğinde bunun bir imtihan gereği yahut kendi kusurunun, çalışma ve gayretteki noksanlığının bir neticesi olabileceğini düşünerek sabretmesi ve kusurlarını gidermesi gerekirken o, kendisinin Allah tarafından göz ardı edildiği ve haksızlığa uğradığı iddiasında bulunma anlamına gelebilecek davranışlar içine girip isyan etmeye başlar.
Yahudiliğe göre
Yahudiliğe göre insanlık bir tek soydan gelir.
Âdem insanlığın birinci atası, Nuh ise ikinci atasıdır.
Bu dönemde tanrının insanlar için gönderdiği birtakım kurallar olmuştur. Sayısı yedi olan bu kurallar, Nuh Kanunları adıyla bilinir.
Sina vahyi ile bir kırılma yaşanmış, İsrailoğulları tarih sahnesine çıkmışlar.
Böylece insanlık artık Nuhoğulları ve İsrailoğulları kimliklerine ayrılmış, İsrailoğulları’nın karşısında Nuhoğulları artık öteki kimliğini temsil etmeye başlamıştır. Yahudi zihniyetine göre gelecek zamanda Mesih gelip İsrailoğulları’nı dünyada egemen kılacaktır.
Yahudiliğin değiştirilmiş şeklinde insanın bedeni ve ruhu birbirinden ayrıldığına ve ruhun daimî olduğuna inanılmaktadır.
Yahudiler kendilerini Yahova dedikleri Tanrının çocukları sayarlar, Yahudi olmayan bütün insanları hayvanlar derecesinde kabul ederler. İnsanlar köle, Yahudiler ise efendi felsefesi hâkimdir.
Yahudilikte; kadın, erkeğin egemenliği altında hayatını sürdürmektedir. Dolayısıyla kadın birçok yönden erkeğe göre daha alt sınıfta değerlendirilmiş ve yaptırımlara maruz kalmıştır. Yahudiliğin dini hukuku; kadınlara (alt sınıf değerlendirmesi) bakımından çeşitli durumlarda farklı davranır.
Bu üstünlük hastalığı cemaatlerde de var. Bu hastalıktan kurtulmazsak; Yahudileşme temayülüne/yönüne girmişiz demektir. Ölçümüz İslâm’a dönelim. Nasıl mı?
“İyyake na’büdü…” “ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz” ayetleri tefsir edilirken önemli bir noktaya dikkat çekilir: İnsan tek başına da namaz kılsa, yine “ben” değil de “biz” diye hitap ediyor.
“Kimler namına ‘biz’ demektedir?” sorusuna cevap olarak üç ayrı cemaat nazara sunulur:
Birisi, o müminle birlikte namaz kılan yer yüzü mescidindeki büyük cemaat.
Diğeri, insanın her organı, her hücresi kendisine verilen görevleri yerine getirmekle rabbine ibadet hâlindedir. İnsan “yalnız sana ibadet ederiz” derken kendisinde mevcut bu cemaati de kast etmektedir.
Ve üçüncü cemaat: İnsan meyvesi veren şu kâinat ağacının tümü de görevinin başındadır ve bir ibadet üzeredir. O hâlde insan, kâinatı ve içindeki her şeyi niyet ederek de “iyyake na’büdü” diyebilir.
Demek oluyor ki, insan kâinat ağacının bir meyvesi olarak ağacının tüm ibadetlerini rabbine takdim edebilecek bir kabiliyette yaratılmıştır.
Bu görevi yerine getirenler büyük insanlardır.
Bunların hiçbirini dikkate almadan yaşayan ve yüzünün herhangi bir köşesindeki küçük bir makam yahut cüz’i bir servetle oyalanan insan, ömür sermayesini zayi etmiş bir zavallıdan başkası değildir.
İnsanın kâinattan çok daha büyük bir varlık olduğunu ders veren bir ayet-i kerime:
“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi; (onun hakkını yerine getirmedi.) Çünkü insan çok zalim ve çok cahildir.” (Ahzap, 33/72)
İman, marifet ve muhabbet vadisinde kâinatta hiçbir varlığa nasip olmayan istidat insan ruhuna takılmıştır. Ayette geçen emaneti yüklenmekten diğer varlıkların çekinmelerinin mahiyeti ne olursa olsun, bizim ayetten alacağımız en önemli bir ders şudur:
İnsan, göklerin, yerin, dağların yüklenmekten çekindiği bir yükü yüklenen değerli ve şerefli bir varlık.
Bu büyük insan, küçük sularda boğulmamalı, küçük hesaplarda yok olmamalı ve kendini küçültmemeli.
Aksi hâ-lde, “çok zalim” ve “çok cahil” olur. Ve bu ulvî mahiyet, bir başka ayette haber verildiği gibi, hayvandan çok daha aşağılara düşer.
Kâinat bir kitaba benzetiliyor.
Bu âlem, İlâhî kudret ve irade ile varlık sahasına çıkmış, ilim ve hikmet dolu muhteşem bir kitap gibi.
En mükemmel okuyucusu ise “insan”.Bu güzel teşbih bize şu dersi veriyor: “Kâinat insan içindir, insan kâinat için değil. Kâinat bir saray insan ise misafir.” Dünyada misafir olduğumuzu unutmayalım.
Biraz da böyle düşünelim.








HABERE YORUM KAT