1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Aleviler Katilini Sevmemeli, Sünniler Düşmanına Sığınmamalı
Aleviler Katilini Sevmemeli, Sünniler Düşmanına Sığınmamalı

Aleviler Katilini Sevmemeli, Sünniler Düşmanına Sığınmamalı

Hamza Türkmen'in, Alevililer ve Alevilik yazısı dizisinin üçüncüsünü yayınlıyoruz.

08 Aralık 2014 Pazartesi 19:55A+A-

Hamza Türkmen / Haksöz Haber

Türkiye’deki vesayet rejimi veya resmi ideoloji en çok halkın muhalefet gücünün sindirilmişliğinden güç kazandı. Türkiye halklarına kimlik olarak tarihi süreçleriyle ve fıtratlarıyla çelişen Batı elbisesi giydirildiğinden bu yana da sıkıntılar ve çelişkiler alabildiğine artarak devam ediyor.

Osmanlı-İslam toplum yapısı dış güçlerin telkini ve iç güçlerin işbirliği sonucunda, batıcı yaşam tarzına öykünen ilerlemeci bir tarih anlayışıyla uluslaştırılmaya başlandı. İlk önce hayal edilen Osmanlı ulusçuluğu, sonradan yerini Türkçülüğe bıraktı. Bu süreçle beraber insanların fıtrî ve dinî bağları yok sayılmaya, yok sayılamıyorsa asimile edilmeye veya Türk ulus kimliği şemsiyesi altında sınırlandırılıp yozlaştırılmaya çalışıldı.

TC’nin kuruluş süreciyle hız kazanan bu inhiraf ve dayatmaya karşı en kitlesel direniş Şeyh Said kıyamıyla oluştu. Emperyalist İtilaf Devletleri’nin Lozan’da onayladıkları yeni Türk ulus yapılanmasıyla ilgili verilen taahhütlere Birinci Meclis’te şiddetle itiraz edilmiş ve bu nedenle de muhalefet önderi Trabzon mebusu Ali Şükrü, JİTEM tipi bir operasyonla 1923 Mart’ında öldürülmüştü. Batılılar tarafından adına Türkiye denilmeye başlanan yeni siyasi coğrafyanın halkları, kendilerine dayatılan batılı elbiseyi giymemek konusunda Ali Şükrü gibi Rize’den Urfa’ya, Erzurum’dan Sakarya’ya, Siirt’ten Konya’ya, Diyarıbekir’den Antalya’ya, Menemen’e, Düzce’ye kadar birçok yörede itiraz etmişler ama batılı ve batıcı örgütlü iç ve dış güçlerin barikatlarını aşamamışlardı.

Batılı kültür ve hukukun taklit edilmesine ve işbirlikçiliğine direnen Müslümanlardan on binlercesi katledilmiş, yüz binlercesi sürülmüş ve uzun yıllar takibat altında yaşamıştı. Ayrıca 1925’ten sonra yeniden düzenlenen İstiklal Mahkemeleri, Batılılaşma hareketine muhalif dindar kanaat önderlerini sudan bahanelerle Türkiye’nin hemen hemen her bölgesinde yakalattırmış ve infaz edilmesine hüküm vermişti. Böylece takibat altına alınan her livada/şehirde Müslüman kanaat önderleri ve aktivistler idam yoluyla tasfiye edilmişti. Bugüne kadar İstiklal Mahkemeleri’nin hukuksuzluğu ve idam yoluyla gerçekleştirdiği ve binlerle ifade edilecek katliamları hakkında Müslümanlar tarafından ciddi ve kapsamlı tek bir çalışma yapılamamıştır.

Türkiye’de konuyla ilgili tek çalışma Kemalist akademisyen Ergün Aybars’ın doktora çalışmasıdır ki o da bu mahkemelerin çarpıklığını ve hukuksuzluğunu göstereceği yerde, verilen idam kararlarının sayısını eriyen/eritilen arşivlerle alabildiğince küçük göstermeye çalışmıştır. 2010 Şubat’ında TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin’in bazı Meclis zabıtlarını incelemeye açtığını belirtirken “İstiklal Mahkemeleri tutanakları hariç” demesi, İstiklal Mahkemeleri zulmünün basında ve TV kanallarında yeniden gündeme alınmasına vesile olmuş ve birçok kişi 10 bini aşkın kişinin bu mahkemelerden infaz edildiğini dillendirmeye başlamıştır. 2014-15 sürecinde elde kalan bu arşivler, tahkike açılmak üzere düzenlemeye tabi tutulmuştur.

Müslümanlar sadece dayatılan seküler temelli beşeri Batı kültürüne ve hukukuna, balosuyla, Avrupa müziğiyle, smokiniyle Batılı yaşam tarzına ayak uydurmaya çalışan maymunlaşma çabalarına karşı çıktıkları için ezilmediler. Onlardan çok daha ürkütücü olarak yasaklanan yazı dillerini ve kütüphanelerini kaybettiler. İslami eğitimleri yasaklandı. Hac farizasıyla ilişkileri kesildi. Sonra Türkçe dışında Rabbimizin doğumla beraber ihsan ettiği ana dillerinin yasaklandığı faciayı yaşadılar. Örtülerine, ezanlarına, camilerine el uzatıldı. Önemli bazı camiler ahır haline getirildi. Osmanlı arşivleri hurda fiyatına vagon vagon sosyalist ülkelere satıldı. Kur’an öğreniminin de Kur’an okumanın da yasak olduğu, Elif Ba’yı öğreten hoca hanımefendilerin jandarma dipçiği ile mahkemelere, oradan da hapishanelere sürüklendiği günler yaşandı. Pantolon giymeden şalvarla şehre indiği için köylülerin tutuklandığı, yol vergisi bahanesiyle borçlu duruma düşürülen köylülerin arazilerinin Mustafa Kemal’in atamasıyla TBMM üyesi yapılan toprak ağası mebuslara yok pahasına satıldığı dönemleri yaşadık.

Yazının Devamı >>>