1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. ABD’de 'Etnik-Kültürel' Irkçılık
ABD’de 'Etnik-Kültürel' Irkçılık

ABD’de 'Etnik-Kültürel' Irkçılık

‘Bir Amerika paradoksundan söz etmek mümkün. Bir yanda çok kültürlülük, demokrasi ve farklılıkların içinde kaynadığı bir toplum görüntüsü verirken diğer yandan da şiddetin, eşitsizliğin, sömürünün öne çıktığı bir Amerika var.’

10 Haziran 2020 Çarşamba 06:36A+A-

Analiz: Prof. Dr. Özcan Hıdır / AA

“Irkçılık geçmişten günümüze hep vardı. Maalesef bizde de (Almanya’da) var. Önce kendi evimizin önünü süpürmeliyiz. Irkçılık bir zehirdir.”

Bu sözler Almanya Şansölyesi Merkel’e ait. Onun itiraf niteliğindeki bu beyanı, ABD’nin Minneapolis kentinde ırkçı bir polisin, 46 yaşındaki George Floyd adlı Afro-Amerikalı’yı boğazına dizini bastırmak suretiyle öldürmesinin ardından iyice gün yüzüne çıkan, ABD başta olmak üzere, Batı’daki “etnik-kültürel ırkçılığın” en yetkili ağızdan itirafıdır. Dolayısıyla bu günlerin ruhuna da uygun olarak, adeta zaten var olan bir “ırkçılık pandemisi” ABD’de yeniden harekete geçmiş durumda. Aslında buna, “Batılı beyaz ırkın kibir ve üstünlüğü inancına” dayanan “aşırı sağ pandemisi” de diyebiliriz ki son yıllarda bu pandeminin Avrupa’yı da iyice sardığı biliniyor. Ünlü aktör George Clooney’in, “Sokaklarımızda dışa vuran bu öfke, ilk günahımız kölelikten beri pek olgunlaşmadığımızın bir hatırlatıcısı ki, bu da bizim pandemimiz; 400 yıldır da hâlâ aşısını bulamadık” ifadeleri aslında olayı özetliyordu.

Floyd’un ırkçı bir şekilde öldürülmesinin ABD çapında tetiklediği gösteriler, 200’den farklı etnik kökenden insanın yaşadığı ABD’yi yakın zamanların en büyük sarsıntılarından birine sokmuşa benziyor. Bu anlamda aslında bir Amerika paradoksundan veya Amerika’nın iki yüzünden söz etmek de mümkün. Bir yanda inovasyon, çok kültürlülük, demokrasi, denge-denetleme, hukukun üstünlüğü ve farklılıkların içinde kaynadığı bir toplum görüntüsü verirken diğer yandan da şiddetin, eşitsizliğin, sömürünün, gelir dağılımındaki uçurum ile etnik-kültürel ırkçılığın, Hıristiyan-Evanjelik fundamentalizminin alabildiğine öne çıktığı bir Amerika var. Hatta yeni tip koronavirüs (Kovid-19) süreci ABD’nin bu iki yüzünü çok net ortaya koyan bir turnusol işlevi görmüştür ki pandemi kaynaklı ölümlerden üçte ikisinin “kırılgan gruplardan”, yani siyahiler, Latin Amerika kökenli Hispanikler ve göçmenlerden oluştuğu biliniyor.

ABD’deki siyahiler ve “etnik ırkçılık”

Nüfusun yaklaşık 200 milyondan fazlasının Avrupa kökenli Amerikalılardan oluştuğu ABD’de 47 milyon ile toplam nüfusun yüzde 14’üne tekabül eden siyahiler genelde ikinci sınıf vatandaş olarak görülmüştür. Yaklaşık 45 milyonluk nüfuslarıyla Hispaniklere ve ayrıca Müslümanlara da bu gözle bakıldığı söylenebilir. Nitekim Amerika’da siyahiler ve beyazlardan oluşan denekler üzerinde yapılan bazı araştırmalarda siyahilerin şiddet yanlısı olduğu şeklinde “otomatik refleks” ve “önyargıların” ortaya çıktığı görülmüştür. Bu yargının oluşmasında, son olaylarda görüldüğü üzere, siyahilerin yağmalama, hırsızlık vb. kriminal olaylarda başat rol oynamalarının (yüzde 70) arttırıcı etkisi tabiatıyla vardır. Ancak söz konusu kodlayıcı bakışın daha ziyade ırkçılıkla ilgili olduğu belirtiliyor. Hatta poliste ırkçı tutumları önlemek için tedbirler alındığı ve her yıl bu tür olaylar sebebiyle meslekten atılanlar, maaş kesintisi yapılanlar ve hatta hapis cezası alanlar olduğu halde, ırkçılık virüsünün zihinlerden atılamadığı, hatta kurumsallaştığı ve belli olaylarla ortaya çıktığı anlaşılıyor.

Hatta dikkat çekicidir ki, “ABD’nin ırk eşitsizliği tarihi bugünkü polis zulmüne giden yolu açmıştır” açıklamasını yapan ABD’nin ilk Afro-Amerikalı Başkanı Barack Obama’nın ikinci başkanlık döneminde (2012-2016), siyahilerin ırkçı polis şiddetiyle öldürülmesi veya yaralanmasında artış olduğu da bildiriliyor. Washington Post’a göre, 1 Ocak 2015 tarihinden bu yana ABD’de 1,252 siyahi, 877 de Hispanik polis şiddetiyle öldürülmüştür. Bu oranın, beyazlara yönelik polis şiddetinin iki katından daha fazla olduğu belirtiliyor. Ne var ki bunların belki de hiçbiri, Floyd’un ırkçı polis Derek Chauvin tarafından öldürülmesindeki gibi bir infiale yol açmadı. Bu arada, Floyd’un katili Derek Chauvin’in, “şovenizm” kelimesinin etimolojik kökenini oluşturan ve 17 kez yaralanmasına rağmen Fransa için savaşmaya devam eden Napolyon’un askerlerinden Nicolas Chauvin’le aynı soyadı paylaşması da dikkat çekici.

Kültürel ırkçılık

Farklı tanımları olsa da, genelde, bazı etnik grupların “genetik-biyolojik özelliklerini” öne çıkarıp onlarla diğerleri arasında kesin sınırlar çizerek onların genetik olarak diğerlerine üstün olduğu inancına dayanan “ırkçılık” bir yandan bu haliyle devam ediyorsa da, günümüzde nispeten daha karmaşık olarak gelenek, kültürel pratikler ve dinin öne çıktığı yeni bir fenomen olarak da tezahür ediyor. Bu ırkçılıkta “kültürel ve etnik-dinî” özellikler, norm-değerler temel belirleyici oluyor.

Genetik-etnik ırkçılığın bir alt türü olarak “kültürel ırkçılık” veya “modern ırkçılık” şeklinde de adlandırılan bu ırkçılık, ABD başta olmak üzere Batı’da, göçmen gruplara yönelik ve hâkim toplumlar arasında azınlık halinde yaşayan yabancılara yönelik dışlama, ayırımcılık, şiddet, korku-nefret gibi tutumlar şeklinde görülüyor. Ancak her iki ırkçılık türünde de ortak yönü, “önyargı”, “etiketleme-stereotip oluşturma”, “grup temelli nefret söylemi” ve “ayırımcılık” oluşturuyor. Neticede aynı etnik, dini-kültürel gruba mensup kimseler “grup içi”, diğerleri ise “grup dışı” olarak görülüp dışlama ve ötekileştirme meydana geliyor. Özellikle 11 Eylül sonrasında ABD başta olmak üzere Batı’da Müslümanlardan söz edilince genelde şiddet-terörün akla gelmesi, “her Müslüman terörist değildir, ama her terörist Müslümandır” türü kalıp yargı ve ön kabuller, hep bu kodlanmış ön yargılı, kültürel ırkçı tutumlardan kaynaklanıyor.

Aşırı sağ televanjelist-evanjeliklerin başat rol oynadığı kültürel ırkçı söylem ve eylemler, ABD ve Avrupa’da ekmek-oy kapısı haline de gelmiştir. Hatta polis, istihbarat gibi kurumlar başta olmak üzere, bazı kurumlarda etnik ve dini-kültürel temelli dosyalar oluşturulduğu (racial profiling), bazı insan hakları örgütlerinin raporlarındaki bilgiler arasında yer alıyor. Bu vesileyle şunu ifade edelim ki, Floyd olayı ve sonrasındaki ırkçı tutumlar ve insan hakkı ihlallerinin ABD tarafından her yıl yapılan insan hakları raporlarına girip girmeyeceği de merak konusu.

Trump’ın İncil / Kitâb-ı Mukaddes ile Kilise fotoğrafı

Floyd’un öldürülmesi üzerine Beyaz Saray’ın önünde devam eden gösterilerin tam ortasında ABD Başkanı Donald Trump’ın, daha önce göstericilerce kısmen yakılmış olan ve Evanjeliklerin bir alt kolu Episkopallere ait St. John Kilisesi önünde İncil ile verdiği fotoğraf, gerek gösterilerin tam ortasında beyaz ırkçı-Evanjeliklere verdiği mesaj, gerekse 3 Kasım seçim yarışı açısından irdelenmeye değer. “Başkanlık Kilisesi” olarak da nitelendirilen ve hemen her başkanın göreve başlarken ayine katıldığı bu kilisedeki poz, Trump’ın “çatışmacı siyaset” anlayışını bilinçli olarak tırmandırdığı, “beyaz ve kültürel ırkçı” tabanının çıkarlarını önde tuttuğu ve dolayısıyla siyahiler başta olmak üzere diğerlerini ikinci sınıf vatandaş olarak gördüğünün işareti olarak da algılandı. Bu hamleyle Trump, “Amerika’nın ruhu” olarak gördüğü kitle olan ve çoğunlukla Texas, Güney-Kuzey Carolina, Kentucky, Georgia, Tennessee, Alabama, Mississippi gibi Amerika’yı “Tanrı’nın ülkesi” olarak gören “İncil kuşağındaki” muhafazakar beyaz-Evanjelikler ile Katoliklerin yaşadığı bölgelere seslendi.

Trump’ın bu tutumunu pandemi sürecinde nispeten oy kaybettiği Hıristiyan-Evanjelik geleneksel tabanını konsolide etmek amacıyla da sergilediği yazılıyor ki, buna göre Trump’ın olaylar sırasındaki en dikkat çekici teo-politik adımı bu olmuştur. Onun, aynı kitleye hitaben “Amerika’da kiliselerini yak(tır)ma” ve “sessiz çoğunluk” diye tweetler attığı da biliniyor. Nitekim Trump’ın bu kilise fotoğrafını sevinç gözyaşlarıyla izleyip bunu “tarihi bir an” olarak görenler, sosyal medya profiline koyan Hıristiyanların-Evanjeliklerin sayısı bir hayli fazla. Yine onu “Tanrı’nın zırhını giymiş kişi” olarak niteleyenler de çıktı; Beyaz Saray’dan Kilise önüne kadarki yürüyüşünü teo-politik ve apokaliptik yorumla Kitâb-ı Mukaddes’in Joshua (Yûşa) kitabında geçen “Jericho-Eriha yürüyüşüne” benzetenler bile oldu. Buna göre Tanrı İsrailoğullarına, halkı isyankâr olan Kudüs yakınlarında etrafı duvarlarla çevrili Jericho (Eriha) şehrini 7 kez dolaşmasını emretmiş ve sonunda şehrin duvarları yıkılmıştır.

Böylece, kovid-19 sürecinde kendi geleneksel tabanınca da nispeten yetersiz olduğu düşünülen ve az da olsa oy kaybına uğrayan Trump, Floyd olayına yönelik gösterilerin en şiddetli döneminde etnik-kültürel ırkçı imalar barındıran kilise fotoğrafı hamlesiyle tabanındaki popülaritesini arttırdı. Washington Post’ta yer alan bir analizde Trump’ın politik amaçla İncil’i kullanıp “nasyonalist Evanjelik-Hıristiyan tabanına mesaj” verdiği yorumu yapıldı. Zira Mart ayında Trump’ın Kovid-19’a yönelik tutumunu yüzde 84 beğenen Evanjeliklerin bu oranı Mayıs ayında yüzde 77’ye düşmüştü. Aslında Floyd olayındaki pek çok hamlesi onun Kovid-19 esnasındaki başarısız tutumunda kaybettiği geleneksel beyaz-Evanjelik oyları kazanmaya da yönelikti. Trump’a oy veren Katoliklerin bile yüzde 37’si onu pandemide başarısız bulmuştur ki Mart ayında bu oranın yüzde 57 olduğu belirtiliyor.

Trump muhalifi rahipler-din adamları da insanların ırkçı şiddete maruz kaldığı zamanda Trump’ın kilise önünde hiçbir pasaj okumaksızın İncil’le poz vermesini “din istismarı” olarak yorumladılar. Hatta bunu Nazi döneminde Hitler’in Luteryen kilisesini kullanmasına benzetenler de oldu. Frederick Douglass adlı bir papaz ise, “Bu ülkedeki Hıristiyanlık ile Hz. İsa’nın Hıristiyanlığı arasında dağlar kadar fark var” diyerek Trump’ı eleştirdi. Hatta dahası Amerikan Nazi Partisi diye nitelenen “Ku Klux Klan” örgütü üyelerinin de İncil’le pozlar verdiği yorumları yapıldı; Trump’ın babasının da bu ırkçı örgütün gösterilerine katılıp tutuklandığı bilgisi paylaşıldı.

Trump’ın Evanjelik dindarlığı

Trump’ın İncil’le verdiği kilise fotoğrafı, İncil’i politik amaçla kullanması tartışmalarının yanı sıra İncil’in içeriğini bilmediği, dolayısıyla dindar da olmadığı tartışmalarını da beraberinde getirdi. David Brody ve Scott Lamb’ın yazdıkları Donald J. Trump’ın İnancı: Spiritüel Bir Biyografi (The Faith of Donald J. Trump: A Spiritual Biography) adlı onun dindarlık-inanç yönünü anlatan kitaptaki bilgiye göre Trump, başkanlık yeminini ofisinde bulunan iki İncil üzerine yapmıştı. Bunlardan birinin 1955’te annesi Mary Anne’in, Pazar günleri devam ettiği kilise okulundan mezuniyetinde kendisine hediye ettiği İncil olduğu söyleniyor. Fotoğrafta elinde tuttuğu İncil’in de bu olduğu belirtiliyor.

Bütün bunlardan hareketle başta Demokratlar olmak üzere, Trump karşıtı medya, Hıristiyanların gözünden düşürmek için olsa gerek, onun Hıristiyan-Evanjelikleri politik amaçları için kullandığını ve aslında İncil’in zayıf ve güçsüzlerin haklarını savunan içeriğinden haberdar olmadığını söylediler. Delil olarak da daha önce Trump’a “İncil’den bir pasaj zikredebilir misiniz?” dendiğinde, bunu yapmak istememesini örnek olarak verdiler. Trump’ın da bu konuda çelişkili ifadeleri yok değil. Mesela 2016 yılında “Benden daha fazla İncil okuyan yoktur” demişti. Ancak başka konuşmalarında İncil’in içeriğini bilmediğini; hatta yanlış ayetler naklettiğini gösteren konuşmaları ortaya çıkmıştı.

Floyd olayı sonrasındaki gösteriler, karşıt ırkçı tutumları arttırdı (mı?)

Floyd’un polisler tarafından soğukkanlılıkla öldürülmesi sonrasında pek çok şehirdeki gösteriler, bir yandan olağanüstü hâl, sıkıyönetim ilanı, askerin sahaya sürülmesi, seçimlerin iptali ve hatta ABD’nin bölünmesi gibi tartışmaları beraberinde getirirken, diğer yandan da bazı beyaz ırkçıların sosyal medyada “George Floyd challenge” etiketiyle Floyd’un öldürülme anını yeniden canlandırdıkları paylaşımlara tanık olundu. ABD’nin efsanevi-siyahi insan hakları savunucusu Martin Luther King’in küçük kızı Beatrice King, sosyal medyada paylaşılan bu ırkçı görüntüleri takipçilerine duyurdu ve ırkçılığın bitmekten ziyade gösterilerle daha da arttığı yorumunu yaptı. Bazı yorumcular, bu durumun oluşmasında muhaliflerince “politik pandemi” olarak nitelenen Trump’ın, gösteriler sırasındaki güvenlikçi ve kültürel ırkçılığı adeta teşvik edici tutumlarının da etkisini dillendiriyor. Dolayısıyla, son olarak başkent Washington’daki Ulusal Muhafızları geri çektiğini duyursa ve kısmen yumuşama eğilimine girse de Trump’ın geneldeki sert tutumunun beyaz ırkçı damarı harekete geçirdiği de söylenebilir. Hatta benzer yeni bazı vakaların bile yaşandığı medyada yer alıyor. Fox TV başta olmak üzere, Trump’a yakın medyanın sürekli siyahilerin yağmalarını göstermesinin bir sebebi de bu olsa gerek.

Buna karşın, Floyd’un öldürülmesinin ABD’de olduğu kadar, bütün dünyada ırkçılık, şiddet karşıtı gösterilerin dalga dalga yayılmasına yol açtığı da bir diğer gerçek. Pandemiye, hatta yerel yönetimlerin engelleme girişimlerine rağmen Londra, Berlin, Amsterdam, Rotterdam, Paris, Brüksel, Roma gibi Avrupa kentlerindeki büyük kalabalıklar bunun tezahürü. Hatta “İngiltere masum değil” sloganları eşliğinde İngiltere’nin Bristol kentinde göstericilerin “Edward Colston” adlı köle tacirinin heykelini yıkıp denize atmaları da en ibretlik karelerden biri oldu.

Gösterilerde Martin Luther King ve Malcolm X eksikliği

Floyd olayı sonrasındaki gösterilerde bir “liderin” olmayışı belki de en büyük eksiklik. Hatırlanacağı üzere, siyahi Martin Luther King öncülüğünde 1963 tarihinde düzenlenen “İş ve Özgürlük İçin Washington’a Yürüyüş”ten bir yıl sonra gelen “1964 Medeni Haklar Yasası” (The Civil Rights Act of 1964) ile ABD’de siyah ırka mensup kişilere okullarda, kamusal alanlarda, işe alımda yapılan negatif ayrımcılık yasaklanmış, bu yasayı dönemin ABD Başkanı Lyndon Johnson imzalamıştı. Gelinen noktada, bu yasanın büyük oranda kâğıt üzerinde kaldığı, zihinlerde beklenen dönüşümü yeterince sağlayamadığı anlaşılıyor. Bu ise Balzac’ın “Kanunlar örümcek ağları gibidir; zayıfları ağa yakalanır, güçlüler ağı delip geçer” sözünü hatırlatıyor.

Hal böyle olmakla beraber, Floyd’un “nefes alamıyorum” sözlerinin ardından öldürülmesi ve akabinde bu sözün gösterilerde baş slogan haline gelmesi, eşitsizliğe, sömürüye, gelir dağılımındaki uçuruma, adaletsizliğe ve özellikle polisteki yapısallık arz eden ırkçılığa karşı “nefes alamıyorum” diyenlerin yağmalamadan, yakmadan, nefret etmeden “Başka bir dünya mümkün” diyerek mücadele etmelerini salık veriyor. Muhtemelen Floyd’un, hayatının büyük bölümünü geçirdiği Houston’da yapılacak 9 Haziran’daki cenaze töreninde büyük kalabalıklar, özelde ABD’ye genelde ise bütün dünyaya bu yönde haykıracak. Tıpkı “1964 Medeni Haklar Yasası” yürüyüşünü başlatan Martin Luther King gibi. Yine 1965 yılında suikastla öldürülen ve “Sizin kardeşleriniz olarak insan haklarına sahip olmayı istiyoruz” diyerek, ABD’de ırkçılığa karşı mücadele veren Malcolm X gibi. Esasen Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in, “Ben, ırkçı kin ve nefretin tehdit ettiği tüm insanların tarafındayım” sözü, bu süreçte yetkili bir ağızdan umut verici öncü haykırışlardan biri oldu.

Öte yandan ABD (İslâm dünyasındakiler başta olmak üzere) dünyadaki devrimlere-olaylara isim bulmakta hep mahir oldu. Dünyanın farklı bölgelerindeki gösterilere “kadife”, “turuncu” devrimler demesi gibi, yahut Arap devrimlerine “Arap Baharı” ve Türkiye’deki 2013 Mayısındaki sokak gösterilerine “Gezi devrimi” isimlerini vermesi gibi. Fransa’da 2018’de başlayan “sarı yeleklileri” de buna ekleyebiliriz. ABD’deki bu olaylara henüz bir isim verilebilmiş değil. Bu meyanda “ABD Baharı” isimlendirmesini dillendirenler oldu. Ancak Floyd’un son sözü “Nefes alamıyorum”dan mülhem “Nefes devrimi” veya 2013’te sivil toplum hareketine dönüşen Black Lives Matter’dan (Siyahların hayatı önemlidir) hareketle “Siyah devrim” ismi belki daha uygun düşecektir.

Son sözümüz, Floyd olayı sonrasında Craig Considine gibi bazı Hıristiyan teologların bile atıf yaptığı Hz. Peygamber’in Veda Hutbesindeki ırkçılık karşıtı serlevha ifadelerden olsun:

“Ey insanlar! Biliniz ki Rabbiniz birdir, atanız da birdir. Bütün insanlar Âdem’den gelmiş, Âdem de topraktan yaratılmıştır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın da beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük ancak Allah’a karşı sorumluluk bilinci (takvâ) iledir…”

*

[Çalışmalarını hadis, Yahudi ve Hıristiyan kültürü ilişkisi, din ve kültürlerarası etkileşim, oryantalizm-oksidentalizm, teo-politik, İslam karşıtlığı (kültürel ırkçılık) ve Avrupa’da-Batı’da İslam ve Müslümanlar konularında yoğunlaştıran Prof. Dr. Özcan Hıdır İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi öğretim üyesidir]

HABERE YORUM KAT