1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Yorulan, Gerilen Sadece AK Parti Kadroları mı?
Yorulan, Gerilen Sadece AK Parti Kadroları mı?

Yorulan, Gerilen Sadece AK Parti Kadroları mı?

Merve Şebnem Oruç, Erdoğan’ın parti teşkilatına yönelik ‘metal yorgunluğu’ teşhisinin sadece parti kadrolarıyla sınırlı olmayıp, toplumun geneline yansıtılabileceğine dikkat çekiyor.

28 Temmuz 2017 Cuma 11:50A+A-

Merve Şebnem Oruç’un konuyla ilgili yazısı şöyle:

Milletteki Metal Yorgunluğu

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Ak Parti’ye yeniden üye ve genel başkan olması sonrası verdiği dikkat çekici mesajlardan biri de “metal yorgunluğu” teşhisiydi.

O böyle söyleyince haliyle metal yorgunluğu nedir, nasıl bir şeydir, sebepleri nelerdir, malum metal yorgunluğuna karşı ne yapılmalıdır, diye çokça yazıldı çizildi. Hakikaten de neydi tam olarak metal yorgunluğu?

Google’ı açıp sordum: Metal malzemenin dayanma gibi özelliklerini yitirmesine deniyormuş metal yorgunluğu. Çekme, basma, sürekli esneme, sürekli germe, sürekli baskıya ya da kimyasala maruz kalma, ani soğuma, ani ısınma, sürekli yük altında olma, sürekli yük altındayken aniden yüksüz bırakılma vs. gibi çok çeşitli nedenleri varmış. Metali oluşturan atomların, yani yapıtaşlarının arasındaki bağlarda oluşan gevşemenin ortaya çıkardığı yapısal bozuklukmuş daha teknik bir tabirle.

Örnek vermek gerekirse, bir teli sürekli olarak yukarı ve aşağı bükersek tel büküldüğü noktadan ısınıyor ve bir süre kopuyor ya, bu kopma olayı, metal yorgunluğunun son noktasıymış. Bu yine iyi, zira görünüşte metalin yıprandığını fark etmek çok zordur diyorlar. Bir köprü içten içe yıpranabilirmiş, siz onun dimdik ayakta durduğunu düşünürken bir gün durduk yere yıkılıverirmiş. İşte bu metal yorgunluğuna en doğru örnekmiş.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ak Parti ile ilgili “metal yorgunluğu” teşhisini yaparken bu yorgunluğun nedenini, yani aşırı baskı altında olmaktan mı, aşırı çalışmaktan mı, aşırı yük altında kalmaktan mı kaynaklandığını söylemedi ama bu değerlendirmenin gecikmeden yapılması önemlidir. Nitekim bu yorgunluğu aşmak için tüm il, ilçe ve belde teşkilatlarını güncelleyeceklerini dile getirdi sayın Cumhurbaşkanı. Yani kırılma noktasına gelmiş metali yeni ve dinamik olanla değiştirecekti. Dilerim bu erken teşhisin ve onu müteakip yapılacak değişikliklerin vatana, millete, herkese faydası olur.

Bu metal yorgunluğunun nedenleri üzerine düşünürken bugünlerde, “Acaba Ak Parti kadroları dışında başka kim, kimler bu yorgunluktan muzdarip?” diye düşünürken buldum kendimi. Son 4-5 yılda yaşananlar, siyaset sahnesinde yaşanan krizler, ardı ardına gelen zorlu seçim dönemleri, iç ve dış tehditler başka kimleri etkilemiş, başka kimleri yormuştur? 2012 yılında yaşanan MİT krizi çok büyük bir olaydı, ama yıllar içinde öyle şeyler yaşadık, gördük ki, o olay devede kulak boyutuna geldi. 2013’ün Gezi olaylarını 17-25 Aralık, onu FETÖ’nün bitmek bilmez saldırıları, 2014’te her gün yeni bir tapenin sosyal medyaya sızması, HDP’sinden NYTimes’ına her gün yeni bir tehdit, derken 2015 yılında yükselişe geçen ve çok büyük yaralar açan terör saldırıları, Güneydoğu’daki hendek terörü, PKK savaşı Batı’ya taşımayı başarır mı endişesi ve en nihayetinde 15 Temmuz... Sadece bunlar da değil, bölgedeki kaos ve özellikle Suriye’de yaşanan iç savaş, Türkiye’ye sığınan üç milyonu aşkın mülteci, PKK tehdidinin yanına eklenen DEAŞ, ekonomik saldırılar, çıkarılmaya çalışılan etnik ve mezhep temelli çatışmalar, sadece Ak Parti’yi, hükümeti, devleti değil, hepimizi yordu, yıprattı.

Yani millette de bir metal yorgunluğuna benzer bir durum var. Ama yeni ve dinamik kadrolarla değiştirebileceğiniz, güncelleyebileceğiniz bir şey değil millet. 15 Temmuz’u yaşayıp, bir hafta sonu sokağa inip savaşıp, Pazartesi günü mesaiye gitmek, işbaşı yapmak, fazlasıyla onurlu ve kahramanca bir davranıştır, ama acaba ne kadar sağlıklıdır? Aile içi şiddetten cephede kahramanca savaşan askerlere, şiddete maruz kalan ya da şiddete şahit olmuş bireylerin geçirdikleri travma sonrası stres bozuklukları yaşadıkları, depresyon ve benzeri psikolojik rahatsızlıklara saplandıkları bilinen bir gerçek. 15 Temmuz gecesi hepimiz için bir travma değil miydi? Öncesinde ve sonrasında yaşadıklarımız o travmanın şiddetini artıran etkenler değil miydi? Yasımızı dahi tutamadık doğru dürüst, çünkü olan biten hız kesmeden devam ediyordu. 15 Temmuz tüylerimizi diken diken eden bir kahramanlık hikayesiydi, başında terör ve şiddet, sonunda ise zafer vardı; bu yüzden bayram gibi bir coşkuya bürüdük ruhunu ama birbirimize sarılarak doyasıya ağlayamadık.

Terörle mücadele, FETÖ davaları, 16 Nisan referandumu ve sistem değişikliği derken, bir yandan acılarımızı içimize atmaya bir yandan da mücadeleye devam ettik. Hala da devam eden bir belirsizlik hali, bunun getirdiği bir endişe yok mu hepimizde? Peki yeni bir 15 Temmuz daha yaşansa gözünü kırpmadan sokağa koşacak olanlarda bile hakim olan şu kolunu bile kaldırmaya mecali olmama durumu? Suriye’de yaşananlara bile artık sesimizi çıkaramıyoruz, Mescid-i Aksa için refleks gösterebilmemiz günler sürdü. Demek ki millet olarak biz de bir yorgunluk, dinamizm kaybı içindeyiz.

15 Temmuz’un ardından bir yılın geçmiş olması önemli bir eşiği aşmak anlamına geliyor. Şimdi çevremde o kadar çok insanın bir yıl içerisinde içine kapandığını, bunalım ve benzeri çeşitli stres sendromlarına girdiğini, terapi gibi profesyonel yardımlara başvurduğunu görüyorum ki. O kadar çok insanın “Çıkıp gideceğim ama memleketi bırakmak çok koyuyor” dediğini duyuyorum ki.

Tarihin büyük bir kırılmadan geçtiği dönemlerden birine modern zamanlarda şahit oluyoruz. Göstergeler işaret ediyor ki, bu bir süre daha böyle devam edecek. Mücadele sürecek, belki de zorlaşacak, işler iyi gidermiş gibi görünecek, belki ardından kötüleşecek. Hava yumuşayacak zannediyoruz, belki ve yüksek ihtimalle sertleşecek. Her şey olup biterken biz yine burada olacağız, birlikte omuz omuza savaşacağız. Bu yüzden savunma sanayimize yatırımdan yönetim sistemimize pek çok reform yaparken, parti teşkilatlarından devlet kadrolarına ne olduğunu sıradan vatandaşın pek de anlamadığı değişikliklere imza atarken, biraz da ruh halimizle ilgili restorasyonlar için de çalışsak mı acaba? Biraz hafifler miyiz, sosyal sıkışmışlık hissi biraz sakinler mi? Ne dersiniz?

Kaynak: Yeni Şafak

HABERE YORUM KAT

1 Yorum