1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Suriye’de İşkenceler Nazi Almanyası’nı Geçti
Suriye’de İşkenceler Nazi Almanyası’nı Geçti

Suriye’de İşkenceler Nazi Almanyası’nı Geçti

Suriye’de yapılan işkenceler, Nazi Almanyası’nda yapılanları aştı. Tarih böylesine bir vahşete tanık olmadı. Esad’ın tek dayanağı, Emperyalist ve kapitalist bloğun temsilcileri olan Rusya, Çin ve devrimin üst İslami değerlerinden kopan mevcut İran yönetim

31 Ocak 2013 Perşembe 18:36A+A-

Röportaj: Yasemin Sarıtemur / Milat

Yayıncı-yazar Hamza Türkmen ile Müslüman coğrafyasında yaşanan ayaklanmaları, bölgede akan kanları ve değişim sancısını konuştuk. Yaşananların önemine değinen Türkmen, İslam dünyasında var olan sömürü, sindirilmişlik ve yoksulluğun getirdiği sıkışmış öfkenin Tunus’ta alev alarak, diğer ülkelere sıçradığının altını çizdi.

-Uzun zamandır dünya gündeminde olan Arap Baharı nedir?

-Müslüman coğrafyasında 2 seneden beri var olan “Toplumsal İntifada”ya biz Arap Baharı demiyoruz. Bu, Batılıların sonuçları liberalleşmeye dönüştürmek amacıyla verdiği bir tanımdır. Arap milliyetçileri buna “Arap Devrimleri” diyor. Biz ise diktatörlere karşı bir başkaldırı olması sebebi ile çok benzediği Filistin İntifadası’ndan yola çıkıyor ve bu hareketi “Ortadoğu İntifadası” olarak adlandırıyoruz. Olayın Tunus ve Fas boyutunu düşündüğümüzde, başkaldırıları Müslüman coğrafyadaki devrim süreci olarak tanımlayabiliriz.

BUAZİZİ’NİN KENDİNİ YAKMASI, ÖFKENİN ALEV ALMASIYDI

-Yaşanan bu devrimlerin önemi nedir?

-Bölgede yaşanan bu devrimler, oldukça önemli bir değişimdir ve Müslümanları için ıslah hareketlerinin dışa vurumudur. Biz, Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşanan kimlik değişimine karşı direnenlerin başına gelenlere de şahit olmuş bir milletiz. İstiklal Mahkemeleri’nde İskilipli Atıf gibi kanaat önderlerimizden binlercesinin idam edildiğini, işkenceden geçirildiğini ve sürgüne gönderildiğini biliyoruz. Tıpkı o dönem yaşanan zulümler gibi burada da Müslümanlar ciddi bedeller ödedi.

-Arap baharı ile nereye gidiyoruz?

-İslam Dünyasında sömürü, yolsuzluk, sindirilmişlik ve yoksulluğun getirdiği sıkışmış bir öfke vardı. En sonunda bu sıkışmış öfke alev aldı. Ancak bu öfke, Buazizi’nin kendini yakması ile oluşmuş değildir. Buazizi’nin Tunus’ta kendini yakması, bu öfkenin alev almasıydı. Yaşanan bu patlama; Tunus’un dışında zor şartlar altında yaşayan Libya’dan Mısıra, Yemen’e ve Suriye’ye kadar domino etkisi yaptı ve Müslüman halkların açılımını gündeme getirdi.

-Ayaklanma süreci nasıl gelişti?

-İntifada olayında en fazla ayaklanmalar camilerde ve özellikle Cuma Namazlarında başladı. Dolayısı ile bu devrim sürecinin asıl dayanağı da İslami hareket oldu. Bu son derece olumlu olarak nitelendirebileceğimiz bir gelişmedir. Ayrıca bu süreç, sadece Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki bir ayaklanma olarak algılanmamalıdır. İslam coğrafyasında yaşanan bu intifada, Müslümanların silkelenerek kendini keşfetmesine neden oldu.

ÖNEMLİ OLAN SİSTEMİ DEĞİŞTİREBİLMEK

-Ayaklanmalar özgürlüklerin kazanılması anlamında sonuca ulaşacak mı?

-Nahda’nın teşkilatlandırma başkanı Amr El Üreyd’in, “Tunus’ta bir devrim yaptık ve diktatörü yıktık. Ama asıl önemli olan sistemi değiştirebilmektir ve bu da merhale merhale ilerleyen ıslah görevidir” sözleri oldukça belirleyicidir. Ortadoğu’da diktatörlerin yıkılması bir özgürlük arayışıdır. Ancak bu insanların söyleyecek sözünün olması, İslami yönetim-şura, alternatif üretim-tüketim ve yeni bir İslam medeniyeti modeli üreterek kapitalist dünyaya alternatif bir hayat biçimi ortaya koymaları ile gerçekleşebilir. Devrimlerle gelen özgürlük ortamı iyi bir şekilde değerlendirilirse, bu sonuca ulaşılacak bir süreçteyiz.

-Suriye’de yaşanan son gelişmelerden neler okuyabiliriz? 

-Suriye olayı, Müslüman coğrafyada birbirini tetikleyen devrim rüzgârının bir yansımasıdır. Ülke, yaklaşık 50 yıl boyunca Fransa’dan sonra tamamen kolonyalist bir yönetimle idare ediliyordu. Fransızlar buradan çekilirken, iktidarı azınlık olan Nusayrilere bıraktı. Yedekleri de halkın yüzde 12’sini oluşturan Hıristiyanlardı. Baas iktidarı, halkı sekülerleştirmek, laikleştirmek ve batılılaştırmak için çalıştı. Yani Fransa’nın yapamadığını, iktidara getirdiği işbirlikçi diktatörler başarmaya çalışıyordu.

SÜREÇ BÖLGEYE YANSIDI, SURİYE HALKI AYAKLANDI

Yaşanan baskı ve zulümlere direnen bu potansiyel, daha sonra kendi özgürlük arayışına çıktı. Ancak Hama başta olmak üzere birçok şehirde 10 binlerce insan katledildi. 1982 yılında, 800 bin İhvan üyesi, Suriye dışına çıkmak zorunda kaldı. On binler ise hiçbir zaman aileleri ile görüştürülmemek kaydı ile hapishanelerde yaşatıldı. Tüm bunların ardından ise, liberal ekonomiyi uygulayacak olan Esad iktidara getirildi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Esad’a, halka özgürlüklerini vermek üzere reform teklifine rağmen Suriye’de herhangi bir ilerleme olmadı.  Ardından Ortadoğu süreci bölgeye yansıdı ve halk ayaklandı.

-Suriye halkının direnişi sürecek mi?

-Bombalanan şehirlerde yüz bine yakın ölü ve yaklaşık 200 bin esir var. Bunların büyük bir bölümü ise kadın ve çocuklardan oluşuyor. Ancak tüm imkânsızlık ve olumsuzluklara rağmen Müslüman halkın direnişi sürüyor. Kurtarılmış bölge ve şehirlerde yeni yeni oluşturulan şeriat mahkemeleri ise gücünü ne mevcut devletten ne faşist kanunlardan alıyor. Güç direk Müslüman halktan alınıyor. Bu çok önemli bir noktadır. Zira bu, zihinlerimizde Esad’dan sonra ne olacağına dair zihinlerde bir aydınlık oluşturuyor ve bu da geleceğe dair güven veriyor.

-Bölgede akan kan nasıl duracak?

-2011 yılından beri Suriye’de akan değil, kimlikleri baskı altında tutulan Müslümanların akıtılan kanı vardır.  Bireyselleştirilmeye çalışılan Müslümanlar, sadece özgürlük, serbest seçim ve hukuk alanında reformlar istediler. Her gün öldüler fakat tek bir kurşun dahi atmadılar. Fakat halka ateş açması istenilen Suriye ordusu içindeki vicdanlı askerler ve subaylar, halka saldırmayı reddetti. Bu nedenle de içeride yüzlerce asker ve subay öldürüldü. Ardından ordudan kaçışlar başladı. Halkın çocukları halkın yanına geçti ve halkın da desteği ile Özgür Suriye Ordusu kuruldu.

İRAN YÖNETİMİ, KAPİTALİST DOĞU’NUN PARTNERİ GİBİ

-İran ve Rusya’nın Suriye politikalarını nasıl buluyorsunuz?

-Emperyalizmin artık iki boyutu yok. 1991’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Biriliği yıkıldığından beri, tüm dünya Batı oldu. Çünkü kapitalizmle kalkınmak, batılı paradigmanın yaygınlaşması anlamına geliyor. Artık Batı sadece Avrupa ve ABD değil.  Bugün Japonya, Çin ve Rusya da coğrafi olarak olmasa da zihniyet olarak Batı’dır. Bu kapitalist blok içinde iki yapı vardır.  Birisi eski kapitalist yapılar olan ABD, AB ve Japonya, diğeri ise yeni kapitalist yapı olan blok Çin ve Rusya’dır. Ancak bunlardan Çin ve Rusya çok vahşidir. İran Devrimi sırasındaki slogan ‘Ne Doğu Ne Batı’ idi. Şimdiki İran Yönetimi ise mevcut politikası ile Kapitalist Doğu’nun partneri gibi.

-Kapitalist politikalar Türkiye’yi nasıl etkiliyor?

-Bugün Türkiye’de asgari ücret 700 TL seviyesinde ise, bunun faili Çin’dir. Zira Çin, kendi işçilerini 60-80 dolara çalıştırıyor. Üretim ücretinin düşük olması, üretilen malın fiyatına da yansıyor. Bu ucuz işgücü dünya sanayini sarstı. Çin, hem kendi halkını, hem de dünya sanayini sömürüyor. Zira kendi işçisine hakettiği ücreti verirse, Türkiye’deki asgari ücret de yükselir. Bugünkü emperyalizmin vahşi yüzü Çin’dir. Ayrıca Batı, Müslüman ülkeleri sömürge olarak görüyor. Geçmişte şahit olduklarımızın yanı sıra, bugün Mali’ye yapılan Fransız müdahalesinde de bunu görebiliriz… Rabbimiz “Küfür Tek Millettir” buyurmuştur.

SURİYE’DEKİ İŞKENCELER NAZİ ALMANYASI’NI GEÇTİ

-Suriye’de neler yaşanıyor?

-Şu anda Suriye’de yapılan işkenceler, Nazi Almanyası’nda yapılanları aşmış durumda. Esad, kendi halkını akla hayale gelmeyen işkencelere tabi tutuyor.  Tarih böylesine bir vahşete tanık olmadı. Esad’ın tek dayanağı ise, Emperyalist ve kapitalist bloğun temsilcileri olan Rusya, Çin ve akıl tutulması yaşayan, devrimin üst İslami değerlerinden kopan mevcut İran yönetimidir. Kanın durması için de tek çare Esad’ın iktidardan gitmesidir. Ancak bu saatten sonra Esad’la hiçbir şekilde masaya oturulmamalı ve uzlaşma düşünülmemelidir.

-Avrupa’yı bu denli korkutan ve politik duruşlarını değiştiren güç nedir?

-Zamanında Filistin’i en çok Türkiye destekledi. Ancak Filistin Devleti statüsü için geçen ay BM’deki oylamada İsrail ve ABD tüm dayatmalarına rağmen İsrail sadece, Çek Devleti, Panama, Kanada ve Atlas Okyanusu’nda ismi dahi bilinmeyen dört devletten destek alabildi. Almanya ve İngiltere dahi pozisyon değiştirip geri çekildi.   Ortadoğu’daki halkların haklarına ve geleceklerine sahip çıkmak istemesi çok büyük bir güç ve bu düşünce onları korkuttu. Zira Avrupa, ileride İslam dünyası ile çatışmaktansa işbirliği yapmanın daha imkânlı olup olmayacağını tartışıyor.

-Kaddafi’nin ardından Libya’daki durum nedir?

-Devrim’den önce de sonra da Libya’da Müslümanların seçim pratiği yoktu. Seçimlerde İslami cemaat ve kuruluşlar bloklaşamadılar. Bu boşluktan kısmen gizli liberal güçler yararlandı. Ancak zaman geçtikçe Müslümanların irtibatlarını çoğalttıklarını duyuyor ve okuyoruz. Suriye İslami direniş ve kıyamının en önemli destekçilerinden birisi de Libyalı Müslüman güçler. Bölgeyle ilgili gelişmeleri okuma ve duyma boyutundan vicahi tanışıklıklara ulaşabilmek için önümüzdeki Mart ayı sonunda Tunus’tan sonra Libya’ya gitmeyi planlıyoruz.

MALİ, YOKSULLUĞUNA RAĞMEN İSLAMİ UYANIŞ ŞEVKİYLE DİRENİYOR

-Son dönemlerde gündemdeki diğer bir ülke olan Mali’de neler oluyor?

-Mali, Fransa’nın üzerinde at koşturduğu eski sömürgesi konumunda bir ülke. Siyahları köleleştirdiler. Bölgede büyük zulümler yaşandı, onbinlerce insan katledildi. Ardından ise, zengin altın ve uranyum havzalarına sahip olan bu ülkeyi sömürgeleştirdiler. Fransa oradan çekilirken, devşirilmiş işbirlikçi bir diktatörlük bıraktı. Mali halkı, 1300 yıldır Müslümanlıkla tanışmış bir halktır. Bu halk, tüm yoksulluklarına rağmen İslami uyanış şevkiyle beraber kendi değerleri ile karşılaşmakta ve bu şekilde direnmektedir. Ortadoğu’daki devrim rüzgârları orayı da tutuşturdu. Biz Müslümanlar, Mali’yi gündemde tutarak oradaki kardeşlerimizin yanında olmalıyız.

-Hilal TV’deki Ulustan Ümmete programı ile neyi hedefliyorsunuz?

-Ulustan Ümmete programında Kur’an ümmetini yeniden diriltmek ve inşa etmek isteyen, ıslah hattını önemseyen, tebliğ ve mücadele alanlarında bulunan İslami kanaat önderleriyle birlikte Müslümanların fikri ve fiili sorunlarını müzakere etmeye çalışıyoruz.  Amacımız vesayetsiz olarak istişareyi ve istişare ehliyetini önemseyerek bölgesel ve evrensel alanda Müslümanların dertlerini ve kazanımlarını paylaşabilmek; ayrıca Türkiye’deki İslami uyanış ve dayanışma sürecine katkıda bulunabilmektir.

ULUSAL KUTSALLARIN TEKELİNDEYİZ

Batıcı bir devlet olmamıza rağmen, İslam dünyasının en önde gelen ülkesi Türkiye’dir. Ancak Türkiye, Anıtkabir’den tutun, ant törenlerine kadar ulusal kutsalların tekelinde bir ülkedir. Bir şekilde statükoyu aşmaya çalışıyoruz. Bugün insanlar hala Anıtkabir’de bir kutsama eylemi içinde saygı duruşunda bulunuyorsa bu durum bizlere, Batıcı ve seküler bir ideolojinin varlığını ve köklerinin derinliğini gösteriyor. Türkiye, bir NATO ülkesi olduğu için, kısmen dışarıya tutsak bir ülkedir. Ancak bu tutsaklık içerisinde, aynı zamanda halktan aldığı güçle kendisine alan açmaya çalışan farklı bir hükümete sahip ülke konumundadır. Türkiye geldiği yer itibariyle, halkın var olan İslami potansiyelinden güç alarak emir alan değil, sorunları masada tartışabilen ve kendi kozlarını da oynayabilen bir noktada bulunuyor. 

HABERE YORUM KAT

2 Yorum