1. HABERLER

  2. KÜLTÜR SANAT

  3. Şişeden Çıkan Bir Film: İftarlık Gazoz
Şişeden Çıkan Bir Film: İftarlık Gazoz

Şişeden Çıkan Bir Film: İftarlık Gazoz

“İftarlık Gazoz” filmini Muhammed Beheşti Birtane kardeşimiz Haksöz-Haber okurları için değerlendirdi.

19 Şubat 2016 Cuma 15:45A+A-

ŞİŞEDEN ÇIKAN BİR FİLM: İFTARLIK GAZOZ

MUHAMMED BEHEŞTİ BİRTANE / HAKSÖZ-HABER

Yüksel Aksu'nun senaristliğini ve yönetmenliğini yapmış olduğu  ''İftarlık Gazoz'' filmi seyirciyle buluştu. Yönetmen bu filminde de tıpkı önceki filmlerinde olduğu gibi doğup büyüdüğü kasabanın meselelerini mizahi bir üslupla anlatıp seyirciyi kendi atmosferine çekerek mesajlarını kolaylıkla iletme çabasını göstermiştir. Fakat bu son filminde mizahi meselelerin yanında bir de Türkiye'nin en trajik dönemlerinden biri olan 12 Eylül 1980 darbesi sürecinde yaşananları da anlatmaktan geri kalmamıştır. Filmde bu meseleyi her ne kadar ikinci planda anlatıyor gibi görünse de aslında filmin ana merkezini bu mesele oluşturmuştur. Bunu bilinçli sahne ve sloganların kullanımıyla çok rahat hissediyoruzdur. Bu bilinçli hamleyle seyirciyi komedi beklentisiyle sinemaya çekip propagandaya boğarak bir nevi seyirciyi sinema salonunda değil de sol örgütlenme sahasında bir dizi eğitim safhasından geçiriyor gibidir. Bunu yaparken de bütün bir olay örgüsünün bir çocuk karakter üzerinden anlatılması da gayet manidardır.

Türke Türkden Başka Yoktur Dost Nimet !

Filmin henüz giriş sahnesinde devlet görevlileri masada, mahkumların durumunu değerlendirip çözüm arayışına girmişken  arka fonda seyirciye dinletilen şarkının sözleri  dikkat çekicidir.

Kahraman ırkıma sızmış ihanet
Bütün yüreklerde acı ve nefret
Düşmanlarım mert değil hepsi de namert
Türk'e Türk 'den başka yoktur dost nimet

Neticede bu dörtlüğün perspektifiyle oluşturulmuş bir filmin yansımalarıyla muhatabızdır. Ulusalcı ve tekçi zihniyetin dışavurumuyla film boyunca da sürekli karşılaşıyoruzdur. Bu tür noktalara eleştirel bakmaktansa tam tersi toplumun maneviyatını oluşturan değerlere karşı gayet laubali bir üslup ile yaklaşım söz konusudur. Aslında bu sorun ülke sinemasının bir türlü aşmak istemediği ciddi bir meseledir. Bu tür filmlerde Camiinin dolayısıyla maneviyat sahasının ahlaki ve ciddi bir şekilde gösterilmemesiyle karşılaşıyoruzdur. Bu filmde de durum farksız değildir. Neticede yine nitelikten arındırılmış cami atmosferleriyle  karşı karşıyayızdır. Bunun yanında birde dalavereci imam karakterlerini söylemiyorum bile. Bu tür durumlarda söz konusu karakterleri oluşturmaktaki kasıtlı tavırlarının yanında birde bu karakter ve kurumların karşısına konumlandırdıkları şahısları solculuk ve devrimcilik değerleriyle gayet ciddi ve seviyeli bir şekilde işlemekten de geri kalınmadığını görüyoruzdur. Bu vesileyle  örnek insan tipi oluşturarak bir nevi  seyirciye  solcu kahraman güzellemeleri yapmaktan da geri kalınmıyordur.

Tekne Orucundan Ölüm Orucuna

Yönetmen nasıl yapmışsa bir şekilde ramazan orucuyla ölüm orucunu birleştirerek bir anlam oluşturma çabasına girişmiştir. Bu hamle her ne kadar öykü ilgilendiren bir şey olsa da filmin bütününde de yönetmeni ucuz anlatıya düşmekten kurtaramamıştır. Öyle ki seyirciye anlatmak istediği ana meselenin dışındaki her bir olayı anlatırken derinliksiz ve ucuzlaştırıcı bir üslupla işlemiştir. Örneğin filmin ana unsuru olan  Ramazan orucu ibadetini işlerken gayet ciddiyetten uzak ve yüzeysel işlemiştir. Bu tür ibadetlerin çelişkilerle dolu dünya da karşılık bulamayacağını  işret edip diğer yandan da dini ibadetleri ve kurumları tipik Yeşilçam refleksiyle alaycı ve  itibarsızlaştırıcı bir üslupla işlemekten de geri kalmamıştır. Neticede filmde sürekli altı çizilen  ramazan orucu ve iftarına dair filmin sonunda seyircinin zihninde, her hangi bir imge kalmayacak şekilde bir sonla karşı karşıya kalıyoruzdur. Bunun yerine ana karakterin ceza evinde tuttuğu  ölüm  orucu sonucunda yaşamını yitirmiş olduğu sahnelerin arda arda sahnelenmesi sonucunda oluşan trajik havanın etkisi altında kalıyoruzdur. Böylelikle  ana karakterin film boyunca sade ve mizahi bir üslupla tanıtılmasına rağmen filmin sonunda bu trajik sonla kahramanlaştığı sahnelerin kalıcı etkileriyle seyirciyi etkilediğini görüyoruzdur. Yönetmen bu vesileyle seyirciyi  gülme parolasıyla filmi izlemeye çağırmış olmasına rağmen tam tersi  ağlatmadan bırakmamaya söz vermiş gibidir. Üstelik bunu yaparken de bütün bu malzemeleri kendi ideolojisini dayatmak için kullanmaktan geri kalmamıştır. Bütün bu çabaların nedeniyse yönetmenin propaganda yapmak istediği meseleler konusunda kırk takla atma çabasını görmek kaçınılmaz oluyor doğrusu.

Tüm bunlarla karşılaştıktan sonra şu soruyu sormaktan kendimiz alamıyoruz: ''Mademki propaganda filmi çekecektin milletin orucundan ne istiyordun ya hu!''

HABERE YORUM KAT

2 Yorum