1. YAZARLAR

  2. Ahmet Örs

  3. Bir Savaşım Aracı Olarak Görülen Eğitimden Hakikat Neş’et Etmez

Bir Savaşım Aracı Olarak Görülen Eğitimden Hakikat Neş’et Etmez

Aralık 2006A+A-

Hakikati aramak amacından yoksun bir eğitim anlayışı elbette sorunlardan kurtulamayacaktır. Mutlak manada problemsiz bir eğitim sistemi kurgulamak mümkün olamayabilir ama insanın varoluş kökenleriyle barışık ve onu besleyen bir anlayışı iyi niyetin mükemmelliği ve kulluk bilinci ekseninde hayata geçirmek mümkündür.

Kapitalist kuşatmanın boğucu karakteri, eğitimin hakikati arama, onu insanlara aktarma vasfını iptal etmiştir. İnsan toplulukları sadece kapitalist çarkların bir dişlisi olmaktan başka herhangi amacı olamayan soğuk eğitim anlayışlarına teslim edilmişlerdir.

Türkiye'de batılı değerlerin egemenliğinde ve kapitalist amaçlar doğrultusunda nev-i şahsına münhasır değerler silsilesi içinde kurgulanmış bir eğitim anlayışı yürürlüktedir. Okulların, -bir eğitim yuvası/kurumu olarak düşünüleceklerse eğer- temel misyonu bu çevrime eleman yetiştirmek olmaktadır ve bu husustaki temel tartışma malzemesi eğitimin ana unsuru olması hasebiyle okul olmak durumundadır.

Okuma/öğrenme/eğitim alma kavramları her ne kadar birbirlerini bütünler gibi görünseler de esasen aralarında önemli farklar vardır. Eğitim az evvel de işaret ettiğimiz kapitalist kurgu için daha anlamlı bir kavram olarak düşünülebilir ve bunun gerçekleştirici mekânı olarak da "okul", üzerinde fazlasıyla düşünülmeyi hak eder.

Ulusçu çağdaş eğitim modelleri için okul oldukça önemli bir eğitim mekânıdır ve asla sadece bir mekân olarak değerlendirilmemelidir. Okul ideolojik yaklaşım ve eğitim modelleriyle esasen son yüzyıla damgasını vuran bir kavram olmuştur.

Avrupa'dan başlayarak ulusçu ideolojiler okullar üzerinden tahakküm kurma, egemenliklerini zihinsel manada sürdürmek arzusu içinde oldular. Katı disiplinin öne çıktığı, düşüncenin şekillendirme ve sınırlandırmaya tabi tutulduğu okullar egemen ideolojiler için vazgeçilmez eğitim kurumları olarak öne çıktı.

Türkiye'nin son iki-üç yüz yıldır yaşadığı değişim ve dönüşümlerde okulun haddinden fazla bir yeri var. Dini referanslarından fazlasıyla soyutlanıp seküler niyetlerle şekillenen okulun niteliği bugün yaşadığımız sorunların temelini oluşturmaya başlamıştı. İç aydınlanmayı amaçlayan bilgilenme tarzının yerine otoriteler için itaatkâr insanlar, kapitalist çarklar için kalifiye elemanlar yetiştiren kurumlar vucût buldu.

Okul, kabiliyetlerin kontrol edildiği, yeri geldiği zaman da yok edildiği kurumlar olarak her zaman haklı eleştiriler aldı. Okul, yığınların istekli ya da isteksiz bir arada tutularak taabiyet bilincinin aşılandığı yerler oldu. Bugün batıdan ithal anlayışlar vatanlarında yaşamış oldukları doğru veya yanlış büyük dönüşümlere rağmen memleketimizde ısrarlı bir şekilde sürdürülmektedir. Okullar özgür düşünceyi çeşitli araçlar ve yasaklarla sınırlandırmaktadır. Özünde herhangi bir "okuma" kaygısı yoktur. Bu şekilde olması da düşünülemez. Öğretmenleri ve ideolojik tercihleriyle buna elverişliliği bırakalım, "niyetli" bile değildir. Okulu oluşturan elemanlarda zihniyet devşirilmiştir. Seküler hayatın inancını üreten, itaatkar toplulukların zihinlerini inşa eden ve bunu da kendi ürettiği elemanları vasıtasıyla ifa eden okul bu kısır döngüyü bile isteye devam ettiren anlayışlar için asla bırakılamayacak bir eğitim alanı ve imkânıdır.

Mevcut şartlarda eğitimin herhangi bir tarafından tutup da sağlıklı bir değerlendirme yapmak mümkün değildir. Yamalı bohçalarla, derme çatma güya bilimsel tezlerle, hamasi yaklaşımlarla inşa edilen bir eğitimin niteliğinden bahsedilemez. YÖK'ünden şûralarına, genelgelerinden sınav sistemlerine kadar her tarafı sorunlu bir alanla ilgili sağlıklı değerlendirme ve tekliflerde bulunmak imkânı neredeyse yoktur.

Hemen hemen her yıl, her ay değişen sistemleriyle okuyan ve okutanlarında bile kafa karışıklığını gideremeyen bir anlayışla karşı karşıyayız. Yasakların egemenliği için bırakalım inançlarla bağdaşma endişelerini kendi bilimsel iddialarıyla bile çatışmaktan çekinmeyen bir duruşla muhatabız.

Boşaltılan inanç alanları yeni inanç alanlarıyla doldurulmaktadır. İlâhî olandan kopuk yeni değerler sistemi okullar marifetiyle büyük bir boşluğun ortasına bırakılan kuşaklara kifâyet etmemektedir, etmesi de mümkün değildir. Karanlığın karattığı bilinçlerin her geçen gün insan fıtratı ve onuruyla inatlaşa inatlaşa oluşturduğu akla ziyan bu tablonun ağırlığı altında bütün bir toplum ezilmekte, insanların umutları her geçen gün daha da kırılmakta ve anlamsız bir hayatı yaşamak zorunda kalan kötümser kuşaklar yetiştirilmektedir.

Kapitalizmin ve laik değerlerin toplumu çözmek için eğitim argümanını kullanmaları bu bağlamda oldukça önemlidir. İnsanlar kız çocuklarını okutup okutmadıkları oranda insan yerine konulup konulmamakta, bu durum önemli bir psikolojik/toplumsal baskı unsuru olarak görülmektedir. Okumak/öğrenmek arzusu ile mahremiyetin ifşası veya kapitalizmin giremediği son noktalara geçit verip vermemek şeklinde de algılayabileceğimiz bir çatışma alanıdır kız çocuklarının okutulma tartışması. Bu mesele kesinlikle üzüm yeme ya da bağcıyı dövme amaçlarının gövde gösterisine dönüştüğü bir alandır. Kızlar üzerinden toplumun eksiksiz bir biçimde çözülmesi amaçlanmaktadır.

Yasaklarla din eğitimi önüne türlü engeller çıkarılırken batılı yaşam tarzını destekleyen her türlü çaba teşvik görmektedir. Çocukların dogmatik anlayışlardan korunması gibi iddialarla alternatif eğitimler sınırlandırılmakta, yasaklanmaktadır. Eğitim ve öğretimdeki "tevhid" Rabbimizi "birleme"nin önüne bir set olarak çekilmektedir. İnsanlar kendi çocuklarını istediklerini gibi yetiştirebilecekleri özgürlüğe sahip olamıyorlar, türlü zorluklarla büyüttükleri çocukları üzerinde tasarruf hakları olduğu kabul edilmiyor. Otoriter eğitim ve öğretim anlayışı farklı kurumlarıyla bir bütün halinde denetlenemez bir nokta bırakmaksızın düşünceyi kontrolünden çıkarmamaya çalışıyor, bunun için bütün imkânlarını seferber ederken ürettiği ve kendini dayandırdığı bilimsel ilerleme gibi masallara asla itibar etmiyor.

Son yıllarda İmam Hatip Liselerinin yaşadığı trajedi dünyadaki eğitim süreçleri bakımından önemli bir örneklik oluşturdu. Kendi kurumlarını, ürettiği birtakım korkularla harcamaktan çekinmeyen bir reflekse tanık oluyoruz yıllardır. Kimsenin mesleki eğitimle ilgilenmediğini, ülke sanayisindeki ihtiyaçları aksi tezlere rağmen samimi bir biçimde düşünenin olmadığını bütün bir memleket görmüş oldu. Her şey açıkça ortadayken yine de meslek liselerinin kendi alanlarında üniversitelere devam etmeleri bahanesine sarılınması ilginç bir tutumdur ve kendi iddiaları içinde her geçen gün daha da gülünç bir yalan/bahane olarak belirginleşmektedir.

Eğitim üzerindeki keyfi uygulamalar, halkın yasaklar karşısındaki edilgen tutumundan kuvvet almaktadır. Başörtüsü yasağı ve İHL'lere uygulanan yasaklara karşı halk ve sivil toplum kuruluşları ciddi bir tepki, bir muhalefet üretememişlerdir. Partilere havale edilen çözüm beklentileri de sonuçsuz kalmış, toplumsal yozlaşmanın yoğunlaştığı son yıllardaki nitelik kaybı da muhtemel muhalefet potansiyelini eritmiştir.

Olumsuzlukları düzeltmek, hataların yerine doğruları koymak, okulları özgür düşüncenin mekânları yapmak, eğitimin önündeki yasakları kaldırmak maksadıyla birçok kesimden iyi niyetli yaklaşımlar da elbette ki vardır ve çeşitli vesilelerle bu tavırlar kendini çeşitli vesilelerle ifade etmektedir. Bu çerçevede son şûra kararları oldukça önemlidir. İcra makamlarının kararları uygulama iradelerinin şüpheli olduğu endişelerinden bağımsız olarak üniversitelere İmam Hatipli öğrencilerin girmelerini engelleyen adaletsizliklerin düzeltilmesi çağrısı bu zaviyeden ele alınmalıdır. Kararların ifadelendirmeye çalıştığımız ideolojik baskılar ve iktidar iradesinin oluşamaması nedenleriyle uygulanma şansı zor olmakla birlikte seçim süreci nedeniyle bazı zorlamaların olma ihtimali de vardır ancak köklü değişikliklerin yapılacağı şeklinde bir hayale kapılmak yersiz olacaktır.

Türkiye'de eğitimle ilgili problemler artarak devam edecektir, mevcut durum başka bir seçeneği işaret etmiyor. Her gün iç karartan haberlere muhatap oluyoruz. Okullardaki suç oranlarındaki artış toplumun her kesimini hayretler içinde bırakıyor. Üniversiteler kendi doğrularını bile bulamamış talihsiz, amaçsız insanlarla dolup taşıyor. Bütün bilimsellik iddiaları yasakların gölgesinde dünyanın ilk beş yüz üniversitesi arasına tek bir üniversiteyle olsun girememek gerçeği karşısında sırıtıyor, bu utanç tablosuyla ilgili sorumluluğu kimse üzerine almaya yanaşmıyor, çünkü kimse böyle bir şeyi amaçlamıyor. Üniversiteyi, okulu özgür düşüncenin, ilmin bir mekânı olarak değil de hakikatin arındırıcı çağrısına karşı bir mücadele alanı olarak gören karanlık bilinçler tarihe utanç levhaları olarak kaydedilecek izleri bırakmaktan vazgeçmiyorlar.

Şunu bilmekte fayda vardır ki özgürleşmek, özgür düşünce, kendini gerçekleştirebilmek, varlığın anlamı, hikmeti ve hakikati kavramak gibi kelime ve kavramları bırakalım düşünmeyi, ömürlerinde duymamış eğiticilerin eğitimlerinden hayırlı bir sonuç beklemek imkânsızdır. Bilgilenme ve bu bilgilenmeden neş'et edecek hakikat bilgisini yeni kuşaklara aktaracak alternatif adacıklar oluşturamadığımız müddetçe sorunlara ve yasaklara teslim olma bahtsızlığımız devam edecektir.

BU SAYIDAKİ DİĞER YAZILAR