1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Laikçilerin Baskısı ve Mustafa Sabri Efendi’ye Vefasızlık
Laikçilerin Baskısı ve Mustafa Sabri Efendi’ye Vefasızlık

Laikçilerin Baskısı ve Mustafa Sabri Efendi’ye Vefasızlık

​​​​​​​Biz pekçok değerimiz gibi Mustafa Sabri Efendi'ye de vefasızlık ettik, kendi vilayetinde bir okuldan adını sildik. Böyle vefasız bir millet olarak tarihe geçeceğiz.

27 Kasım 2017 Pazartesi 03:08A+A-

Faruk Beşer, Yeni Şafak gazetesindeki yazısında Laik Kemalistlerin baskısı sonucu Tokat’ta bir okulda adı kaldırılan Mustafa Sabri Efendi'ya yapılan vefasızlığı bir kez daha gündeme getiriyor:

Abdulfettah Ebu Gudde asrımızın ‘yürüyen Sünnet’ ifadesine tam uyan gördüğüm üç-beş kişiden biridir. İki kitabını Türkçe'ye çevirdiğim için aramızda bir muarefe vardı. ‘İlim Uğrunda’ adıyla çevirdiğim ‘Safahât min sabri’l-ulema’ adlı kitabı her üniversite öğrencisinin okuyacağı ilk kitaplardan olmalıdır. Âlimlerin ilim yolunda çektikleri inanılmaz sıkıntıları anlatır. Ebu Gudde Haleplidir ve Mısır’da bir ara Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’ye ve son Osmanlı Şeyhülislam Vekili Zahidü’l-Kevseri'ye öğrencilik etmiş olmakla şereflendiğini söyler. 1996'da vefat etmiştir, Allah rahmet eylesin.

Mısır’da kaldığı altı sene boyunca Kevserî’den (v. 1952) ve Mustafa Sabri Efendi’den (v. 1954) dersler almıştır. Özellikle Kevserî’den hiç ayrılmadığı için kendisini ona nispet eder. İslâm dünyası da onu, Kevserî’nin halefi ve ilminin varisi olarak tanır. Yaptığı pekçok tahkîki (yazmaların metin tespitini) onun tavsiyesi ile seçmiş ve gerçekleştirmiştir. Ondan sık sık 'Muhterem ve muhakkik üstadım Kevserî', diye söz eder. Kevserî kadar olmasa da Mustafa Sabri Efendi ile de birlikte olmuş, Türkiye’den kovulduğu için Mısır’a giden bu değerli allâmeden istifade etmesini bilmiş ve her iki âlimin de takdirlerini kazanmıştır.

Kevserî hakkında biz Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi olarak yıllar önce memleketi olan Düzce’de uluslararası bir sempozyum yapmıştık. Mustafa Sabri Efendi için Türkiye’de böyle bir sempozyum yapılıp yapılmadığını bilmiyorum. Bu yılın başlarında Lübnan’da bir sempozyum yapılmış, Türkiye’den de bazı zevat katılmıştı. Ama bu iş herkesten önce bize düşer.

Öğrencileri olan Ali Ulvi Kurucu’nun hatıratını okursanız bu iki allâme’yi daha yakından, birinci elden tanımış olursunuz.

Ebu Gudde sözünü ettiğimiz kitabında Mustafa Sabri Efendi’nin çektiği sıkıntılardan da söz eder ve onun bir şahidi olarak şunları söyler:

‘Bu bölümü 1373/1954 de vefat eden son Osmanlı Şeyhülislamı Üstadım, Mustafa Sabri Efendi’nin çektiği açlığı anlatarak bitiriyorum:

O, zalimlere karşı duruşu sebebiyle dini uğrunda Türkiye’den kovulmuş, ülkeden ülkeye atılmış, nihayet Mısır’da karar kılmıştı. Dıştan, hoş geçindiği ve sıkıntısız olduğu sanılırdı oysa orada fakru zaruret içerisinde yaşıyordu. O günlerde dünya gazeteleri Hindistan Başbakanı Gandi’nin İngiltere’nin, memleketindeki siyasetini protesto için tuttuğu ölüm orucundan söz ediyordu. Dünyanın her tarafında bu haber dalgalanıyor ve çok büyük bir olay olarak görülüyordu.

Bunun üzerine merhum üstadımız, birkaç beyit yazmış ve kendisinin çektiği sürekli ve sessiz sedasız açlığı ile bağırıp çağıran Gandi’nin dünya gazetelerinde manşet olan açlığı arasında bir karşılaştırma yapmıştı.

Bu Arapça şiirinde bendenizin tercümesiyle şöyle diyordu Üstat:

“Yeni Hindistan’ın lideri Gandi, ölüm ve protesto orucu tutuyormuş...

Ben ise -Hind’in ve Sind’in şeyhi olmayı bırakın-

Şeyhülislam olduğum halde ölümle burun burunayım

İkimizin orucu arasında çok büyük farklar var,

Bunu, reddi mümkün olmayacak şekilde açıklayayım.

O varlıktan oruç tutuyor, ben ise yokluktan

Öyle ki, açlık, yanımdan hiç ayrılmayan bir misafir haline geldi,

Ben Mısır’a misafir olduğumdan beri…

Ve onun orucunu herkes konuşuyor.

Oysa sadece ben biliyorum benim orucumu.

İslâm için katlandıklarımdan gam yememe gerek yok

Ben ölürsem de bundan sonra o var olsun yeter.

Ve var olsun, asrın müslümanlarına rağmen,

Elden kaçırdıkları ve hiçbir zaman ahdine vefa göstermedikleri din,

Varsın benim gibiler açlıktan ölsün de kimse bilmesin,

Ah, keşke bu müslümanların da şeyhi olsaydı, şeyhi Hind’in.”

Biz pekçok değerimiz gibi Mustafa Sabri Efendi'ye de vefasızlık ettik, kendi vilayetinde bir okuldan adını sildik. Böyle vefasız bir millet olarak tarihe geçeceğiz. Bir süre Fransa’da araştırmalar yapan muhterem Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’tan duymuştum. Paris’in bütün sokakları kendi azizlerinin, yani evliyalarının isimleriyle anılır. Biz ise mahalle baskısı sebebiyle âlimlerimizin adını bile ağzımıza almaktan çekinir olduk. Çünkü laikçiler bir kaşık suda fırtınalar koparıyorlar, Allah’ımıza hamdolsun denmesine bile tahammül edemiyorlar. Bu seçim arifesinde bilinçli olarak mevzi kapmaya devam ediyorlar.

Bendeniz daha üniversite yıllarımda iken Mustafa Sabri Efendi’yi tanımış, bazı kitaplarını okumuş ve çok sevmiştim. Fakülte dördüncü sınıfta iken doğan ikinci çocuğuma da, onun gibi olması temennisiyle Mustafa Sabri adını koymuştum. Henüz olamadı ama olur inşallah.

 

HABERE YORUM KAT

2 Yorum