1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Berberoğlu’nun Tutuklanmasına Karşı Çıkmak, MİT Tırları Komplosuna Destek Olmak mıdır?
Berberoğlu’nun Tutuklanmasına Karşı Çıkmak, MİT Tırları Komplosuna Destek Olmak mıdır?

Berberoğlu’nun Tutuklanmasına Karşı Çıkmak, MİT Tırları Komplosuna Destek Olmak mıdır?

​​​​​​​Bana göre, beş veya altı tane farklı sorunu yanyana koyup, toplayıp tek bir sorun haline getirmekle hiçbir yere varılamaz.

23 Haziran 2017 Cuma 03:29A+A-

HALİL BERKTAY yazısında, MİT Tırları davasında 25 yıl mahkumiyete çaRptırılan Enes Berberoğlu’nun tutuklanmasına karşı çıkmanın MİT tırları komplosuna destek olma manasına gelip gelmediğini değerlendiriyor:

 [21 Haziran 2017] İtiraf edeyim ki dünkü Serbestiyet’te Cengiz Kapmaz’ın Ümitsizliğin saflığı yazısının üçüncü ve son bölümünü okuduğumda gözlerime inanamadım. Tipikliği ölçüsünde vahim (ve kendi içinde de son derece çelişkili) bir kurguyla yüzyüze olduğumuz kanısındayım.

İlk iki bölümde, gözümüzün önünde cereyan eden bir dizi haksızlık ve yanlışlığı eleştiriyor yazar: Yargının tırpanını rastgele sağa sola sallıyor olması. Aşırı geniş FETÖ tutuklamalarını, sessiz sedasız aşırı geniş FETÖ tahliyelerinin izlemesi. Yargıçların neleri delil sayıp saymayacaklarını bilememesi. Bu kaosta bir CHP milletvekilinin de tutuklanması (altını özellikle çiziyorum: Cengiz Kapmaz’ın kendisi, bunu o kadar vahim görmüş ki, “Yine sanki bir el[in], siyasal kutuplaşma artsın, toplumsal fay hatları harekete geçsin ist[emesi]” olarak nitelemiş). Manisa garnizonundaki erlerin yaşadığı üstüste üçüncü veya dördüncü zehirlenme olayı karşısında, yetkililerin olağanüstü beceriksiz halleri. Basında, sürekli MİT’e saldırma hafifliği. Gerek 2012’de MİT müsteşarına karşı girişilen komplo, gerekse MİT tırları komplosu karşısında, kimsenin ne yapacağını bilememesi. Asıl sorumluların âdetâ göstere göstere kaçırılması, kaçırtılması. Gene Cengiz Kapmaz’ın kendi çarpıcı ifadesiyle, “Olayı organize eden resmi görevlilere, haberi yapan gazetecilerden daha az ceza isten[mesi]”; tersten söyleyecek olursak, haberi yapan gazetecilere, olayı organize eden resmî görevlilerden daha çok ceza istenmesi.

Kapmaz’a göre bunların hepsi şu anda yaşamakta olduğumuz çeşitli kötülükler (ve ben de hemen bütün tesbitlerine katılıyorum). Dahası, diyor ki CHP eğer bunlara karşı çıkıyor olsa, anlamak ve hak vermek gerekir. Buna da katılıyorum; hattâ ben sanıyorum ki CHP zaten bunları, daha doğrusu bunların içinde özellikle Cengiz Kapmaz’dan alıntılayarak vurguladığım şu iki noktayı protesto ediyor, “Adalet” yürüyüşüyle: MİT tırları olayında özellikle gazetecilerin okkanın altına gitmesi; üstelik “bu kaosta” bir de bir CHP milletvekilinin tutuklanması. Buraya, yani Kapmaz’ın yazısının neredeyse dörtte üçüne kadar, aramızda herhangi bir problem yok… gibi duruyor.

Ancak bundan sonrası apayrı bir hikâye. Çünkü bu noktada, birden direksiyonu ters yöne kırıyor Cengiz Kapmaz. Ama, diyor, ama… (özetle) CHP’nin bu yürüyüş ve protestoyla MİT tırları dâvâsını hedef alıyor, başka bir deyişle MİT tır’ları komplosuna destek veriyor olmasına asla katılamam! Bu bölümde ne dediği hem çok açık, hem çok yaygın bir yaklaşım. Onun için örnek alıp eleştirmeye gerek duyuyorum. Kapmaz FETÖ’cülerin MİT tırları operasyonunun ne kadar korkunç bir şey olduğu hatırlatıyor (ki ben de öyle düşünüyorum): “... bu ülkenin oyun kurma yeteneğini çökertmeye yönelik bir girişimdi” diyor ve devam ediyor: “Bu ülke insanının daha iyi bir gelecekte, daha güvenli bir ortamda, bombaların patlamadığı, insanların kurşuna dizilmediği kentlerde yaşaması için yürütülen çalışmanın darbelenmesiydi.” Daha sonraki satırlarında, “ülke üzerinde[ki] kuşatma”dan; “güvenlik kurumları[nın] içeriden saldırıya uğramış”lığından; “[h]emen sınırımızın yanı başında tüm istihbarat servisleri[nin] cirit at”tığından, “kırk tilkinin kuyruğunu birbirine bağla”dıklarından, “örgütler[i], paramiliter güçler[i], en kirli maşalar[ı] para ve silaha boğ”duklarından; “33 yıldır süren çatışmanın tarafı olan bir örgüt[ün] oralarda silahlandırıl”dığından söz ediyor (ki kanımca bunlar da doğru, olgusal tesbitler planında).

Gelgelelim Kapmaz buradan, çok tuhaf bir şekilde, CHP’yi ve Kılıçdaroğlu’nu suçlamaya geçiyor. Şöyle cümleler kuruyor, hayli zorlama bir duygusallıkla: Ana muhalefet partisinin lideri, MİT tırları operasyonunu “adalet arayışının, toplumsal merkezde vicdan oluşturmanın çıkış noktası yapamaz… O vicdan etrafında sosyoloji halkaları inşa edemez… [Türkiye’ye yönelik] ‘saldırıya’ şu veya bu şekilde katkı sunan kişilere verilen cezaları gerekçe göstererek Gandi tarzı bir muhalefet dalgası tetikleyemez… Türkiye’yi kuşatmak için düzenlenen ‘saldırıların’ sis perdesi içinde görünmez kılınmasına hizmet edecek toplumsal aktiviteler organize edemez… Güvenlik ve bölünme travması geçiren, her gün musalla taşına konulan gençlerine ağlayan toplumun merkezine, travmayı depreştiren bir yürüyüş yapamaz…” Ajitasyon dozajını giderek tırmandırıp şu sorularla bitiriyor: “MİT oralara sessiz mi kalacaktı?... bu ülkenin istihbarat örgütü o kapasiteyi etkilemeye yönelik çeşitlilik yaratmayacak mıydı?”

Bu öyle bir suçlamalar dizisi ki, Türkiye’nin “saldırı ve kuşatma” altında olmasından, son derece kestirme ve kolaycı bir şekilde, CHP’nin “Adalet” yürüyüşünün bu saldırı ve kuşatmaya hizmet ettiğine sıçrıyor. Hangi kanıtlara dayandığı belli olmayan bir belâgat dalgasıyla okuyucuyu bombardımana tutuyor: CHP’nin aslında MİT’e karşı olduğunu; CHP’nin, MİT’in PKK’ya ve PKK’yı besleyip destekleyen yabancı istihbarat örgütlerine karşı sınır ötesinde herhangi bir alternatif yaratmaya kalkışmasını istemediğini; bu faaliyeti dünyaya teşhir etmeye yönelik MİT tırları komplosunu herhalde içten içe onayladığını; tersten söyleyecek olursak, CHP’nin, bizatihî MİT tırları dâvâsına karşı olduğunu dikte ve telkin ediyor. İşin içine son derece yapay ve yama gibi duran bir cenaze edebiyatı da sokuyor, her nasılsa: CHP’nin bu yürüyüşle “her gün musalla taşına konulan gençlerine ağlayan toplumun” yaşadığı “travmayı depreştir”diğini iddia ediyor.

Bence bu kısımlarda içerik sıfır. Sadece kanıtsız ve yer yer hayli çirkinleşen suçlamalar söz konusu. Fakat arada tek bir somutumsu nokta var ki asıl orası çok kritik: [Türkiye’ye yönelik] “saldırıya şu veya bu şekilde katkı sunan kişilere verilen cezaları gerekçe göstererek” cümlesi. Bu ifadeyle Cengiz Kapmaz, bir eliyle verdiğini çaktırmadan diğer eliyle geri almaya kalkıyor. Yazısının ilk kısmında, hatırlatayım, (a) olayın haberini yapan gazetecilere asıl sorumlulardan daha fazla ceza istenmesini; (b) özellikle bir CHP milletvekilinin tutuklanmasını haksız ve yanlış bulmuş, neredeyse komplo içinde bir komplo gibi nitelemişti. Şimdi ise Enis Berberoğlu’nu [Türkiye’ye yönelik] “saldırıya şu veya bu şekilde katkı sunan kişiler”den sayıyor ve dolayısıyla ona verilen (25 yıllık) cezayı haklı buluyor ki, bu cezayı “gerekçe göstererek” yürüyüşe geçen CHP’yi neredeyse FETÖ taraftarlığıyla suçlayabilsin. Bu da hakikaten büyük bir tutarsızlık teşkil ediyor.

* * *

Öyle veya böyle, buradaki en temel sorun, Cengiz Kapmaz’ın mantığının toptancı (totalizing) niteliği. Öyle anlaşılıyor ki Kapmaz’ın gözünde MİT tırları komplosu, basına yansıması, bu konuda açılan dâvâ, bu dâvâda Enis Berberoğlu’nun konumu, mahkûmiyeti ve tutuklanması... hepsi bir. CHP’yi özel olarak Berberoğlu’nun mahkûmiyeti ve tutuklanmasını değil, bir bütün olarak MİT tırları dâvâsını ve temelde MİT’i protesto ediyor, dolayısıyla bir biçimde FETÖ’ye destek veriyor göstermek, ancak bu sayede mümkün olabilir. Üstelik bu yaklaşım Kapmaz’la sınırlı değil. Bir kısım AKP çevreleri ve medyasında yaygınlık gösteriyor. Bu da üzerinde daha fazla durulmasını gerektiriyor.

Bana göre, beş veya altı tane farklı sorunu yanyana koyup, toplayıp tek bir sorun haline getirmekle hiçbir yere varılamaz. Cengiz Kapmaz’ın da karşı olduğu ve endişe duyduğunu söylediği politik kutuplaşma hali, bu tür toptancılıklarla sadece büyür ve tırmanır. Buna karşılık sorunları küçük küçük dilimleyip ayrıştırmak, anlaşmazlık noktalarını lokalize ve minimize etmeye yarar. 24TV’de Zeynep Türkoğlu’nun moderatörlüğünde yaptığımız SerbestiyetTV programında, 18 Haziran Pazar akşamı olayların sırasını şöyle hatırlatmaya çalışmıştım:

 (i) Bir, MİT TIR’ları olayının kendisi var. Aşikâr ki FETÖ’cülerin bir komplosu, büyük bir namussuzluk, hükümeti yıpratma ve devirme çabalarının bir parçası.

 (ii) Bunun hakkında, iki, Can Dündar’ın genel yayın yönetmenliğindeki Cumhuriyet’in epey bir zaman sonra yaptığı 2015 yayını var. Âşikâr ki aynı çabanın devamı ve benim bu konuda nerede durduğum da son derece belli. Serbestiyet’teki bir yazımda, Can Dündar’ın başına geçmesiyle Cumhuriyet’in Gülen Cemaatinin Zaman’dan sonraki esas yayın organı haline geldiği şeklindeki cümlelerim, çok sonradan öğrendiğime göre, meğer dâvânın iddianamesinde yer alıyormuş. Niçin ve nasıl; böyle bir cümle delil oluşturabilir mi -- doğrusu pek anlamış değilim, çünkü benimkisi alt tarafı vicdanî bir kanaatten ibaret. Gene de, pozisyonumu belirlemesi bakımından burada zikrediyorum.

 (iii) Yeri gelmişken belirteyim ki, o sıralarda Cumhurbaşkanı Erdoğan da sık sık konuşmuştu bu yayın ve açılan dâvâ hakkında. (a) Cumhuriyet’in MİT tırları haberini yayınlamasından iki gün sonra, 31 Mayıs 2015 günü TRT canlı yayınında Cumhurbaşkanı Erdoğan tırlar konusunun gündeme getirilmesini “casusluk faaliyeti” diye nitelemiş ve “Bu casusluk faaliyetinin içine o gazete de girmiştir” demişti. (b) Devamında, “Bunu özel haber olarak yapan kişi de bunun bedelini ağır ödeyecek öyle bırakmam onu” diye konuşmuştu. (c) Anayasa Mahkemesi’nin “hak ihlâli” gerekçesiyle ve 12-3 gibi büyük bir çoğunluk oyuyla Can Dündar ve Erdem Gül için tahliye kararı almasına karşı, “Anayasa Mahkemesi bu kararı vermiştir ama ben AYM’nin verdiği karara sessiz kalırım ama bu kararı kabul etmek zorunda değilim. Bu karara uymuyorum saygı da duymuyorum. Bu bir beraat kararı değildir, tahliye kararıdır” demişti. Hattâ (d) 14’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’ni de bu yüzden azarlamıştı: “Onlarla ilgili kararı veren mahkeme kararında direnebilirdi. Direnseydi AYM’nin verdiği karar boşa çıkabilirdi. Bu durumda AİHM’e gideceklerdi. Bu süreç, bu şekilde atılan adımlar bana göre doğru adımlar değildir.”

Bu beyanların ne kadarının FETÖ komplosunu siyasî bakımdan mahkûm etmekle sınırlı olduğunu; ne kadarının hukukun alanına girdiğini ve yargıyı etkileyici nitelik taşıdığını, okuyucunun takdirine bırakıyorum.

 (iv) Her neyse. Dâvâ başladı ve devam etti. Bu arada Can Dündar yurt dışına kaçtı. Orada Türkiye aleyhine çalışmayı sürdürüyor. Enis Berberoğlu’nun ise dokunulmazlığı, pek çok başka milletvekiliyle birlikte, tek bir kapsamlı TBMM kararıyla kaldırıldı (bu dokunulmazlıkların kaldırılması olayının hem anayasayı, hem mevcut yasaları ihlâl ettiği defalarca yazıldı; örneğin Serbestiyet’te Vahap Coşkun üzerinde epey durdu; burada tekrarlamıyorum).

(v) Dokunulmazlığı kaldırılan CHP milletvekili Enis Berberoğlu, tutuksuz yargılanırken istisnasız her duruşmaya geldi. Hakkında doğru dürüst delil yok. Yayınlanan malzemeyi onun Can Dündar’a verdiği ispatlanmış değil. İddia makamının ve mahkeme heyetinin bütün dayandığı şu: Dündar ile Berberoğlu arasında 21 saniyelik (tek bir) telefon görüşmesi gerçekleşmiş. Bu görüşme sırasında ikisi de çok yakın yerlerde bulunuyormuş. Buradan, söz konusu telefon görüşmesinin akabinde ikisinin buluştuğu ve Berberoğlu’nun yayınlanacak malzemeyi içeren bir usb’yi (flash belleği) Dündar’a verdiği hükmüne sıçranıyor. Bunun hiçbir tanığı veya başka kanıtı yok. Enis Berberoğlu da asla kabul etmiyor bu iddiayı. Ayrıca, birçok hukukçuya bakarsanız, o malzemenin artık sır olmaktan çıktığına dair güçlü argümanlar da söz konusu. Buna rağmen Berberoğlu hem 25 yıla mahkûm ediliyor, hem derhal (üstelik de kaçma olasılığı gerekçe gösterilerek) tutuklanıp cezaevine konuyor.

* * *

Şimdi, burada bir değil birkaç farklı olayın söz konusu olduğu açık değil mi? MİT tırlarının durdurulup aranması başka; bunun bazı gazetelerce haber yapılması başka; Berberoğlu’nun da bu dâvânın içine çekilmesi, mahkûm edilmesi ve tutuklanması gene başka. İlk ikisini bir FETÖ komplosu olarak görmem, illâ Berberoğlu’nu da suçlu ve dolayısıyla hakkındaki 25 yıl kararını meşru ve tutuklanmasını yerinde görmemi de mi gerektiriyor? FETÖ’den bütün nefretimle birlikte, yok böyle bir şey. 18 Haziran akşamı canlı yayında söylediklerimi burada da tekrarlayayım. Birincisi, Enis Berberoğlu’nun kendisine isnad edilen suçu işlediğine hiç ikna olmuş değilim. İşlemediğini de söyleyecek değilim kuşkusuz. Ama hukukun aradığı, hele bu kadar ağır bir hüküm için mutlaka gösterilmesi gereken “her türlü makul şüphenin ötesinde” kanıtlanmışlık vasfını, şahsen burada hiç ama hiç göremiyorum. İkincisi, daha da kesin bir şekilde, tutuklanmasının hiç ama hiçbir koşulunu göremiyorum. (Nitekim Cengiz Kapmaz da içten içe göremiyor olmalı ki, yazısının başlarında Berberoğlu’nun mahkûmiyeti ve tutuklanmasından neredeyse yeni bir komplo gibi söz ediyor.) Fakat ne yani; şimdi ben de bu vicdanî kanaatlerimi dile getirdim (ve getirmeye devam edeceğim) diye, yargıya saygısız… MİT’e karşı… PKK’dan yana… FETÖ’den yana… yabancı istihbarat örgütlerinden yana… Türkiye üzerindeki kuşatmadan yana… mı oluyorum?

Bırakalım bu gibi karalamaları. Ben CHP’li de değilim, uzaktan yakından CHP taraftarı da değilim. Ama ortada bir de şu gerçek var. CHP, ana muhalefet partisi. Enis Berberoğlu hem gazeteci, hem CHP milletvekili, üstelik eski genel başkan yardımcısı. Şimdi bu adam kamuoyunda hayli tereddüt uyandıran bir şekilde 25 yıla mahkûm edilip, her hali ve tavrıyla kaçmayacağını da göstermişken, henüz temyize dahi gitmemiş bu bidayet mahkemesi kararından hareketle ânında kaçacak diye tutuklanıp cezaevine konuyor. Partisi, yani üstelik bir de ana muhalefet partisi olarak kendi kimliği ve kişiliğini korumak, kendini ezdirmemek diye bir meselesi olan CHP de buna tepki duyuyor ve protesto ediyor. Bunun için de alenî, kitlesel bir gösteri yöntemine başvuruyor. Ankara’dan İstanbul’a bir yürüyüş düzenliyor.

Eğri oturup doğru konuşalım. Doğru veya yanlış, bu onun, onların hakkıdır. Barışçı gösteri ve protesto hakkını kullanıyor. Siyasî mücadele sadece ve sadece parlamentoda yapılır diye bir şey yok. Bütün kamusal alanda yürütülebilir ve nitekim yürütülüyor da. İster siyasal partiler, ister başka kuruluşlar çeşitli talepleri ve hak arayışlarını, parlamento ve mahkemeler dışında sokağa, meydanlarea, mitinglere, protesto yürüyüşlerine, kapalı salon toplantılarına vb yansıtabilirler ve nitekim yansıtıyorlar da. Bunun (barışçı olduğu, şiddete başvurmadığı sürece) hiçbir yanlış, kanunsuz, hukuksuz yanı yok; en ufak bir formel hatâyı içermiyor. Öyle olduğunu imâ etmek yanlış. AK Parti’nin kendisi, geçmişte ve bugün, kamusal alanda mücadele olanaklarını her yöntemle, sonuna kadar kullanıyor.

* * *

Bunun ötesinde, çok büyük bir başka sorunla yüz yüzeyiz. Cengiz Kapmaz’ın yazısının son bölümünde de imâ yoluyla mevcut, çok daha belirtik biçimde çeşitli iktidar çevreleri ve medyasında da. CHP’nin FETÖ’cülükle, FETÖ yandaşlığıyla, FETÖ’yi korumak ve kollamakla, FETÖ yargılamalarına karşı yürüyor olmakla suçlanmasından, eninde sonunda kim faydalanacak? Biri Türkiye’de her dört seçmenden birinin oyunu alan ana muhalefet partisi. Diğeri darbe yapmaya dahi kalkmış karanlık bir suç örgütü. FETÖ’yü mü CHP’ye hediye ediyorsunuz, CHP’yi mi FETÖ’ye? Acaba son tahlilde kime yarıyor, kimi sevindiriyor, “dar çizgi”ciliğin bu en son ve en kötü örneği? Bunu düşünen, bunun muhasebesini yapan var mı acaba?

Kaynak: Serbestiyet.com

HABERE YORUM KAT