1. YAZARLAR

  2. Sibel Eraslan

  3. Zere’den Mirzabeyoğlu’na kadar Ali Suat Ertosun klasiği...
Sibel Eraslan

Sibel Eraslan

Yazarın Tüm Yazıları >

Zere’den Mirzabeyoğlu’na kadar Ali Suat Ertosun klasiği...

06 Kasım 2009 Cuma 04:15A+A-

Güler Zere, ondört yıldır hapiste. Salih Mirzabeyoğlu, on yıldır hapiste. Leman Yurtsever henüz dışarıda... Bu üç isim, üç ayrı hayat hikayesi ve niçin benim ajandamdadır derseniz... Ali Suat Ertosun’a çıkıyor bütün yollar derim size...

Ali Suat Ertosun, “Hayata Dönüş Operasyonu” adı verilen cezaevi baskınlarında, hapishanelere isyan çıktı gerekçesiyle iş makinası sokarak, mahkumların kepçe aralarına sıkışmış kollarının bacaklarının bilahare çöplüklerden çıkartıldığı feci günlerin başrolündeki kilit ismi... Mahkumların “Brejnev” takma adıyla tanıdığı, kanuni bir cezalandırma yöntemi olarak algıladığı işkenceyi tüm soğukkanlılığı ile uygulatan meşhur bir kişi... Tabii bu mahkumların anlattığı bir meseledir, biz onların yalancısıyız...

Dahası, Karagümrük Çetesi olarak bilinen Nuriş Biraderleri, Sabancı suikastının tetikçisi Mustafa Duyar’ın devlet kontrolü ve güvenliği altında tutulduğu cezaevine naklettirmiş kişi olarak da geçmişti ismi... Mustafa Duyar konuşamadan infaz edilmişti. Tabii bu da Nuriş kardeşlerin anlattığı bir başka meseledir, biz onların yalancısıyız...

Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü görevini ifa ederken, bu tür üstün hizmetlerinden dolayı, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’den madalya almış... Terfisine terfi katılarak daha sonra da Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliğine seçilmişti Ertosun. İşte bu kısmı, mahkumların anlattığı, bizim de yalancısı olduğumuz bir mesele değildir, el-hak; herkesin bildiği bir yükseliş öyküsüdür...

Güler Zere’yi, bana göre iki sokak ötedeki Mustafa Kemal mahallesinden tanıyorum. Siyah beyaz fotoğraflarının yapıştırılmış olduğu soluk duvarlardan, elektrik kofrasının üstüne asılmış posterinden, bir inşaatın önünde el arabasına astığı kadın entarileri, yün çorap, Doğu’da “tuman” diye tabir edilen içlikleri satan palabıyıklı ak saçlı bir dede var, işte o dedenin çerçisini açtığı gri kolonların üzerinden bakar haliyle tanırım Güler Zere’yi. Cezaevi koşullarının kötü olduğundan, işkenceden, tutuklu değil esirlerden söz eder posterinin hemen altındaki cümleler... Minibüsle geçtiğim bu mahallede hep inip, Güler Zere’nin arkadaşlarıyla konuşmak geçmiştir aklımdan. Buna çok cesaret edemem. Çünkü oğlumla birlikte bindiğimiz otobüsün camları atılan taşlarla tam bu sokaklarda patlatılmıştı. Elektrik faturası ödemeye gidiyorduk oysa, altı yaşlarındaki oğlumun saçları arasından camları ayıklarken ağlıyordum, oysa sakindi bizimkisi, bir pokemonun yolunu şaşırarak otobüs camına çarpmış olacağını falan zannediyordu... Mahallenin kurduğu barikatlar, yakılan lastikler, molotof kokteylleri de içinden geçilen bir çizgi film... Güler Zere’nin arkadaşlarıyla korkmadan konuşabilmek için belki bir çocuk gözünün safiyetine sahip olmak gerek...

Çocuk değilim, bu imkanı kaçırmışım ne yazık ki... Ama yeri hep savunmadan ve insan onurundan yana olan bir hukukçu olarak, yetişkinlere ve mesleğin gerektirdiği başka bir gözü hep açık tutmaya çabalayan biriyim. Nasıl bir gözdür bu? Mahkumların insan olarak ceza çektikleri esnada bile “insan onuru”nun gerektirdiği yaşama hakkını savunacak bir göz... Fena muamele ve işkencenin bir cezalandırma yöntemi olmadığını bilen bir göz.

Salih Mirzabeyoğlu’nu, kitaplarından, şiirlerinden, resimlerinden tanıyorum. Yanılmıyorsam on yıldır veya biraz daha fazla hapistedir. Fikir suçlusudur. Katıldığı hiçbir eylem, gösteri tedhiş faaliyeti yoktur, gözaltına alındığında suç delili olarak kurşun kalemlerine el konulmuştu. Kurşun ve kalem dünyanın en akıl almaz ikilisi olarak bir araya gelir. Çünkü dünyanın bütün yargıçlarının bildiği şeydir, bu iki zıt kelime yani kurşun ve kalem arasında bir nefeste yan yana gelebilecek bir sır saklıdır. Bir fikir ne zaman suç olur? İşte felsefenin polisiyeyle kıyasıya mücadele ettiği kapı önü: Kurşun ve kalem, kurşun kalem... Mirzabeyoğlu suçludur. Karl Marks ne kadar suçluysa, Ali Şeriati ne kadar suçluysa, o da o kadar suçludur diyebiliriz pekala. 1999’da Metris Cezaevi baskınında, 2000’de bir gecede tam 20 cezaevine birden yapılan baskınlarda, Mirzabeyoğlu da Güler Zere gibi şans eseri hayatta kalabilen mahkumlardandır... Tek kişilik hücresinde tam 150 gün işkence gördükten sonra kendini asacaktı haberleriyle bildik tanıdık onu...

Ajandamdaki üçüncü isim Leman Yurtsever, bir insan hakları aktivistidir. Kayıp anneleri, kadın işçilerin hakları ve toplumsal barış konulu pek çok ortamda, yan yana çalıştığımız bir feminist... Aynı görüşte olmamıza gerek yok aynı salonda çalışırken. Ki bu salon tüm Türkiye’dir. Nerede akan kan, akan gözyaşı varsa, nerede inleyen bir anne varsa, yanına gidip anlattıklarını dinlemekten geçen bir yaşama tecrübesidir Leman ile benim yollarımı kesiştiren... Leman Yurtsever’e Ankara 27. Asliye Ceza Mahkemesi’nden 3 ay 15 gün hapis ve 400 TL. adli para cezası kararı çıktı. Sebebi ise dönemin Ceza ve Tevkif Evleri Gn.Md.’ü Ali Suat Ertosun’a “insan hakları utanç belgesi” göndermesi... Leman, “Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Projesi”nin koordinatörlerinden... Kamu görevlisine hakaretten aldı bu cezayı. Kararı verenler “yoğun kasıt”tan bahsetmişler. Pekala benim bu yazım da “yoğun kasıt”a girer. Zor iş anlayacağınız yazmak ve konuşmak bu ülkede...

Kamuoyunda “F tipi Cezaevi” olarak bilinen vahim durum, hayata geçirilmesi tam 107 kişinin hayatına mal olmuş bir hukuk skandalıdır. Üstelik hücre tipi cezalandırmanın insan hak ve onuruna aykırı olduğunu savunan ve bu konuda girişimde bulunan herkesin “yasadışı” örgütlerle bir şekilde teması olduğu/olacağı sanrısı ile hareket edilmektedir. İşte, birbirinden ayrı bu üç ismi, benim ajandama yan yana yazdıran süreç de buradan besler kendini... Cezaevi koşullarının düzeltilmesini istemek, işkenceye, tecrit-izolasyon-hücre’ye hayır demek, potansiyel suçlu ilan edilmek demek...

Bakalım ölümcül hastalık hali en sonunda Köşk’e kadar çıkabilen Güler Zere, hapishaneden hastahaneye geçebilecek mi? Yoksa “dışarıda olsaydı kim bilir kimi vururdu?” sorusuyla tüm dışarıdakileri, ancak içeri atınca rahat edecek zihniyete teslim olacak mıyız?

Hukuk ve Adalet sadece sağduyu istemez, cesaret de ister. Cesaretse, korkmamak değildir, korktuğu anda bile sabırla durmayı gerektirir. Korkuyorum, ama sabırla durmak gerek... Birilerinin işkenceye ve hücreye hayır demesi, gözaltında tecavüze hayır demesi gerekiyor...

VAKİT

YAZIYA YORUM KAT