1. YAZARLAR

  2. ASIM ÖZ

  3. Zarifoğlu’nun Mektupları
ASIM ÖZ

ASIM ÖZ

Yazarın Tüm Yazıları >

Zarifoğlu’nun Mektupları

28 Kasım 2008 Cuma 14:59A+A-

Mektup, teknolojinin yaşamımızı istila etmediği; sözlü olarak telefonlaşmanın, yazılı olarak da belgegeçerin, e-mailleşmenin, çetleşmenin, daha henüz yaşamımıza girmemiş başka haberleşmelerin hayali olarak bile bilinmediği zamanlarda, yaşamımızın en önemli araçlarındandı. Çocukluğumuzda, "Bak postacı geliyor/ Selam veriyor," diye başlayan tekerleme şarkıyla -ormancı ya da o zamanların polis üniformasını çağrıştıran- üniforması içinde kapı kapı dolaşan postacıyı izlemenin ayrı bir yeri vardı.

Sonra okulda "mektup türü"nü öğrendik; mektubun, "özel mektup", "iş mektubu", "edebî mektup" gibi türleri vardı. Pul bulmanın sıkıntısı nedeniyle yazdığımız nice mektup ise kaybolup gitti. Jules Verne'den Halide Edip'e, Reşat Nuri'ye birçok yazar kimi unutulmaz romanlarını mektup türünde yazmışlardı. Ortaokul yıllarında peygamberimizin davet mektuplarını duymuş üniversite yıllarında Muhammed Hamidullah’ın bu konuyu ele alan belgesel kitabını okumuştum.

Sonra büyüyünce bizim de yaşamımıza başta edebi mektuplar olmak üzere pek çok mektup çeşidi girdi. Ne olursa olsun mektup sonuçta öznel ama bir o kadar da samimi bir yazın türüdür. Mengüşoğlu’nun ilk gençlik yıllarında okuduğu ve sıklıkla tavsiye ettiği-benim de bu tavsiyeye uyarak edindiğim- Cahit Sıtkı’nın Ziya Osman Saba’ya yazdığı "Ziya'ya Mektuplar" benim için unutulmaz mektup kitaplardan biri. Ardından peşpeşe yayımlanan yazar mektupları edebiyat dünyasında bir başka tartışmayı doğurdu: Yazarların mektuplarının yayımlanması ahlaki bir sorun değil midir? Edebi kamuda tanınmış kişilerin mektuplarının kendilerinden ya da varislerinden izin alınmadan yayımlanmasının doğru olup olmadığı tartışılırken bu tarz sorunlarla epey cebelleşen bir yazıdan söz etmemek olmaz. Şevket Rado'ya Mektuplar kitabına "Türk Şiirinin Şeytan Üçgeninden Mektuplar" başlıklı bir eşik söz yazan Enis Batur'a göre, "İki kişi arasındaki yazışmanın her koşulda özel olduğunu savunmak zor değil şüphesiz; (...) Gelgelelim, öteki kutupta, işin içinden çıkılmasını olanaksızlaştıran kamuya mal olmuşluk boyutunun beklediğini unutamaz, görmezden gelemeyiz. (...) Ucu açık kalmaya yazgılı bir tartışma bu." Çünkü mektup, anı defteri bir yana, "kişinin en özel kalıcı belgesi" midir. Bana kalırsa, "çok çok özel" bölümleri dışında, herhangi bir sanatçının mektuplarının yayımlanması gereklidir; mektuplar, o sanatçıyı çok daha iyi tanımamızı sağlamaktadır; hem zaten, sanatçı, yapıtlarıyla kendisini okura açmamış mıdır? Dolayısıyla yaşamöyküsü yazarları, incelemeciler, eleştirmenler için de bulunmaz hazinedir mektuplar. Elbet de esas olan, mektubu yazanın, yayımlanmasına izin vermesidir. Ölmüş sanatçıları adına da izni kalıtçıları verecektir.” Öte yandan mektup, yazanın mıdır, kendisine gönderilenin midir? Ölmüş bir kişinin mektuplarının yayımlanmasına kalıtçılarının (vârislerinin) izin verme hakkı var mıdır? İzin verilse bile bu mektuplara "sansür" uygulanmalı mıdır? İşte en temel sorun burasıdır.

Herkes dilinin döndüğünce aklının erdiğince farklı yanıtlar verdi bu kaygılı sorulara ama mektup türü ilgi odağı olmayı sürdürdü ve edebiyatçıların mektupları peşpeşe yayımlandı. Üstelik, yazı merakı olan insanlar sevdikleri baş tacı ettikleri yazarların "okur"u düşünmeksizin serbestçe yazdığı satırları okuduklarında onları daha iyi tanıdıkları için tarifi imkansız bir haz aldılar.

Şimdi sözü Cahit Zarifoğlu’nun mektuplarına getirmek istiyorum. Edebiyat Ortamı dergisi Kasım Aralık(2008) tarihli 5. sayısında dört sayıdır devam ettirdiği has edebiyat okurunu hedef alan yüksek düzeyde bir diyalog ve bir dolu açılım getiren söyleşilere bir yenisini eklemektense mektubun altın çağının sonlarına yaklaşılan bir dönemde, 80'li yıllarda, Cahit Zarifoğlu’nun o yıllarda Almanya’da yüksek öğrenim gören bir öğrenciye; şimdiki Prof. Dr. Ali İbrahim Savaş’a gönderdiği mektuplardan altısını yayımladı. Yazınseverler ve yazınımızın "Mavera"sı konusunda araştırma yapanlar için bir hayli önemli belgeler bu mektuplar. Mektuplarda Zarifoğlu’nun bıkmak bilmez çabasına tanık olmamak mümkün değil. Zaten derginin sunuş yazısında da işin yukarıda söz ettiğimiz kimi boyutları göz önünde tutulmuştur: “Mektubun bir edebi tür olup olmadığı tartışma götürse de, sanatçıların kaleme aldığı bu tür metinlerin kendine özgü bir karşılığının olduğu, merak uyandırdığı, o sanatçının edebiyat dünyasındaki karşılığına katkılar sağladığı söylenebilir. Hayatın edebiyata dâhil olduğu gerçeğini inkâr etmek mümkün mü? Yazının hayatı, yazarın hayatıdır biraz da. Mektuplar, o mektubu yazan sanatçının yüzü gibidir. Mektuplarda yazarın mimiklerini buluruz. Mektupların böyle bir tarafı var. Sanatçının varoluşuna dayanak olan çevreyi ve zemini önümüze açarlar. Heyecanlarını, öfkelerini, ufuklarını, çabalarını ve arzularını bir safiyet içerisinde görmemize imkân tanırlar.”

Mektuplar yazıldığı sırada Zarifoğlu Mavera ile yoğun olarak uğraşmaktadır. Ankara’da olan Zarifoğlu’nun Ali İbrahim Savaş’a yazdıkları, genellikle Mavera’nın içeriği, aboneleri, katkılar vb. ile ilgili "iş mektubu" olarak nitelenebilir. Ali İbrahim Savaş dergiye abone olan ve Zarifoğlu’nun mektup yazmasının iyi olacağı düşünülen isimlerden biridir. Hem Mavera’nın Almanya’da daha çok tanıtılması hem de dergiye yapılabilecek daha başka katkılar beklenir Ali İbrahim Savaş’tan. Bu yargıya hemen baştan itiraz edilebilir ama bu iş mektubu olma durumunun salt dergicilikle ilgili olduğu anlamına gelmez. Bir düşüncenin, bir edebi anlayışın, bir sorumluluk bilincinin dışavurumudur bu mektuplar. Hemen ilk mektupta Ali İbrahim Savaş’tan Almanya’ya yapılan göç neticesinde Almanlaşanlarla/kapılanlarla direnenleri yani kültür çatışmasından doğan gözlemlerinin yazmasını bekler Zarifoğlu. Bunun neticesinde ise şunu bekler: “Buradan ve oradan dört koldan çabalar harcayarak Maverayı Dünyada okunan bir dergi yapalım. Bu elimizden gelir. Ama inatla devam ederek.”(s. 36)Almanya’ya gezi düzenleme planlarından da söz eder. Ve büyük ihtimalle Atasoy Müftüoğlu’nun geleceğinden söz eder. Derginin evrensel vicdanın sesi olma düşüncesinin somut açılımıdır Atasoy Müftüoğlu.

 Zarifoğlu’nun Mavera dergisi için, insanlık için, edebiyat için ve ideali için çırpınışını görebileceğimiz satırlar oldukça yoğun bu mektuplarda Mektupların birinde şöyle diyor: ‘Tabir caizse, yakanız elime geçti, bırakmak taraftarı değilim’. Hele Amerika’da öğrenim gören ve hiç görmediği, tanışmadığı bir öğrenciyi yazı ortamına dahil edebilmek için nasıl defalarca mektup yazdığını, cevap gelmemesine rağmen ısrarla yazmaya devam ettiğini ifade edişi ile yukarıda andığımız inatla devam etme tavrı arasındaki bağ ihmal edilmemelidir. Tabii inatla çabalamak her zaman istenilen neticeye ulaştırmayabilir insanı. Zarifoğlu yazı yazdırmak için ortaya koyduğu olağanüstü çabanın sonunda ise topu topu bir tek yazı elde edebilmiştir. Ve muhatabını nazikçe uyarmayı da ihmal etmez: “Umarım siz de yazılarınızla Maveraya katılmayı arzu etmediğiniz takdirde böyle bir yol seçmezsiniz.” Diğer bir mektupta ise, dünyanın en ücra köşesindeki insanları birazcık olsun duyarlı olmaya, yazmaya çağırırken gösterdiği onca çabanın yankısızlığını şöyle dile getiriyor: “Tabii bunu yapmadılar.” Sorumluluğunun bilincinde bir yazarın o yılların düşünce ortamının ilgi çekici bir örneği olmanın yanında Dünya Müslümanlarının sorunlarıyla hemhal oluşu ve bu sorunların tarihsel sosyo-ekonomik yapısını-edebî çerçevesini çizen yazılara dergisinde yer vermesi evrensel ümmet duyarlığını düşünce dünyasını paylaştığını kanıtlar. Bu çerçevede mektupların birinde “Bana emanet edilen 500 bin lira kadar bir para var. Afganistan mültecilerine yollanmak üzere. Bu parayı bir türlü transfer etmek imkânı bulamadım. Türk parası onların işine yaramıyor. Oysa Almanya’dan para yollanması mümkün”(s. 40) satırları oldukça önemli. Mektup yazmanın bir içtenlik, bir sıcaklık, bir dirilik, bir ileti, bir meramı anlatmak, ve/ya bir sevgiyi dile getirmek, bir sevgiyi anlamlandırmak, kelimelere dökmek olduğunu kanıtlayan altı güzel örnek Zarifoğlu’nun mektupları. Başka bir deyişle, bir yüreği açmanın, ele geçirmenin en güzel yolu, hayatı/yazıyı kavratmanın bir yolu. Zarifoğlu mektuplarında edebî bir dilden, anlatımdan çok, yalın, düz anlatımı yeğler. Ama entelektüel kavrayış, seziş ve dilin canlılığını duyumsarız. Mektupların, 1980li yılların dünyasından yaşam kesitleri sunması yanında ayrıca belgeselliğinden de söz açabiliriz. Zarifoğlu’nun mektuplarından edindiğimiz izlenim; özentiye düşmeden, yapmacıklığa kaçmadan, içtenlikle yazmasıdır.

Edebiyat Ortamı Zarifoğlu’nun mektuplarının önemini ve üzerine düşen sorumluluğu yerine getireceğine dair şu açıklamayı yapıyor: “Cahit Zarifoğlu’nun çok sayıda kişiye mektup yazdığını biliyoruz. Yüzlerce, binlerce mektup. Bir kısmı daktiloyla bir kısmı el yazısı ile. Yazık ki çoğundan haberimiz yok. Belki de hiçbir zaman olmayacak. Bir kısmı kaybolmuştur. Bir kısmı yırtılmıştır. Enikonu bir mektup işte. Okunduktan sonra işinin bittiği düşünülmüştür. Olabilir yani. Olmuştur. Ya da bir kargaşa anında, bir taşınma gününde, bir kitaplık/dosya temizleme girişiminin sabırsızlığında kaybolup gitmişlerdir. Talihi yaver gidenler ise bir gün şu an bizim yaptığımız gibi bir derginin sayfaları arasında ya da bir kitap bütünlüğü içerisinde okurun önüne çıkacağı günü bekliyordur. Yıllar sonra ‘yeni bulunmuş mektuplar’ olarak edebiyat okurlarının merakına karşılık gelmek ve edebi dimağlarına bir tat vermek üzere. Ama biz, Edebiyat Ortamı dergisi olarak şöyle bir teklifte bulunuyoruz: Bu mektuplar kıyıda-köşede keşfedileceği günleri beklemesin; bize gönderilsin, biz de bir kitap bütünlüğüne kavuşturalım, Edebiyat Ortamı Yayınlarının ilk kitabı olarak yayınlayalım. Açık bir teklif bu. Sadece birazcık bir zahmetle kolayca ulaşılabilecek bir sonuç. Ellerinde Zarifoğlu mektupları bulunanların bu mektupları dergimizin adresine göndermelerini rica ediyoruz. İsteyen aslını kendinde saklayabilir. Bize fotokopisi yeter. Ya da taranmış bir nüshası. Böylece postaneye gitmeye de gerek kalmaz, dergimizin mail adresine bir ‘tık’ ile çarçabuk gönderilebilir.”

  Zarifoğlu’ndan Mektuplar’ın özenli, dizgi yanlışlarından arınmış, güzel bir kapak içinde sunulacak basımıyla, mektupların daha iyi anlaşılması için özenle hazırlanmış "notlar"ıyla, hele yayınevlerinin hem sayfa sayısını arttırmamak hem de iş çıkmasın diye savsakladıkları "dizin"iyle, okurun ilgisini hak eden bir kitap olacağını düşünüyorum. Derginin bu teklifinin karşılık görmesi İslami dergicilik bakımından geçiş dergisi olarak anılabilecek Mavera ile Zarifoğlu’nun bilinmeyen gözden kaçan pek çok yönünü en önemlisi de dostluklarını bilmek evrensel vicdanın sesi olabilmek için ortaya koyduğu çabaya tanık olmak bakımından son derece önemli.

YAZIYA YORUM KAT

2 Yorum