1. YAZARLAR

  2. Yasin Aktay

  3. Zamanın ruhu
Yasin Aktay

Yasin Aktay

Yazarın Tüm Yazıları >

Zamanın ruhu

23 Mart 2013 Cumartesi 11:12A+A-

21 Mart Perşembe günü, Diyarbakır'da Newruz kutlamaları için tahsis edilmiş meydanı hıncahınç dolduran kalabalıkların verdiği mesajı kalbinde hastalık olanlardan başka hiç kimse tartışma konusu yapamaz. Bu mesaj bütün unsurlarıyla bir millet olmaya doğru yol almış bir Türkiye'nin mesajıydı.

Bu tablodan Türkiye'nin bütünlüğünü veya gücünü zaafa uğratacak bir tehlike veya risk işareti görmek için gözlerin gerçekten başka türlü bakıyor, başka türlü görüyor olması gerekiyor. O meydana teveccüh eden kalabalıkların BDP veya Öcalan'a her halükarda destek veren, onlara kayıtsız şartsız bağlı insanlar olduğunu asla düşünmemek gerekiyor. O meydan o gün çözüm mesajı verdiği için hınca hınç doldu. İnsanların rağbeti şu veya bu siyasi görüşe değil, bizatihi çözümün kendisineydi.

Esasen o meydan Kürtlerle Türkler arasında hiçbir zaman bir savaş olmadığının en önemli tanığı oldu. Hatta Türklerle Kürtler arasında bir savaş ihtimalinin bile ürküttüğü insanlar daha fazla rağbet etti o meydana. O yüzden olayı Kürtlerle Türkler arasındaki barışın bir işareti olarak almak bile son derece gereksiz. Meydanı dolduran kalabalıklar PKK'nın şimdiye kadar ısrarla sürdürmeye çalıştığı silahlı mücadelenin anlamsızlığına tanıklık etme ihtimaline koştular. O yüzden Öcalan'dan gelen 'silahları bırakma' çağrısı büyük bir coşkuyla karşılandı, çünkü daha o kalabalıkların duymak istediği, duymayı bekledikleri şey buydu.

Öcalan'ın mektubunda işaret ettiği 'zamanın ruhu' bu meydanda en somut ifadesini tam da bu şekilde bulmuştu zaten. Zamanın ruhunun 'silahlara veda, siyasete selam' gerektiriyor olduğunun tanıklığına bütün varlıklarıyla katıldı o kalabalıklar.

Emin olun o meydandan başka bir mesaj çıksaydı bu coşku olmazdı ve zaten aksi bir mesaj beklentisi olsaydı o kalabalıklar toplanmazdı. Bu, siyasi hareketlerin kendi tabanları üzerinde mutlak bir otoriteye sahip olmadıklarının da en önemli işaretidir. Başka türlü söylersek, bu, otoritenin bir yönünün de da tıpkı iktidar gibi aşağıdan yukarıya doğru işliyor olduğunu gösteriyor.

Türkiye'de terör sorununun bitirilebilmesi için İngiltere ve İspanya'dan sıkça gösterilen örneklere bakılsa, sadece çözüm ve müzakere süreçlerinin yıllarca sürmesi fikrine neredeyse herkes alışmıştı. Oysa Öcalan'dan gelen bu mesaj ve bu mesaja meydanın ve Türkiye'nin tamamının verdiği cevap Türkiye için başkalarının bir model olamayacağını da gösterdi. Bu vesileyle çözümün hiç de uzağımızda olmadığını görmüş olduk.

Tabii ki, çözümün bu kadar yakın olması bunca zamandır AK Parti hükümetinin sorunun ana kaynağına dönük uyguladığı ısrarlı restorasyon politikalarının da mümkün kıldığı bir durum. Asimilasyon ve inkâr politikalarının resmen bitirilmiş olması, Kürtlerin hayatlarına dönük demokratikleştirici adımların atılmış olması, esasen çözüm için gerekli bütün sosyolojik zemini fazlasıyla döşemiş bulunuyordu. O yüzden Öcalan'ın mesajları kendi kitlesi tarafından da onursuzca bir teslimiyet gibi algılanmadı, aksine sürecin bu aşamasında söylenebilecek en münasip sözler olarak algılandı ve alkışlandı. Çünkü bütün yapılanlara rağmen silahlı mücadelenin artık ne Kürtlere hatta ne de çocukları dağda olan Kürt ailelerine anlatılabilir bir yanı kalmamış bulunuyordu.

Öcalan'a veya BDP'ye hala neyin karşılığında silahları bıraktığını soranlar için BDP lideri Selahattin Demirtaş'ın, 'AK Parti'yi bitirmek isteyen muhalefet, kendilerinin yapamadığını PKK'dan bekliyorlar' açıklaması, esasen PKK'nın da artık kavgayı kendi adına bu şekilde sürdürmesinin bir bağlamı kalmamış olduğunu çok iyi özetliyor.

Aslında mevcut söylem ve bağlam yoluyla silahlara veda çağrısı sayesinde hem İmralı hem de BDP önlerinde alabildiğine geniş ve muteber bir siyasal alan bulacaklardır. Bu alan gerek Kürtler için gerek genel olarak Türkiye için siyaset üretebilme fırsatını sağlıyor. Bundan daha iyi bir kazanım olabilir mi?

Tabi böyle bir kazanımı da onlara çok görenler, Türkiye için bir kayıp olarak görenler var. Bu görüşler ülkenin anormalliğinin bir sonucu, oysa süreç bir normalleşme, bir restorasyon sürecidir aynı zamanda, yani siyasallaşmanın bir kayıp değil bir kazanım olarak değerlendirileceği bir düzeye erişme süreci.

ÜSKÜP, ULUSLAR ARASI BALKAN ÜNİVERSİTESİ

Aslında Diyarbakır meydanını Uluslararası Balkan Üniversitesi'nin davetiyle 'Küreselleşme ve Çokkültürlülük 've 'Değişen Küresel Güç Dengeleri bağlamında Türkiye'nin Dış Politikası' başlıklı iki konuşma yapmak üzere bulunduğum Üsküp'ten izliyordum. Üsküp Eğitim Kültür Vakfına bağlı olarak 2001 yılından beri faaliyet gösteren üniversitenin rektörlüğüne bu yılın başından itibaren Prof. Şinasi Gündüz atanmış. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanlığından tanıdığımız ve sahasındaki yetkinliği tartışmasız Dinler Tarihçisi Prof. Gündüz'ün rektörlüğü Üsküp'te bir hayli sinerji meydana getirmiş. Prof. Gündüz oradayken, üniversitenin ÖSYM katalogunda yer almasının yazışmalarını sürdürüyordu. Yani bu yıl ÖSYM'ye başvuracak öğrenciler Üsküp'de, yani İstanbul'dan önce Osmanlı'ya katılmış olan ve İsa Bey'in Saraybosna ve Yeni Pazar'ın yanı sıra kurduğu üç şehirden birinde okuyabilecek.

Üsküp üzerine, hele Balkan Üniversitesi üzerine söylenecek çok şey vardı aslında ama Diyarbakır ve Nevruz'la gelen bayram başka bir konudan daha uzun konuşmaya imkan vermedi, belki başka zaman.

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT