1. YAZARLAR

  2. KENAN ALPAY

  3. TÜSİAD'ın AB Krizi
KENAN ALPAY

KENAN ALPAY

Yazarın Tüm Yazıları >

TÜSİAD'ın AB Krizi

22 Ekim 2015 Perşembe 12:34A+A-

 

TÜSİAD Başkanı Cansen Başaran Symes, Angela Merkel’in ziyaretini akaben yaptığı açıklamada bir dizi rahatsızlık noktalarını dile getirirken şöyle bir vurgu yaptı: “Türkiye göçmenlere karşı AB'nin tampon bölgesi veya kapı bekçisi olamaz. AB'nin gelecekte tam üyesi olmasını planladığı bir ülkeyle arasındaki fiziki ve manevi duvarları bazı küçük siyasal ve mali ödünler karşılığında güçlendirecek bir süreç bizim açımızdan son derece kaygı vericidir.”.

Epey bir zamandır kendisine müzahir liberal, sol, paralel çevrelerle birlikte TÜSİAD’ın AB ile tıkanan müzakereler dolayısıyla AK Parti Hükümetine yönelik ciddi eleştirilerine şahit oluyorduk. Eleştirilerin merkezine yerleştirdikleri Erdoğan’ı, Türkiye’nin rotasını Batı’dan Orta Doğu’ya çevirmekle itham ediyorlardı. Özellikle de neo-Osmanlı ve İslamcı reflekslerle Türkiye’yi Sünnici siyasetin merkezi haline sokmak ve İhvan-ı Müslimin benzeri örgütlerle bölgesel politikalara soyunmakla suçlamak adeta moda halini almıştı.

AB’nin Rest Çekecek Gücü Var mı?

Türkiye ile yaşanan gerilim sürecinde AB’ye hiçbir suç, en küçük bir kusur yakıştırılamıyor, açıkça gözlemlendiği gibi hemen bütün kabahatler Erdoğan’la birlikte AK Parti Hükümetlerine yükleniyordu. Gerekçe basitti elbette; AB ulaşılması gereken ideal kriterleri temsil ettiğine göre suçlu müzakere fasıllarının açılması için gerekli değişim-dönüşüm vazifelerini ifa etmeyen Türkiye’dir.

Aslında TÜSİAD Başkanı Cansen Başaran Symes’ten birkaç gün önce kamuoyuna “100 aydından Merkel’e açık mektup” olarak yansıyan çağrının temel vurgu ve kaygısı da buydu zaten. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun yönetimindeki Türkiye’yi Almanya Başbakanı Merkel veya başka bir AB temsilcisinin taltif olarak anlaşabilecek bir harekette bulunmaktan şiddetle sakındıracak bir çağrı yükseltiyorlardı. Fakat mülteci akını dolayısıyla büyük bir açmaza düşen AB ve özellikle Almanya’nın bu şartlar altında Türkiye’ye değil rest çekmek taleplerini görmezden gelecek bir durumu yok.

Her ne kadar II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’nın yaşadığı en yoğun mülteci akını filan denilse de aslında ortada ahım şahım bir durum yok. Fakat AB ülkeleri sahip oldukları bütün imkânlarıyla kendilerini dünyanın diğer bölge ve halklarından öylesine tecrit etmişlerdi ki değil ateşin kendilerine yetişmesine savaştan kaçabilen insanların dahi ülkelerine ulaşmaları üzerine panikataklar geçirmeye başladılar. AB’nin Suriye veya diğer bölgelerden gelen mültecileri Türkiye’de tutmaktan başka bir derdi ve beklentisi yok. Ne sürüp giden despotizmin ne işgal ve katliamların rahatsızlığını yaşıyorlar.

Kriz ve kaos ihraç etmek üzere seferber oldukları Türkiye şimdi süreci tersine işletebilecek imkânların önemli bir kısmını elinde tutar durumda. İktisadi, siyasi, diplomatik vd. alanlar üzerinden tehdit ve şantajlarla terbiye etmeyi alışkanlık haline getirdikleri eski Türkiye artık farklı bir refleks sergiliyor. Ama AB’nin Türkiye’deki siyasi-iktisadi ve entelektüel uzantıları daha sert hatta yıkıcı bir politika izlemesi için çağrılar yükseltmekte ısrar ediyorlar.

Taktik Ortaklık Kabul Görür mü?

Sonuçta Merkel geliyor ve bir taraftan mülteciler için AB fonlarından aktarılması engellenmiş fonların önünü açmaya söz veriyor. Üstüne kendi sorumluluklarını paylaşma yönünde adımlar atacağını beyan ediyor, diğer taraftan da müzakereler için açılacak fasıllar için takvim vermeye de mecbur kalıyor. Neden? AB’yi ama özellikle de AB’nin lokomotifi Almanya’yı bu değişime, tavize ya da işbirliğine zorlayan konjonktürün birkaç boyutu olduğunu gözden çıkarmamak gerekiyor. Rusya’nın Suriye’ye askeri müdahalesiyle savaşın yayılma riski, çözümsüzlüğü giderek derinleşen Ukrayna krizi, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın ABD’yi Esed’siz bir çözüm için zorlaması, mülteci akını dolayısıyla AB kamuoyunda yaşanan şiddetli dalgalanma vs…

AB’nin 3 milyar Euro’ya Türkiye’yi tampon bölge veya kapı bekçisi/sınır muhafızı olarak satın alabileceğini kimi alaycı kimi kaygılı ifadeleri telaffuz etmek fazlasıyla temelsiz hatta bomboş lakırdıdır. Hassaten “Türkiye’ye gelip Erdoğan ve Davutoğlu’yla yan yana resim verme.” diye Merkel’e yakaranların okuması için Dışişleri Bakanı Feridun Sinirlioğlu’nun konuya dair beyanını dikkatle okumaları icap ediyor.

Dışişleri Bakanı Sinirlioğlu’nun kurduğu şu cümleler güç ve bağımlılık ilişkisinin nasıl seyretmeye başladığını gösteriyor olsa gerek: “AB, birdenbire Türkiye'yi yeniden keşfetti. Türkiye'nin ne istediğini bazen soruyorlar. Türkiye'nin ne istediğini 52 yıldır öğrenmedilerse yapacak bir şey yok. Biz, bir kriz anında hatırlanacak ve sadece taktik nedenlerle işbirliği yapılacak bir ülke değiliz. AB taktik nedenlerle, Türkiye'yi sadece iş birliği yapılacak bir ülke olarak görürse cevabımız bellidir. Türkiye'nin katılım müzakerelerinin, tamamen siyasi nedenlerle askıda tutulması AB'ye herhangi bir yarar getirmemektedir. Bugün karşı karşıya kaldıkları kriz ve krizin aşılmasında Türkiye'nin kilit ülke olduğunu hepsi dile getiriyor. Yalnız bu kriz geçici bir kriz değil. Burası bir deprem bölgesi.”.

‘Tehlikeli yalnızlık’ frekansından AB ve dostlarına hitaben yayınlanan program devam ediyor!

Yeni Akit

YAZIYA YORUM KAT