
“Türkiye’de Etnik Ayrımcılığın Etkileri ve Adil Tutum”
Uludağ Üniversitesi İnsani Değerler Topluluğu bu ay, Arş.Yazar Hamza Türkmen ve Doç. Dr. Ahmet Yıldız ile “Türkiye’de Etnik Ayrımcılığın Etkileri ve Adil Tutum”u konuştu.
İlyas Acar / Haksöz Haber
Kampüste yer alan Mete Cengiz Kültür Merkezi’nde gerçekleşen programın sunumunu ve yöneticiliğini Mahmut Batuk yaptı. Batuk ilk olarak topluluğun faaliyetleri hakkında bilgi verdi. Konuşmacıları kısaca tanıtma faslından sonra panelin ilk turunda; Türkiye’de milliyetçi/ulusçu etkilerin tarihi arka planı ve konunun kavramsal boyutunun, ikinci turunda ise konunun güncel boyutu ve takınılacak adil tutumun irdelenileceğini belirtti. Ardından sözü Hamza Türkmen’e bıraktı.
Hamza Türkmen ilk olarak; Osmanlı Devleti’nin çözülüşünün ardından emperyalist Batılı devletler tarafından ulusal sınırların oluşturulması ve dayatılması sürecine değindi. Bu süreçte seküler bir inşa biçimi olan ulus devletler Batılı paradigmanın yerel hizmetçileri ile bölgemizi kuşattığını ifade etti.
“Ümmetten ‘millet’/ulus yarattık.”
Tanzimat Fermanı’yla birlikte kırılmaların artarak devam ettiğini,bu fermanın, ümmet diriliğinin kaybedilmesinin bir sonucu olarak seküler temelli arayışları içerdiğini, İttihad Terakki ile birlikte Batılı paradigmaya öykünmecilğin, bu paradigmanın ürettiği İslam açısından doktrinel bir sapmayı ifade eden ulusçu,’milliyetçi’ arayışların artarak zemin bulduğunu ifade eden konuşmacı ,Türkiye ulus devletinin banisi Mustafa Kemal’in bu çerçevede söylediği “ümmetten ‘millet’ ( ulusu kastederek) yarattık” sözünün meseleyi tam olarak özetlediğini söyledi.
Batılılaşma sürecinde yaşanan kavram tartışmaları ve kargaşalarına da değinen Türkmen; sonuç olarak doktrinel bir kavram olan nation/’ulus’u meşrulaştırmak amacıyla bunun yerine millet kavramının kullanıldığını böylelikle ulus mantığının, içeriğini koruyarak kabule sunulmuş olduğunu belirtti. Bu bağlamda konuşmacı; kavramların inşa edici özelliğine dikkat çekerek hangi kavramı nerede kullandığımızı iyi bilmek gerektiğini,aksi halde nesneleşen,yönetilen,manipüle edilen bir halde olmanın kaçınılmaz olduğunu söyledi. Millet kavramının kesinlikle üretilmiş bir ulusun malzemesi olamayacağını, Kuran’daki karşılığıyla yaşam biçimi,”takip edilen din” anlamını içerdiğini dolayısıyla “Türk milleti” terkibinin yanıltıcı olduğunu söyledi.
Mustafa Kemal liderliğindeki Batıcı,Türkçü kadronun ulus inşası sürecine ayrıntılı olarak değinen Türkmen, bu çercevede; yedi bin, beş bin ve bin yıllık Türk ‘miilleti’/ulusu gibi üretilmiş tarih algılarını anlattı. Bu tarih algısıyla ‘Oğuzlar’ın bile ‘Türk’leştirildiğini ifade etti.Çünkü Türk kelimesinin daha öncesinde isim olarak değil sıfat olarak kullanıldığını ama artık seküler inşanın bir kavramı olarak kullanılmaya başlandığını bu yüzden bu tek tipçi yaklaşımın Allahın ayetlerinden olan farklılıkları örttüğünü , sindirdiğini basta Kürtler olmak üzere farklı kavimlere,dillere hayat hakkı tanımadığını ifade etti. Bu bağlamda konuşmacı, son olarak ‘bin yıllık Türk tarihi’ algısının da bir ara bulma yolu olduğunu bunun için hiç de masum olmadığını, Nurettin Topçu vb. muhafazakar milliyetçilerin pagan ulusun içerisine İslami tonlar katarak sentezci kimlikleri beslediğini, bunun ise İslami kimliğin saflığına halel getireceğini ifade etti.
Türkmen ayrıca, teknik anlamda tartışmalı olsa da Türk kelimesini bir topluluk diğer bir deyişle bir kavim adı olarak kullanmanın sorun olmadığını,tabii olduğunu ama müslümanlar açısından sorunlu noktanın; bu kelimeyi ulus tabanlı ideolojik bir içerikle yada değer ve kimlik tabanlı pagan bir içerikle kullanmanın olduğunu söyledi.
Kürt sorunun banisi bizatihi Türk sorunudur!
İslami değerlerin tasfiye edilmesini ifade eden Türkiye’deki ulus devlet inşasının bir çok zulmü, katliamı, yasağı, asimilasyonu beraberinde getirdiğini örnekler üzerinden açan Türkmen, ikinci turda söz aldığında ise konunun güncel boyutlarına değindi;
Bu oturumda öncelikle Kürt sorununun, Kemalizmin yıkıcı politikalarına, ırk temelinde üretilen kurgulara tepkinin sonucu olduğunu soyleyen konuşmacı; sorunun çözümü için hukuki zeminin olusturulmasının önemi kadar toplumun ön yargılarını kırmanın ve içselleştirilmiş milliyetçi kirilikleri temizlemenin de önemli olduğunu ifade etti.
Kürtler kimsenin tapulu malı değil!
Türk milliyetçiliğini kopyalayarak devam eden ve Kemalist dayatmaları aratmayan Kürt milliyetçiliğinin yaşattığı sorunları ve vahşeti de özellikle 6-7 ekim olayları özelinde eleştiren konuşmacı,ayrıca Kürt ulusal hareketinin Kürtlüğü ve tüm Kürtleri temsil eden merci gibi kendini konumlandırması ve dayatması kurnazlığına dikkat çekti.
Son süreçte ise çözümün Tayyip Erdoğan ve Abdullah Öcalan’ın insiyatifiyle önemli noktalara geldiğini, Abdullah Öcalan’ın Kandil’den farklı olarak eşit vatandaşlık ve kardeşçe birlikte yaşama gibi söylemleri ve tutumuyla süreci ilerlettiğini belirterek bunun olumlu ve önemli olduğunu ifade etti.
Hamza Türkmen son olarak şu vurgularla konuşmasını tamamladı:
“Millet kavramının iade-i itibarını sağlamak için muhatap olduğumuz insanlar Müslümansa Allah Müminler kardeştir diyor. Bu şiarı ön plana çıkartmamız lazım. Müslüman değilse de gayrimüslimin hukuku vardır.Bunu vahiy belirler. Bu hukuk bizim için asıldır.Kudüs’ü teslim almaya gitiklerinde Hz Ömer’e kilisede namaz kılması teklif edildi. Hz Ömer bunu reddederek ‘ben burada namaz kılarsam burayı cami yaparlar onlar kendi inançlarıyla yaşasın biz kendi inançlarımızla yaşayalım’ dedi. “Dinde zorlama yoktur” mesajı açıktır. Dolayısıyla Allah’ın kevni ayetlerinden olan dillerde ve renklerde de zorlama olamaz.Dolayısıyla bu bütünlüğü bu kaynaşmayı sağlayacak değerlerde buluşmamız bu değerlere yönelmemiz gerekir.”
Türk ya da Kürtlük aidiyetinden siyasal kimlik üretilmesi, sekülerliğin kendisini gerçekleştirme biçimidir!
Diğer konuşmacı Doç. Dr Ahmet Yıldız ise ilk oturumda; modernleşme ile birlikte ortaya çıkmaya başlayan siyasi kimliğin temelini milliyetçiliklerin oluşturduğunu ifade ederek bunun Osmanlı Devleti’ni de ciddi oranda etkilediğini belirtti. Milliyetçiliği ortaya çıkaran ekonomik ve sosyolojik önemli unsurların olduğunu fakat doktrinel boyutunun daha önemsiz olmadığını ifade etti. Avrupa ile iç içe olması hasebiyle ilk olarak Sırp ve Yunan milliyetçiliklerinin ayrılıkçı isyanlar başlattığını ve kendilerini haklılaştırmak için de Osmanlı Devleti’ni işgalci şeklinde etiketlediklerini sözlerine ekledi. Etnik ayrımcılığın sadece ırk merkezli değil dini parametreler üzerinden de oluşmasının mümkün olduğunu söyleyen konuşmacı buna Ermenileri örnek verdi.Gayrimüslimler içinde en son Ermenilerin milliyetçi bilinç üzerinden Osmanlı’dan ayrışamaya başlamış bir topluluk olarak karşımıza çıktığını ifade etti.
Osmanlı Devleti’nde Müslüman toplulukların milliyetçi bilinç üzerinden sosyalleşmedikleri bu milliyetçi sosyalleşmenin seçkinler ile sınırlı kaldığı konuşmacının bir diğer vurgusuydu. Abdulhamid’in pragmatik İttihad-ı İslam projesinden sonra ciddi anlamda milliyetçi tasavvura sahip elit konumdaki İttihad Terakki Cemiyeti’nin Anadolu’nun Türkleştirilmesini bir politika haline getirdiğini ifade etti. Bu politikaların, karşı milliyetçiliklerin ortaya çıkmasında önemli bir payı olduğunu söylemek gerektiğini belirtti.Ardından Cumhuriyet dönemindeki etnik ayrımcılığa değinen konuşmacı bu bağlamda Mustafa Kemal’in İttihad Terakki’den aldığı mirası radikal şekilde devam ettirdiğini ifade etti.Cumhuriyet’in ulus devlet inşasına yöneldiğini belirten Yıldız konuşmasına şöyle devam etti:
“Bu dönemde Türklük bir kurgu! Bu zamana kadar milliyetçiliğin etkilerini dışarıda bıraktığımızda Türk,Kürt, Arap adlandırmaları tabii bir kollektif aidiyeti ifade ediyor.İnsan kendisini doğduğu yere, kendisiyle aynı dili konuşan insanlara nispet eder ama ötekiyi bunun üzerinden tanımlamaz, dolayısıyla bu bir ayrıştırma sebebi değidir.Müslüman topluluklar açısından mesela Osmanlı Devleti’nde öteki dini farklılık üzerinden tanımlanır,başkaca bir öteki tanımı yoktur.Gayri Müslimler açısından da benzer bir durum söz konusudur. Ama Cumhuriyet döneminde bu ‘Türklük’ inşaşının ciddi bir proje olarak ortaya çıktığını bunun gereği olarakta bütün etnik farklılıkların ortadan kaldırılmaya çalışıldığını görüyoruz.İster bu Müslüman olsun ister gayrimüslim olsun..”
Ulus devlet bir özgürleşme aracı değildir.Ulus inşa süreçleri gayri insani süreçlerdir; en sivil örnekler bile bunun istisnası değildir!
Özellikle 1924 den sonra sürecin radikal bir boyut kazandığını ifade eden konuşmacı sözlerine şöyle devam etti:
“ 1921 anayasası o dönemde oluşan vilayetlere özerklik bağlamında haklar tanıyan etnik mutabakatın temelini oluşturur. Fakat bu 1924 anayasasıyla tarihin çöp sepetine atılır,artık böyle bir şey sözkonusu değildir.Aslında Anadolu coğrafyasında hiç Kürt yaşamamıştır! Kürdistan zaten hiç yoktu! Dolayısıyla bu kavramlar kitaplardan ve günlük dilden de çıkarılır. Aynı inşa Araplar içinde gerçekleştirilmistir. O dönemin gazetelerine bakarsanız mesela Hatay’da kamu binalarında Arapça konuşulduğuna dair duyumlar alındığı, bundan sonra asla kamuya ait binalarda Türkçe’den başka yabancı dilin konuşulmaması gerektiği ve bunun engelleneceğine dair haberleri çok kolay görebilirsiniz. Dolayısıyla ulus inşa süreçleri homojen bir toplum yapısı hedeflediği için dile dair farklıkları da dine dair farklılıkları da ortadan kaldırmaya çalıştığını farklı tecrübeler üzerinde net olarak biliyoruz.
Adil tutum için adil hafizaya ihtiyacımız var!
Tek parti döneminde yaşanan sürecin doğru öğrenilmesi gerekiyor.Tarihle iktidar arsında birebir ilişki var.Mesela Ruslar Stalin’i nasıl bilir? Biz Stalin’i nasıl biliriz? sorularını sorduğumuzda iki farklı cevap alabiliriz! Ruslar için Stalin hiçbir zaman on üç milyon insanın ölümü pahasına gerçekleştirilmiş insanlık dışı bir sanayileşme sürecinin banisi olarak görülmez. Stalin dönemi Ruslar açısından tarihin iyi bir sayfasıdır.Çünkü Rus kimliği bunun üzerinden inşa edilmiştir.Tek parti döneminde ne yaşandı ? Bu soruyu doğru cevaplandırmamız günümüzü doğru okumamız açısından şart.
Tarih hiçbir zaman tek bir çizgi üzerinden ,zorunluluk üzerinden ortaya çıkmaz. İşte o zamanki şartlar bunu gerektiriyordu o yüzden böyle yapıldı! Bu yaklaşım insan iradesini ve insan topluluklarını, kukla konumuna düşüren sahnede yazılmış senaryoyu uygulamaya koyan otomatlar yerine koymak anlamına gelir.Böyle de bir şey söz konusu değilidir.
Yıldız, bu dönemin uygulamalarını anlatmaya çarpıcı bir örnek üzerinden devam etti: 1958 yılında Kımıl Dergisi’nde Musa Anter’in bir şiiri yayınlanır,adı Kımıldır.Bu Kımıl şiirinin bir de Kürtçesi yayınlanır. Şiir Kürtçe yayınlandığı için Musa Anter başta olmak üzere 49 kişi tutuklanır.Çok önemli bir olaydır bu!
Kürt meselesinde (her türlü) milliyetçilik çözümün değil problemin parçasıdır!
Milliyetçiliğin güncel boyutunun konuşulduğu ikinci turda Yıldız adil tutumun oluşması açısından birkaç noktaya dikkat çekti:
“Büyük bir çatışma yaşadık bunu küçümseyemeyiz,milyonlarca insanın evinden ayrılmak zorunda kaldığı bir süreçeten bahsediyoruz.Bundan milyonlarca insan iz taşıyor.Büyük bir servete sahipken sürgün edildiği yerde çaycılık yapan insanlardan bahsediyoruz. Yakınlarını kaybeden ve bunun yol açtığı travmaları yaşayan göç ettiği topluma da bunu taşıyan insanlardan bahsediyoruz.Evet taş atan çocuklar böyle bir sürecin sonucu olarak ortaya çıktı. Bunun muhasebesini yapmak ve bununla helalleşmek gerekir.”
Kürt ulusal hareketinde tekelci,seçime ve iradeye dayanmayan temsiliyet iddialarını da eleştiren konuşmacı sözlerine şöyle devam etti:
“Sekter ve tarafgir tutumlar adil bir tavır geliştirilmesini her zaman engeller; PKK’nın köyleri basma eylemleri vardır, mesela meşhur 1987 Yolçatı köyü. Camideki cemaati çıkarıp yatsıdan sonra bir kısmını asıp bir kısmını kurşuna dizme şekliyle ortaya çıkan bir intikam eylemi. Bu eylemlerde kadınların, çocukların ve yaşlıların da öldürüldüğünü gördük bunu ifade ettiğimde bana verilen cevap şuydu: Ama onlar düşman! Savaş psikolojisi budur tabi. Karşınızdakiler insan değil, ancak o şekilde ortadan kaldırabilir yok edersiniz. Ebu Gureyb cezaevinde gördüğümüz de bu.Bu yaklaşımın ötekine karşı ortaya çıkması tabi hiçbir şekilde adil bir tavır geliştirilmesine imkan vermez. Dolayısıyla ötekileştirmeyi düşmanlaştırma olarak algılamadan empatik bir yaklaşım geliştirerek barışçı ,iradeye dayalı,bir arada yaşama formüllerine açık uçlu bir şekilde pozisyon almak ve bunun üzerinden bir çözüm yaklaşımı geliştirmek adaleti önceleme açısından büyük önem taşır.”
İki saate yaklasan panel süresinin ardından Mahmut Batuk’un konuşmacılara teşekkür etmesi ile program son buldu.
HABERE YORUM KAT