1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Türkiye, Suriye’nin geleceğinde güvenliğin teminatı olabilir mi?
Türkiye, Suriye’nin geleceğinde güvenliğin teminatı olabilir mi?

Türkiye, Suriye’nin geleceğinde güvenliğin teminatı olabilir mi?

Ömer Özkızılcık, Suriye’nin geçiş sürecindeki güvenlik risklerini analiz ederek, Türkiye’nin askeri, diplomatik ve kurumsal katkılarla Suriye’nin geleceğinde istikrarın ve güvenliğin teminatı olma potansiyelini değerlendirdi.

29 Temmuz 2025 Salı 18:00A+A-

Türkiye, Suriye’nin Geleceğinde Güvenliğin Teminatı Olabilir mi?

Ömer Özkızılcık / Fokus+


Suriye, Esed rejiminin çöküşünden sonra yeni bir döneme girmiş olsa da bu süreç kırılgan geçiş dinamikleri ve yoğun güvenlik tehditleriyle şekilleniyor. Ümran Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde Fadıl Hancı ile beraber kaleme aldığımız “Suriye'nin İç Siyasi Meydan Okumaları” başlıklı raporda, yeni dönemin temel risk alanlarını oldukça detaylı şekilde analiz ettik. Daha önce yayınladığımız “Devrim Sonrası Dürziler ve İsrail” başlıklı raporumda da Dürzi meselesini ve İsrail’in Suriye’nin güneyindeki politikasına dair kapsamlı bir analiz ortaya koymuştuk. Ancak Suriye bu tehditlere karşı yalnız olmadığı da açıkça belirtilmelidir. Türkiye’nin bu tehditlere karşı hayati bir rolü bulunmaktadır. 

Türkiye, 2011’den bu yana Suriye halkının yanında durmuştur.  Bugün gelinen noktada hem bölgesel güvenlik mimarisi hem de devlet inşası süreçlerinde rol oynamak için benzersiz bir konuma sahiptir. Bununla birlikte Türkiye’nin, bu rolünü nasıl konumlandıracağına dair stratejik bir çerçeve oluşturması gerekiyor. Bu çerçeve hem Suriye içindeki SDG’nin entegrasyonu hem de İsrail’in agresif tutumu ile Dürzi gruplar üzerinden yürüttüğü vekâlet savaşları karşısında net bir politikayı zorunlu kılıyor. 

SDG ve rejim kalıntıları: Türkiye'nin denge unsuru rolü 

Raporda, Şam ile SDG arasında 10 Mart 2025’te imzalanan entegrasyon anlaşmasının uygulamaya geçememesi hem Suriye’nin siyasi geleceğini hem de güvenliğini doğrudan etkilediği izah ediliyor. Belki de raporun en can alıcı analiz olarak bu kısım öne çıkmaktadır: 

“‘Terörsüz Türkiye’ sürecine dair de SDG’nin okuması bir hayli sorunludur. SDG yönetimi kendisini PKK’nın silah bırakma sürecinin dışında görmektedir. PKK’nın silah bırakma ve kendisini lağvetme sürecini, Türkiye ile PKK arasındaki bir barış süreci olarak görmektedir. Bundan dolayı SDG’yi Şam ile anlaşmaya zorlayan Türkiye’nin, askerî tehdidinin son bulduğunu ve Türkiye’nin SDG’ye karşı bir operasyon düzenlemeyeceğini varsaymaktadır.” 

Türkiye’nin bu konuda izleyebileceği en etkili yol, askerî caydırıcılığını sürdürülebilir diplomatik baskıyla birleştirmek olacaktır. SDG’nin ana omurgasını oluşturan YPG’nin PKK’nın Suriye kolu olduğu dikkate alındığında, Türkiye’nin pozisyonu yalnızca Suriye’nin toprak bütünlüğü değil, Türkiye’nin sınır güvenliği açısından da belirleyicidir. 

Ayrıca raporda ifade edildiği üzere, rejim kalıntılarının SDG saflarına sızması ve Rusya’nın Kamışlı üzerinden bu sürece destek vermesi, Türkiye açısından ikili bir güvenlik tehdidi oluşturuyor. 

Bu noktada Türkiye'nin, “Terörsüz Türkiye” vizyonunun Suriye ayağını hem SDG’ye hem de uluslararası kamuoyuna net biçimde anlatması, stratejik bir zorunluluktur. Ayrıca mutlak surette SDG’ye Türkiye’nin caydırıcı ve zorlayıcı askeri gücü hatırlatılmalıdır. Şam ile SDG arasında Fransa ve ABD arabuluculuğunda devam eden görüşmelerde Türkiye askeri gücünü hatırlatarak, müzakere masasını Şam lehine dengelemelidir. Nitekim Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın yaptığı son açıklamalarda Türkiye’nin SDG’ye bazı askeri gerçeklikleri hatırlatmaya hazır olduğunu göstermektedir. 

Dürziler ve İsrail: Gözden kaçan en büyük tehdit 

Suriye’nin güneyinde yaşanan Dürzi meselesi ve İsrail’in bu bölgedeki etkinliği de Suriye için çok ciddi bir meydan okumadır. Şeyh Haceri liderliğindeki Dürzi gruplar, son aylarda yalnızca rejim karşıtı pozisyon almakla kalmayıp, İsrail'den doğrudan destek alarak Süveyda’da etkinlik kurmaya başladı. İsrail'in hava saldırılarıyla doğrudan Şam hükümetini hedef alması ve Dürzi gruplara silah ve istihbarat desteği vermesi, yalnızca Suriye’nin değil Türkiye’nin de güvenlik önceliklerini etkileyen gelişmeler arasındadır. 

Süveyda ve Suriye’nin güneyi meselesi, kuzeydoğudaki SDG ile sürdürülen mücadeleyi daha da karmaşıklaştıracaktır. İsrail’in hava saldırıları, SDG’ye bir ümit oluştururken, Suriye hükümetinin topraksal bütünlüğü sağlaması ve güçlü bir merkezi otorite oluşturmasını sekteye uğratmaktadır. 

Dolayısıyla Türkiye'nin, Suriye’nin güneyinde gelişen Dürzi-İsrail iş birliğini yakından izlemesi, mümkünse Arap devletleriyle beraber bölgesel diplomasi trafiğini artırarak Suriye’nin güneyinde etkin bir rol oynamalıdır. Türkiye, burada garantör ülke rolünü üstlenebilir; zira Dürzi gruplar da İsrail ile uzun vadeli bir stratejik ittifaktan çok, kısa vadeli güvenlik garantileri aramaktadır. 

İsrail’e yönelik ise Türkiye’nin Suriye’de kuracağı bir askeri üs, bölgedeki tüm güç dengesini değiştireceği gibi, İsrail’in Suriye’yi istediği zaman istediği yerde istediği şekilde bombalama özgürlüğünü sınırlandıracaktır. Aynı zamanda SDG’nin Suriye ordusuna karşı maceracı askeri saldırı düzenleme ihtimalini de azaltacak ve Suriye’yi DEAŞ gibi yapılara karşı da koruyacaktır.

Merkezî ordu ve güvenlik reformu: Türkiye’nin model ihracı 

Raporda dikkat çekilen bir diğer alan ise Suriye'de merkezî bir ordunun inşası sürecidir. İdlib ve Şam kırsalında kurulan İç Güvenlik Güçleri ordu yapısının dışında kalmakla birlikte, Suriye’deki güvenli sağlamada öne çıkmaktadır. Disiplinli yapısıyla güvenlik inşası sürecin temel taşını oluşturmakta. Ancak Suriye ordusunun nizami, merkezi ve modern bir orduya dönüşebilmesi için kapasite ve eğitim ihtiyacı bulunuyor. Türkiye, tıpkı Libya, Somali ve Katar'da olduğu gibi burada da eğit-donat modelini uygulayarak, yeni Suriye ordusunun profesyonelleşmesine katkı sağlayabilir. 

Bununla birlikte, güvenlik sektöründe Türkiye’nin desteği yalnızca askerî eğitimle sınırlı kalmamalı; akademik müfredat geliştirme, insan hakları eğitimi ve sivil-asker ilişkilerinin kurumsallaştırılması gibi alanlara da yayılmalıdır. Bu sayede Türkiye, yalnızca bir bölgesel aktör değil, yeni Suriye’nin güvenli geleceğinin teminatı olan bir stratejik ortak haline gelebilir. İlaveten, Türk savunma sanayii tarafından üretilen silah sistemleri Suriye ordusu için ciddi bir fırsattır. Yarım asırdır Sovyet menşeili silah sistemleri ve doktrinleri kullanan Suriye ordusu yerine, NATO standartlarıyla uyumlu Türk silah sistemleri ve doktrinleri kullanan bir Suriye ordusunun inşası için tarihi bir fırsat bulunmaktadır. 

Yeni meclis, yeni anayasa ve Türkiye’nin yumuşak gücü 

Yeni anayasa süreci ve geçici meclis kurulması yönündeki gelişmeler, Suriye’de siyasi meşruiyetin yeniden inşası açısından önemli adımlar. Bu sürece muhalif figürlerin dâhil edilmesi olumlu bir tablo sunarken, Türkiye’nin Suriyeli sivil toplum örgütleri üzerinden bu süreci desteklemesi, yumuşak gücünü daha görünür kılabilir. Suriye’de oluşacak yeni meclisin olabildiğince kapsayıcı, bağımsız, özgür ve etkin olması Türkiye’nin de ulusal çıkarınadır. Nitekim Suriye’deki toplumsal fay hatlarını ve toplumsal gerginliklerin sonlandırılması veya yönetilebilir hale gelmesi için Suriye meclisine ciddi bir görev düşecektir.  

Ayrıca, yeni anayasa sürecine dâhil olmayan SDG’nin, temsil dışı bırakılması durumunda doğabilecek siyasal kopuşlar da Türkiye açısından dikkatle yönetilmelidir. Anayasa yazım sürecinin Suriyeliler tarafından yürütülmesi, dış müdahalelere kapalı olması ve bir müzakere süreci haline getirilmemesi için Türkiye’nin Suriye’ye diplomatik desteği önem arz edecektir. Nitekim yeni Suriye anayasası Suriye halkı tarafından benimsendiği ölçüde, Suriye’deki kırılganlıklar ve iç siyasi riskler minimize edilebilecektir. 

 

HABERE YORUM KAT