
The Voice of Hind Rajab: Susturulmuş bir sesi geri getirmek
Boğaziçi Film Festivali’nin Filistin temalı seçkisinde gösterilen Kaouther Ben Hania’nın son filmi, izleyicisini yalnızca sarsmakla kalmıyor; vicdanla yüzleştiriyor. ‘The Voice of Hind Rajab’, bir çocuğun sesiyle tüm bir halkın çığlığını yeniden duyuruyor
Sevranur Ayar/Haksöz Haber
The Voice of Hind Rajab: Susturulmuş Bir Sesi Geri Getirmek
Boğaziçi Film Festivali bu yıl Filistin temalı özel bir seçkiyle dikkat çekiyor. Programın en çok konuşulan filmi ise, Tunuslu yönetmen Kaouther Ben Hania’nın yönettiği The Voice of Hind Rajab. Gösterim sonunda salonda derin bir sessizlik vardı. Kimse yerinden kıpırdamıyordu. Sanki herkes az önce izlediklerinin ağırlığı altında eziliyor, yok olmak istiyor gibiydi. Sonradan gelen bir alkış sesinde de güçsüzlüğü sonuna kadar hissettik.
Film, hepimizin duyduğu, ama belki gözümüzü kapatıp geçmek zorunda kaldığımız o olayı saklamadan, direkt olarak bize sunuyor. Hind Rajab, henüz altı yaşındaydı. Ocak 2024’te, ailesiyle birlikte Gazze’de bir arabada giderken İsrail ordusu tarafından ateş açıldı. Araçta herkes öldü; yalnızca Hind hayatta kaldı. Küçücük bedeni, ailesinin cansız bedenleriyle çevrili şekilde saatlerce enkazda mahsur kaldı. Filistin Kızılayı gönüllüleriyle yaptığı telefon konuşmaları kaydedildi. O kayıtlar hâlâ internette var. “Lütfen gelin, korkuyorum…” diyor o minicik ses. O kadar gerçek, o kadar çıplak bir korku ki, izlerken nefes almak bile zorlaşıyor.
Ben Hania, bu sesi yeniden duyurmak için filmi yapmış. Duygusal bir yeniden canlandırma değil bu; aksine, Hind’in sesi gerçekten kullanılıyor. Filmde Kızılay gönüllülerini oyuncular canlandırıyor, ama Hind’in sesi gerçek. Gerçek bir telefon hattından, gerçek bir korkudan geliyor. Yönetmen BBC’ye verdiği röportajda, “O sesi ilk duyduğumda Gazze’nin kendisi konuşuyordu. Artık o sesi susturamazdım,” demiş. Film boyunca o ses yankılanıyor; çatlayan bir hatta, bazen sessizlik içinde, bazen sadece nefes nefese… Ve insan, “Bu çocuk gerçekten oradaydı,” diye düşünmeden edemiyor.
Filmin en çarpıcı yanı, kurtuluş umudunun her saniye elimizden kayması. Kızılay gönüllüleri sadece sekiz dakika uzaklıktaydı. Ama o sekiz dakikalık mesafe, insanlığın utanç tarihine dönüştü. Onlar yola çıktıklarında, İsrail ordusu pusu kurmuştu. Ambulansın içindeki sağlık görevlileri hedef alındı, vuruldular. Film bunu göstermiyor; sadece bir sessizlik oluyor ve o sessizlik, ekrandan taşıp boğazımıza oturuyor.
Ben Hania’nın sineması her zaman cesurdu, ama The Voice of Hind Rajab başka bir şey. Sinemanın sınırlarını aşıyor; bir film değil, bir vicdan çağrısı bu. Yönetmen, “Hind’in hikâyesi bana ait değil, zaten yaşandı. Ben sadece insanların duymasını sağladım,” diyor. Bu söz, filmi özetliyor aslında: bu bir sanat değil, bir hatırlatma eylemi.
Hind Rajab artık sadece bir isim değil; direnen bir halkın, susturulmaya çalışılan bir gerçeğin sesi. Etrafı cesetlerle çevriliyken bile telefonu bırakmayan, yardım isteyen bir çocuğun sesi. Annesi ona telefonda “Bir dişi aslan gibi cesur ol kızım,” demişti. O da öyle oldu. Cesur, sessiz ve sonsuza kadar hatırlanacak.
Filmin sonunda salonun neden buz gibi olduğunu şimdi daha iyi anlıyoruz. Çünkü herkes aynı şeyi hissediyor: Bu yaşandı. Ve hiçbirimiz bu sesi bir daha duymamış gibi davranamayız. Hind Rajab’ın sesi, melek gibi ince ama koca bir halkın direnişi kadar güçlü. Artık bu sesi unutama(malı)yız.







HABERE YORUM KAT