1. HABERLER

  2. KİTAP

  3. Tek Dünya, Çok İnanç
Tek Dünya, Çok İnanç

Tek Dünya, Çok İnanç

Mahmut Aydın ile Süleyman Turan tarafından derlenen ve Ufuk Kitap Yayınları tarafından basılan Tek Dünya, Çok İnanç -Diyaloğa Farklı Yaklaşımlar-adlı kitabını Kenan Levent Haksöz-Haber için değerlendirdi.

06 Ağustos 2008 Çarşamba 21:04A+A-

Mahmut Aydın ile Süleyman Turan tarafından derlenen ve Ufuk Kitap Yayınları tarafından basılan Tek Dünya, Çok İnanç -Diyaloğa Farklı Yaklaşımlar-adlı kitabını Kenan Levent Haksöz-Haber için değerlendirdi.

Mahmut Aydın ve Süleyman Turan'ın birlikte derlediği Ufuk Kitap yayınları tarafından Aralık 2007 de yayımlanan kitap, farklı din, ideoloji ve kültür anlayışına sahip insanların 'Diyalog' meselesine ilişkin yaklaşımlarını içermektedir. Ufuk Kitap'lar daha ziyade Fethullah Gülen hakkında veya Gülen'in tezleriyle ilgili yazılan kitapları yayınlayan bir yayınevi.

Kitap, 19 ayrı makaleden oluştuğu için bütünlük içinde bir değerlendirmeyi güçleştirmektedir. Buna rağmen makalelerde öne çıkan ortak yönlerde yok değil. Kitap da yer alan makaleler "Tüm dinler taraftarlarının Tanrıyla doğru ilişkiler kurmasını sağlayabilmekte midir? Farklı din ve inanç mensuplarının birbiriyle ilişkisi nasıl olmalıdır? Farklı din mensupları birbirlerinin dini geleneklerinden istifade edebilir mi?" sorularına cevap arama niyeti ile kaleme alınmıştır.

Birinci makalede, teknolojik yenilikler ve kitle iletişim araçlarının yaygınlık ve çeşitliliği sonucu dünyanın "küresel bir köy " haline geldiği ve bu sayede artık monolog çağının geçilip diyalog çağına geçiş yapıldığı için, farklı inanç, kültür ve dini gruplar arasında diyalogun kaçınılmazlığı vurgulanmaktadır. Monolog çağından diyalog çağına geçiş için dinlerin ve ideolojilerin tüm güçlerinin seferber etmeleri zorunluluğuna vurgu yapan yazar, dini "Hayatın nihai anlamını izah ve buna göre nasıl yaşanacağı ya da bu izahın aşkınlık, ideoloji ve bir inanç fikri üzerine dayanmama olarak anlıyorum" (s.24) şeklindeki tanımlamasını biz Müslümanlar olarak asla kabul edemeyeceğimiz aşikardır. (De ki: " Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır." En'am, 6/162)

Yazar, diyaloga yeni bir düşünme, görme ve dünyaya anlam verme, kafa yorma biçimi (s.24), epistemolojide bir paradigma değişimi (s.27), hayatın ve var oluşun birinci ilkesinin arayış (s.24–30) olarak tanımamanın yanında, ufak yollu bir Batı ve Batı algısındaki Müslüman imajını eleştirdikten sonra ağzındaki baklayı çıkarıyor: "İslam'ın Batı 'Aydınlanma'sını yani modernliği henüz tatmadığıdır" (s.36).

Ayrıca tüm dinlere kendi hakikat algılarını terk etmelerini, değişmek ve gelişmenin temel prensip olduğu bir diyalog çağrısında bulunuyor. Açıktır ki yazar yeni bir insan ve toplum tanımı ve inşası için mevcut Batı paradigmasının esas alınmasını istiyor (s.38).

İkinci makalede, diyalogun daha iyi anlaşılabilmesi için diyalogun ne olmadığı vurgulanmaktadır. Mesela şunlar diyalog değildir: Pazarlık, tartışma, münakaşa, paralel monolog, pratik/tatbiki işbirliği, ötekiyi kendi dinine çevirme, karşılıklı uzlaştırma, birleştirme, fikirlerin irade dışı değişimi, karşılıklı antagonistik meydan okuma ve vb (s.39). Bu, aslında kimsenin verili bir hakikate sahip olmadığının aksini savunanlarla diyalogun gerçekleşmeyeceğini beyanı olarak da yorumlanabilir. Her diyalogun bir hedefe ihtiyaç duyduğunu amaçsız bir diyalogun olmasının güç olduğu ve önemli olanın kayda değer bir hedefe sahip diyaloglar oluşturma gerektiğidir (s.43). Yazar diyalogu nihayetinde tüm insanlığa daha iyi bir gelecek hazırlamak için tüm dini grupların kendini adadığı ve bu süreçte gerektiğinde öz eleştirisini yaptığı bir karşılaşma olarak tanımlamaktadır (s.48).

Üçüncü makalede, öne çıkan husus ise; son gelen vahyin öncekileri kendine tabi olmaya çağırması ve öncekinin ilga edilişi faraziye olarak adlandırmasıdır (s.51). Bunu diyalogun şartı olarak öne sürmekte ve bu iddianın yerli yerinde durduğu müddetçe diyalogun gerçekleşmeyeceğini ifade etmektedir. Görüldüğü gibi bu iddia aslında İslama dönüktür. Buna rağmen Hıristiyanlar ve Yahudiler arası diyalog için Müslümanların da bu sürece dahil edilmesi gerektiğini aksi takdirde faydalı bir diyalogun gerçekleşmeyeceğini iddia etmektedir (s.53).

Dördüncü makale, Tanrı'nın vahiy gönderdiğine iman, dinlerin birbirlerine kendi vahyinin ve peygamberinin kabulünü şart koşmamaları ve dinler arasında senkrektik ya da uyuşmayan fikirlerin uzlaştırılmaması ekseninde bir diyalog çerçevesi çizmektedir. Ve bu diyalogun hedefi olarak modern dünyanın meydan okumaları karşında Allah'a iman mevzuunda ortak hareket edilmesi gerektiği ifade edilmektedir (s.60).

Beşinci makalede, diyalogun çerçevesi (Müslüman–Hıristiyan diyalogu çerçevesi) Hıristiyan ve İslami inanç ve kanaatler insanoğlunun iyiliğini, şerefi, sosyal adalet ve sivil barış konusunda ortak bir arayış içinde beşer zayıflığı ve noksan sosyal ve ekonomik düzenlerle eleştirel bir çarpışmanın temelini teşkil edebileceği şeklinde çizilmektedir (s.71). Yine diyalog için kitle iletişim araçlarından azami derecede istifade edilmesinin ön yargıları aşmakta önemli bir işlev göreceği öne çıkarılmaktadır.

Altıncı makale, Müslümanların dünyanın birçok ülkesinde hatırı sayılır bir oranda nüfusa ulaşması ve aynı zamanda doğu dinlerinin artan bir şekilde insanlığın ilgisine mazhar olması diyalogu zorunlu kıldığı fikri çerçevesinde meseleyi ele almaktadır.

Yedinci makalede, "Eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet kılardı: Ancak dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir. Yaptıklarınızdan muhakkak sorumlu tutulacaksınız" (Nahl, 16/93) ve benzeri temaya sahip (5/48, 11/118, 42/8) ayetlerini Kuran'ın dini çoğulcuğa onay verdiği şeklinde yorumlamaktadır (s.98).

Yazarın dini çoğulculuğa izin şeklinde anladığı ayetler siyak-sibak çerçevesinde ele alındığında aslında vurgulananın hidayete tabi olup olmamak, indirilen vahye uyup uymamak konusunda gösterilen kör ve inatçı tutumların yeni olmadığı, önceki peygamberlerden örnekler verilerek müfsid ve zalimlerin bağyleri öne çıkarılmakta ve eleştirilmekte bu yolla Hz. Peygamber'e ve beraberindekilere üzerinde yürüdükleri yolda kınayıcıların kınamasından korkmadan sebat etmeleri gerektiği vurgulanmaktadır. Yani bir bakıma kendi hakikatlerinden vazgeçmeme çağrısıdır asıl vurgulanmak istenen.

Yazar diyalog için 2/148 ve 5/48 ayetlerinde dile getirilen "Festebigu'l-hayrat" emrini diyalog için referans almakta ve herhangi bir dini topluluğun diğerinin önüne geçemeyeceği fikrini öne çıkarmaktadır s(95). Yazar "Festebigu'l–hayrat" ifadesine Kur'an'dan hareketle bir çerçeve çizmemekte sadece, eski ve yeni müfessirlerin bu ifadeye yükledikleri anlamlar eşliğinde yorumlar yapmakta. Dini çoğulculuğa yer veren bir anlayış içinde yapılan yorumları olumlarken aksi yönde fikir beyan edenlerin yorumlarını İslami bulmamaktadır (s.105). Fakat yazar İslamilik iddiasını kendisini destekleyen müfessirlerin yorumlarına dayandırmak yerine Bakara 177. inci ayetinde ifade edilen "Birr" (Takva, hayr, itaat, iyilik) kavramı çerçevesinde ele alsaydı "Festebigu'l-hayrat" ifadesine Kur'an'i bir çerçeve kazandırmakla kalmayacak, İslamilik iddiası anlam kazanacaktı.

Sekizinci makale, Eski ve Yeni Ahit'in dinler arası diyalog meselesine herhangi bir katkısı olabilir mi? Bir yol göstericiliği mümkün mü? sorularına cevap bulmak için kaleme alınmıştır (s.109). Buna örnek olarak Hz. İsa'nın Kenanlı bir kadınla karşılaşması hikâyesini ele almakta ve Hz. İsa'nın kendini geliştirmesi şeklinde neticelendiğini ifade etmektedir (s.117). Eski ve Yeni Ahit'ten yapmış olduğu bazı alıntılarla değişimin karşılıklı bir süreç olduğunu vurgulamakta (s.124). Böylece başta cevabını aradığı soruya da olumlu cevap vermektedir.

Dokuzuncu makalede, Hinduizmin dinler arası diyalog meselesine katkısını ele almaktadır. Hindu öğretilerinden hareketle Hinduizmin diğer dinlere bakış açısını inceler ve dini çoğulculuğa elverişli olduğu sonucuna varır (s.136). Yazara göre, Hinduizm yeni meydan okumalara ve değişen şartlara uyarlanabilen esneklikte ve doygun kaynaklara sahip kadim bir inanç sistemi olmasından dolayı diğer dinlerle beraber dünyanın daha adil ve mutlu olarak barış içinde yaşanacak bir yer olmasına katkı sağlayacak özelliklere sahiptir (s.142).

Onuncu makalede, Budizm'in dinler arası diyaloga katkısı incelenmekte Buda'nın sınıflama sisteminin temelini daima göreliliğin oluşturduğu (s.153) ve yine Budizm'in yaratılış ve eskatoloji ile ilgili inançlarının İslam, Hıristiyan ve Yahudilikle tamamen olmasa da bazı benzerlikleri dolayısıyla dinler arası diyaloga elverişli olduğu sonucuna varıyor (s.156).

On birinci makalede, evanjeliklerin dinler arası diyaloga yaklaşımı konu edinmektedir. Beş çeşit diyalog tipinden bahseden yazar evanjeliklerin diyalogdan kaçmaması gerektiğini belirterek evanjelik anlayışı ortadan kaldırmayacak, evanjelik anlayışı yorumlayacak bir diyalog çeşidinin anlamlı olacağını vurgulamaktadır (s.163).

On ikinci makalede, feminizmin inançlar ve dinler arası diyaloga yaklaşımını konu edinmektedir. Dinler arası diyalogun birçok alanda dinamizm oluşturduğunu, tarihi süreç içinde insanların birbirlerine yaptığı adaletsizlikleri ve yaralamaları görmemize yardımcı olduğunu tarih boyunca tüm dini gelenekler tarafından bu süreçte marjinalleştirilmede ve baskı altına alınmada kadınlar ilk sırayı aldığı iddia ediliyor (s.168). Doğrusu bu yargı üzerinde yeterince düşünülmemiş boyutu ve Batı'nın tarihi tecrübesini tüm insanlığa şamil kılması dolayısıyla farklı bir egosantrizm vurgusu şeklinde de okunabilir. Yazar, diyalog görüşmelerinde çoğu kere kadınlara yer vermesine tahammül gösterilmediğini, aslında bu diyalog sürecine kadınların nasıl baktığını, onların dünyasında nasıl bir karşılık oluşturduğunu gündeme gelmeyişi ve bu faaliyetleri çoğunlukta ve aktif olarak erkeklerin yürütmesi dolayısıyla kadınların, dinler arası diyalogda iki kat "öteki" konumuna düştüklerini iddia ediyor (s.173). Dinler arası diyalogun ve feminizmin karşılıklı olarak aslında bir meydan okumayı içerdiğini değinen yazar, kadınların dinler arası diyalog sürecine aktif olarak katılmaları gerektiğini aksi takdirde bunun kadını dışlayıcı ve marjinalleştirici bir unsurdan öteye geçemeyeceğini ama kadınların aktif olarak katılacağı bir diyalog sürecinin daha saygılı, adil ve kapsayıcı zengin bir dünyanın oluşmasına katkı sağlayacağını belirtiyor (s.186).

On üçüncü makale, bir öncekinde olduğu gibi feminizmin dinler arası diyaloga yaklaşımı irdelenmektedir. Feminizmin dinler arası diyalogda ihmal edilen bir boyut olduğunu öne çıkarmakta, feminizm ve dinler arası diyalogun mutlakıyetçi teolojilere meydan okudukları iddiasına yer vermektedir. Ayrıca feminist teolojinin barındırdığı görelilik, başkalık, bağlamsallık, kendini tanıma özgürlüğü gibi kaynakları dolayısıyla dinler arası diyaloga katkı sağlayacağını iddia ediyor (s.198).

Feminist teolojide yer alan bu kaynakların birçok düşünce sistemi içerisinde farklı işlevler gördüğü düşünülürse, dinler arası diyalogda da bunların öne çıkarılması, bir çeşit tarihselci ve hermenötik okumaya kapı aralamak gibi bir işlev göreceği de söylenebilir.

On dördüncü makale de, "sadece bir yol yoktur, kurtuluş ya da özgürlük için yolların çoğulluğu vardır" (s.211) düşüncesi dinler arası diyalogun temelini oluşturmaktadır. Yine yazara göre, "ilahiyat gerçekten çok dinliliği kucaklamak istiyorsa, ilahiyatçılar genellikle çok dinli, çok kültürlü, çok etnikli toplum konusuyla ilişkili olan çoğulculuk düşüncesine kendilerini alıştırmak zorundadırlar (s.213). Bu yaklaşımın önceki makalelerin birçoğunda tekrarlana gelen herkesin kendi hakikat anlayışından vazgeçmesi çağrısının farklı bir ifadesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

On beşinci makale, dini çoğulculuğun Hıristiyan misyonerlere büyük bir meydan okuma olduğu vurgusunu öne çıkarmakta, "misyonun yerini diyalog ve inançlar arası iş birliği mi almalıdır?" sorusuna cevap aramaya çalışmaktadır. Diğer din mensuplarına karşı geliştirilen tutumların (dışlayıcı, kapsayıcı, çoğulcu) misyonla ilişkisi irdelenmekte, bu tutumların her birinin çeşitli handikaplarına değinilmekte, çözümün, aşırı dışlayıcılık ile çoğulculuk arasında bir yerde bulunduğu fikri öne çıkarılmaktadır (s.229)

On altıncı makale, diyalog ile misyon arasındaki ilişkiyi ele almaktadır. Yazar, diyalogun "yeni bir misyon yöntemi" olduğunu öne çıkarmakta ve diyalogun gerekli olduğunu ama bu temel hedefin gözden kaçırılmaması gerektiğini belirtiyor (s.239). Çünkü Dünya Kiliseler Birliği yetkilerine göre, dinler arası diyalog misyonerliğin bir parçasıdır ve tüm Hıristiyanlar tarafından Tanrı'nın misyonu olarak görülerek ifa edilmeye çalışılmalıdır (s.241). "Dinler arası diyalog kilisenin Evanjelik misyonunun bir parçasıdır. Mesih'i ilan etmekle dinler arası diyalogla meşgul olmakla arasında herhangi bir tezat ve çatışma yoktur" (s.249).

Katolik kilisesi yetkileri diyalog ve misyon ilişkisine ait şu noktaları öne çıkarmaktadırlar:

< >Diyalogda tıpkı Hıristiyan mesajının Hıristiyan olmayanlara sunulması gibi, kilisenin Evanjelik misyonunu ifa etmesinin bir yoludur.Diyalog vasıtasıyla kilisenin misyonunun yerine getirilebilmesi için bazı hazırlıkların yapılması gerekir.Diyalog hiçbir şekilde Hıristiyan mesajını diğerlerine sunmanın yerini alamaz. Diyalog, Hıristiyan mesajının Hıristiyan olmayanlara daha etkili ve verimli bir şekilde sunma aracı olarak görülmektedir (s.253)

Diyalog, misyon için gereklidir ve bu misyon Tanrı'nın krallığının ikamesidir. Ve bu Tanrı krallığı, "yeni bir dünya düzeni" olarak adlandırılabilecek insanların birlikte yaşayabileceği yeni bir yoldur.(s.264)

On sekizinci makale, 11 Eylül sonrası dinler arası diyalogu incelemektedir. Şiddet eylemlerinden dolayı Müslümanların seslerini yeterince duyuramadığını ve bu yüzden seslerini duyurmak için Amerikan toplumuna entegre olma ihtiyacı hissetmelerine yol açtığını vurgulamaktadır ve bunun sessiz bir devrim olduğunu ifade etmektedir. Diyalog sürecinin "Öteki" algısının değiştirilmesinde ve bir kalp yakınlaşması neticesince daha insancıl ve adil bir dünya kurmak için birbirlerine olan ihtiyacın anlaşılmasına katkı sağladığını iddia etmektedir (s.291). Müslümanların öncelikle 2001 Eylül olayları sonrasında, kendilerini özeleştiriye tabi tutmaları ve dinleri ile ilgili bazı görüş ve düşüncelerini yeniden gözden geçirmeleri gerektiği teklifini öncelemektedir (s.300).

11 Eylül 2001 olaylarının doğrudan Müslümanların ve onların İslam'ı yorumlama biçimlerinin bir ürünü olduğu peşin fikri, klasik oryantalist yaklaşımın hala canlılığını koruduğunu gösteriyor. Elbette bu Müslümanların değişim ve öz eleştiriden uzak durmalarını gerektirmiyor ancak değişimin niteliği ve ona yön veren temel faktörleri de devre dışı bırakarak sadece kendi değerlerini sorgulamayı da gerektirmez. Bununla birlikte, Müslümanların herhangi bir eylemi ortaya koyarken düşünmeleri gereken birçok boyut mevcuttur. Öncelikle İslam'ın gerçekleştirecek eyleme cevaz verip vermediği kati nasslar eşliğinde irdelenmesi ve din, can, mal, akıl ve nesil emniyeti gibi teminat altına alınmış değerler açısından meşruluğu olmak zorundadır. Aynı zamanda gerçekleştirilecek bir eylemin Müslümanların ve İslam'ın imajına ve hareket alanlarına bugünkü ve gelecek nesiller açısından ne tür bir katkı sağlayacağının da göz önünde bulundurulması zarureti vardır.

Kitabın son makalesi, Diyalog'tan sonraki adımları konu edinmektedir. Dinlerin insanlık tarihi boyunca iyi ve güzel işlerinin olduğunu, birçok medeniyetin oluşmasına katkı sağladıkları kadar, tek düze bir yorumlamanın dinin aynı zamanda insanlığı bölücü, adaletsizlikleri meşrulaştırıcı, savaşları tetikleyici gibi rolleri de göz önünde bulundurularak dinlerin yarardan çok, zararı olduğu fikri daha çok öne çıkarılmaktadır (s.306).

Yazar, herkesi kendi dininde kalmaya davet eder; çünkü herkesin dininin kurtarıcı olduğunu peşinen kabul eder. Aslında söylemek istediği "Her bir dini gelenek kendini diğerlerinden eşsiz derecede üstün görmeye devam ettiği sürece dünya dinleri arasında gerçek bir barış ortamı tesis etmenin mümkün olamayacağıdır" (s.320). Bir bakıma dinlerin dünyadaki huzursuzluk ve adaletsizliklerin kaynağı olduğu inancı gizlidir.

Yazar, kitaba girişte değişik inanç, ideoloji ve din farklılıklarına sahip yazarlar tarafından ele alınan diyalog meselesinin bir bütünlük içerisinde değerlendirilmesinin zorluğuna değinmiş; ancak dile getirilen görüşler arasında ortak paydaların da olduğunu ifade etmiş. Bu ortak paydaları şu şekilde sıralamak mümkündür:

< >Dinler arasında bir senkretizm olamayacağı ve bu tür eğilimlerin reddiVerili bir hakikatin olamayacağı Daha iyi ve adil bir dünya ve toplum için her dinde ortak paydaların mevcut olduğu inancıSosyal adalet, özgürlük ve barış için ortak mücadele diyalogun mahiyeti olmalıdırDeğişik inanç, ideoloji ve dinlerin referans metinlerinin diyalog meselesine ilişkin yaklaşımı; buna izin verip vermediği ve nasıl yaklaştığı önemli bir husustur. (Bkz: "Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever" 60/8 )Diyalogun mahiyetinin ne olacağı; diyalogun çerçevesi, ilkeleri ve nasıllığı sorularının cevabıdır. ("De ki: Ey kitap ehli, bizimle sizin aranızda müşterek bir kelimeye gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah' bırakıp bir kısmımız bir kısmımızı Rabler edinmeyelim. Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: Şahit olun, biz gerçekten Müslümanlarız." 3/64 ve Bkz,3 /19, 85, 100)Diyalogun hedefinin ne olduğu hususu; karşılıklı ön yargıların ortadan kaldırılması, olumsuz imajların düzeltilmesi, adaletin tesisi, iyiliğin emri ve kötülüğün men edilmesi vb. ("Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler. İşte bunlar, doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır." 2 /177 ve Bkz, 2 /143, 3 /104, 110, 22/72)

 

HABERE YORUM KAT