1. YAZARLAR

  2. Merve Şebnem Oruç

  3. Suudi Arabistan Nereye Kayboldu?
Merve Şebnem Oruç

Merve Şebnem Oruç

Yazarın Tüm Yazıları >

Suudi Arabistan Nereye Kayboldu?

25 Şubat 2016 Perşembe 10:58A+A-

Tarihin her döneminde savaşların seyrinin değiştiği, tarafların zaman içerisinde politika değiştirdiği olmuştur. Ancak hiçbirinde, yaşadığımız bölgesel kaosta olduğu gibi, günler, hatta saatler içinde yeni bir gelişmenin yaşandığı ve anlık değişimlerin tarafların politikalarını etkilediğine rastlanmamıştır.

Örneğin on gün öncesine kadar, İncirlik'e savaş uçaklarını ha gönderdi ha gönderiyor olduğunu söyleyen, 150 bin askerle kara operasyonu başlatabileceğini deklare eden, bölge tarihinin en büyük ortak askeri tatbikatına hazırlandığını duyuran Suudi Arabistan'ın sesini şu sıralar duyan yok. Zira, Suudi Arabistan bir yandan Suriye konusunda neredeyse Türkiye'nin sesini bastıracak kadar çok bağırırken, öte yandan sessiz sedasız Rusya ile masaya oturup o masada kritik bazı kararlara varınca iş değişti.

Bölgesel gerilimin paralelinde devam etmekte olan petrol piyasasındaki savaş üzerine, iki ülkenin petrol bakanlarının Katar'da bir araya gelmesi bu masanın en önemli ayaklarından biriydi. Suudi Arabistan, bir süredir sürdürdüğü, Rusya'ya mali anlamda büyük zarar veren, fakat kendisini de olumsuz yönde etkileyen yüksek petrol arzı politikasıyla, Suriye'de ve bölgenin kalanında karşı karşıya olduğu tarafları baskı altında tutmaktaydı. Ancak İran'ın, nükleer anlaşması sonrası pazara girmesiyle, kartlar yeniden dağıtıldı. Her ne kadar son yıllardaki sık pozisyon değiştirmelerine baktığınızda güven vermiyor olsa da, yeni Kral Salman liderliğinde bir süredir izlediği tutarlı çizgi, bir süre daha açtığı ekonomik savaşta direteceğini düşündürüyordu. Bütçe kısıtlamalarından dolayı bazen panikliyor olsa da.. Öyle olmadı. İran'a yaptırımların ardından yoğunlaşan Körfez-Rusya trafiğiyle beraber, yakında bölgedeki ittifaklar ve husumetler arasında gözle görülür dönüşümler olabileceğini söylüyorduk ama, iki sıkı müttefik olan İran ve Rusya arasında çıkar çatışmalarının başlayacağını söyleyen biri olarak şahsen ben bile bu kadar hızlısını beklemiyordum diyebilirim.

Petrol üretimini Ocak seviyelerinde sabitleme kararı, oluşan ekonomik zararı tamir edebilecek düzeyde değilse de, İran'ın oyuna dahliyle üretim kısılsa da fiyatların eski seviyelerine gelmeyeceği gerçeğiyle beraber, iki taraf açısından kötünün iyisi bir anlaşma gibi görünüyor. Ama İran bu karara, “Tebrik ediyoruz ama biz almayalım” diyerek burun kıvırdı bile. Hatta İran Petrol Bakanı, bu kararı 'gülünç' bulduğunu söyledi. Rüzgarı arkasına alan İran'ın, en büyük destekçisi Rusya'nın dahil olduğu bir anlaşmaya, uluslararası platformda böyle bir tavırla yaklaşması hafife alınabilecek bir durum değil.

Öte yandan, Rusya ve ABD Dışişleri Bakanlarının, sanki bir ilkmiş gibi üç gün önce heyecanla duyurduğu ateşkes kararına Suudi Arabistan Kralı Salman'ın destek verdiği, dün bizzat Kremlin tarafından duyuruldu. Rusya, “Ülkenin tamamını geri alana kadar savaşacağım” diyen Esad'ın kulağını çekip “Ateşkese hazırım” dedirtirken, Suudi Arabistan da, Dışişleri Bakanı Adil el Cubeyr'in Der Spiegel'e geçen hafta verdiği röportajda son dönemde alıştığımız gür sesine aykırı biçimde tiz bir tonda söylediği “Esad'ın uzun vadede Suriye'de bir geleceği yok” ifadelerine yenisini eklemedi.

Suudi Arabistan'ın dünden bugüne bir kez daha değişen politikası, “İslam Ordusu kuruluyor” diye heyecana kapılanları hayal kırıklığına uğratabilir ancak o heyecan kadar bu hayal kırıklığı da romantik bir tavır. Kral Abdullah'ın Suudi Arabistan'ın varlığına karşı gördüğü en büyük tehdit Müslüman Kardeşler iken, yeni Kral için en büyük tehdit İran; dolayısıyla Körfez'de realite Kral kimse onun bakışına göre şekil alıyor. Özetle Kral öldü, yaşasın yeni Kral. Suriye'de Esad'ın gidişini garanti görüp, 2013'te bölgede Müslüman Kardeşler'e karşı finanse ettiği darbelerin bir benzerini Suriye'nin geleceğinde yer almasınlar diye Suriye İhvanına da uygulayan, hatta sonrasında İhvan'ın ilham kaynağı olarak gördüğü Ak Parti yönetimindeki Türkiye'nin, kendisinden daha avantajlı çıkabileceğini düşünerek sahadaki muharebenin bazı kritik safhalarını muhalifleri para ve silah yardımını kesmekle tehdit edip baltalayan Kral Abdullah gibi, Kral Salman da hızla değişen konjonktürün içinde kendi yegane tehdidine karşı gerekli gördüğü politika değişimlerine gitmekte sorun görmüyor. Nitekim, Suudi Arabistan için mesele hiçbir zaman Arap Baharı, Suriye, Yemen ya da Mısır olmadığı gibi, Yeni Kral için en büyük mesele tüm bunların içindeki rolüyle İran. Dolayısıyla Rusya'yla petrol fiyatları, Suriye'de ateşkes vb konularda ortak bir nokta bulup anlaşmak ve Batı'yla safları sıklaştıran İran'ı nereden olursa oradan zayıflatmaya çalışmak, Körfez ajandasının birinci maddesi.

Konjonktürel müttefiki Türkiye'nin başında bir PKK-PYD problemi varmış, bu konular Suriye'yle bağlantılıymış, Rusya ve Türkiye arasında gerilim varmış, İran'dan Mısır'a, Suudi Arabistan'dan Libya'ya bugüne kadar mezhepçilik yapmamış Türkiye yürüttüğü Suriye politikasında başından beri doğrunun yanında yer almaya çalışırken günah keçisi olmuş, bunların pek umurunda olmaması normal. Tek taraflı bakmamak adına belirtmek gerekir, siyasal iktidarın tavrının ve hatta Genelkurmay Başkanı nezdinde katılım gösterilen toplantıların ortaya koyduğu resme rağmen, uluslararası medyaya yansıyan ve ordu kaynaklı olarak aktarılan, “Suriye'ye müdahaleyi asker istemiyor”, “İslam Ordusu'nun bir parçası olmayız” türü haberlerin de o tarafta “Türklerin ipiyle kuyuya inilmez” türü bir reaksiyon oluşturduğu düşünülebilir. Tıpkı bizde Araplara karşı benzerlerinin sıkça oluştuğu gibi. Zira herkes için bir var oluş meselesine dönüşen çatışma ortamı, geçin İslam Birliği'ni, bir Arap Birliği'nin dahi kurulamadığı ve konjonktürel olarak oluşan ittifaklarla aksiyon yerine reaksiyona dayalı politikalarla oyunun sürdüğü coğrafyada “her koyun kendi bacağından asılır” anlayışını da beraberinde getiriyor.

Bugün durum bu, bakalım yarın ne konuşuyor olacağız?

Yeni Şafak

YAZIYA YORUM KAT