1. YAZARLAR

  2. Ekrem Dumanlı

  3. Suskun Türkiye - 2: Kürtler
Ekrem Dumanlı

Ekrem Dumanlı

Yazarın Tüm Yazıları >

Suskun Türkiye - 2: Kürtler

18 Kasım 2009 Çarşamba 02:25A+A-

Yakın zamanda meydana gelen ve basına yansımayan bir hadiseyi naklederek önce bir durum tespiti yapmakta fayda var.

Güneydoğu'daki kentlerimizden birinde bir toplantıda Kürt sorunu enine boyuna tartışıldı. İki gün süren toplantıların birinci gününde katılımcılar düşüncelerini, olabildiğince, açıkladı; çözüm önerilerini sıraladı. Tabii bu arada konuşmacılardan bir kısmı, toplantıya ev sahipliği yapan belediye başkanına teşekkür etmeyi de ihmal etmedi. Her şey yolunda devam ederken ikinci günün sabahında salona KCK üyesi olduğu bilinen biri girdi ve herkesin kanını donduracak laflar söyledi. "Siz kimsiniz ki!" diye başlayan ve Kürt aydınlarını bir hayli hırpalayan sözlerin ardından KCK üyesi son noktayı koydu: "Aldığınız her nefesi İmralı'ya borçlusunuz!" Herkes şoke olmuştu. Cüretkâr adamın öfkesini çeken bir başka olay daha ortaya çıktı. Meğer konuşmacıların belediye başkanına teşekkür etmesine bozulmuşlardı. Bunun bir daha yapılmamasını emrettiler. Derin bir sessizlik! İlk günkü çoğulculuk, katılımcılık, çok seslilik; hepsi tuzla buz oluverdi birden. Bu haşin konuşma yapılırken belediye başkanı da aydınlar da oradaydı ve maalesef yapacakları bir şey bulunmuyordu. Sadece yutkunup susmak zorunda kalmışlardı...

Genel manzara bundan farklı değil. Kürtlerin önemli bir bölümünde örgüt korkusu var. Bu korkunun arkasında PKK liderine biçilen "tartışmasız" rol de var. Bugüne kadar örgüt ya da örgüt lideri aleyhinde kem küm eden herkesin yüz yüze kaldığı hazin akıbet biliniyor. Dolayısıyla örgütten gelen küçük bir ima ya da minik bir ikaz bile ürkütücü bulunuyor. Bu şartlarda Kürt aydınının meselenin tamamına kafa yorması; hatta kıyısından köşesinden de olsa özeleştiri yapması mümkün değil. Örgüt ile arasına mesafe koyarak; hatta terör metoduna doğrudan karşı çıkarak çözüm önerisinde bulunmak, Kürt aydını için sanıldığı kadar kolay değil. DTP'nin içine düştüğü çaresizliğin özünde de bu var. Apo, örgütünü Stalin gibi yönetiyor ve bu haliyle artık nesli tükenen bir örgüt reisi görüntüsü veriyor. Hiçbir sözüne itiraz edilemeyen, her cümlesi emir telakki edilen bir lidere muhalefet etmenin bedeli çok ağır. Şartlar böyle olunca çözüm hep kapalı kalır.

Bir zamanlar Kürt aydınının (hatta genç kitlelerin) şuuraltında devlet korkusu da böyle keskin ve ürkütücüydü. Maalesef yanlış ve haksız uygulamalar ve hukuk dışı faaliyetler de bu korkuyu besliyordu. Şimdi hükümet demokrasi yolunda önemli adımlar attı. Beş-on sene öncesinde hayal bile edilemeyen reformlar hayata geçirildi. Kürtçe üzerindeki yasaklar birer birer kaldırıldı. Kürtçe dil kursları açıldı, Kürtçe televizyon(lar) yayına başladı, Kürtçe şarkılar serbest bırakıldı. Vaktiyle bu konuları "Kürtlerin mağduriyeti" olarak anlatanların büyük bir yekûnu şimdi susmayı tercih ediyor. Bir tür geçiştirme, savuşturma mekanizması işletiliyor adeta. Atılan adımların AK Parti'ye yarayacağını düşünen ve Kürtler üzerine siyaset yapanlar, son yıllardaki olumlu gelişmeleri ısrarla görmezden gelerek ağıt yakmaya devam ediyor. Pozitif gelişmelerin hiç takdir edilmemesi ve ağıtın devam etmesi geniş kitlelerde 'Daha başka bir planları mı var?' şüphesine de sebep oluyor. Tabii ki demokratikleşme konusunda atılacak daha çok adım var; ancak alınan mesafenin yok sayılması karşısında iletişim kazalarının yaşandığını da görmek gerekiyor. Mesela bir zamanlar Kürt sorunu her tartışıldığında 12 Eylül sonrası Diyarbakır Cezaevi'nde yapılan işkenceler dile getirilirdi. Bu konuyu gündeme getirenler haklıydı. Hiçbir sebep, devlet görevlisinin halka işkence yapmasını meşru kılamazdı. Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananlar, faili meçhuller, işkenceler vs. kabul edilemez hatalardı.

Şimdi devlet bazı hatalarını telafi yolunda önemli adımlar attı. Yargı faili meçhul cinayetlerin peşine düştü. Asit kuyuları açıldı, görgü şahitleri mahkemeye çağrıldı, dosyalar tutuldu, davalar açıldı. Olaylarda ismi sıkça geçen kişiler adaletin karşısına çıkarıldı. Mesela Albay Cemal Temizöz, Kayseri'de jandarma alay komutanı iken gözaltına alınıp Diyarbakır'da hâkim karşısına çıkarıldı ve tutuklandı. Halen Diyarbakır Cezaevi'nde yatıyor ve mahkeme heyetine (tıpkı diğer sanıklar gibi) hesap veriyor.

Daha dün denecek kadar kısa bir süre önce Diyarbakır'ı "derin devlet"e karşı ağlama duvarına çeviren Kürt aydınından bu davaya yeterli bir demokratik destek vermediği ortada. Davanın örtbas edilmesi için çırpınıp duranlar var. Olaya ilgi her geçen gün azalıyor. Yargıdaki hesap sorma DTP'nin de KCK'nın ilgisini yeterince çekebildi mi? Hayır. Hal böyle olunca Kürt sorununa kafa yoranlardan ve bu konuda her platformda konuşanlardan (hiç olmazsa devlete karşı takınılan cesur tavır kadar) örgüte karşı da bir tavır takınılması bekleniyor. Bu yapılabilir mi? Çok zor.

ŞİMDİ DEĞİLSE NE ZAMAN?

"Kürt sorunu"nu herkes konuşuyor. Siyasetçiler, gazeteciler, sosyal bilimciler... Kürt kimliğine sahip en geniş daire, hadiseye en sessiz yaklaşan kitleyi oluşturuyor. O kitle olayları uzaktan seyretmeyi, küçük jestler yapmayı; sonunun ne olacağını kesinkes görmeden konuşmamayı tercih ediyor. Bu suskunluğun sebepleri var. Şu ana kadar yaşanan birtakım acı olaylardan tutun, sürecin nereye gidip dayanacağına dair duyulan endişeye kadar pek çok sebep susmayı anlamlı bir tercih haline getiriyor. Ancak bu tutum nereye kadar sürmeli, "şimdi değilse ne zaman?" sorusu daha ne kadar geciktirilebilir?..

Aslında Kürt sorununun göbeğinde asıl karar verici olan, sade Kürtler olacaktır; yani vicdanıyla yaşayan, örgüt korkusunu da devlet kâbusunu da vicdani kanaatiyle yenmiş, barışa ve kardeşliğe yürekten inanan insanlar. Böyle büyük bir kitle var Kürtler arasında. Aklıselimle hareket etmeyi biliyor bu insanlar. Kardeş kavgasının kimin ekmeğine yağ sürdüğünün de farkındalar. Sorun devam ettikçe insanları korkutarak hükümranlığını sürdürenlerin sosyal barış ve kaynaşma sağlandıkça nasıl eriyip gideceğini aslında herkes biliyor. Bazı çevreler sorunlar çözülsün istemiyor. Ancak ne yapsalar nafile! Çünkü sessiz çoğunluk yaşanan sürecin tam bir samimiyet sınavı olduğunu görüyor. Bu süreç, o çoğunluğun demokrat sesinin yankılanacağı bir zaman dilimini işaretliyor. O ses vicdanlardan yükselmeye başladığında şimdi meydanları dolduran cazgırların sesini duyamayacaksınız...

ZAMAN

YAZIYA YORUM KAT