1. YAZARLAR

  2. M. HASİP YOKUŞ

  3. Suriye’ye olası kara harekâtı
M. HASİP YOKUŞ

M. HASİP YOKUŞ

Yazarın Tüm Yazıları >

Suriye’ye olası kara harekâtı

09 Aralık 2022 Cuma 01:04A+A-

Cumhurbaşkanı Erdoğan 2 gün önce katıldığı TİSK Genel Kurulu toplantısında: Çıkmış birileri diyor ki ‘Kobani’yi şöyle yapamazsınız, böyle yapamazsınız.’ Kobani bitti, neyi yapamazsınız? İdlib'de, Kobani'de bütün buralarda gereken tedbirlerimiz neyse alıyoruz, aldık ve bundan sonra da alacağız” şeklindeki açıklamaları Suriye’ye olası kara harekâtını yeniden gündeme getirdi.

Suriye’ye kara harekâtı yeni bir gündem olmadığı gibi ilk kez düzenlenecek bir harekât da değil. Hatırlayınız, Ağustos 2016 yılında Fırat Kalkanı Harekâtıyla başlayan kara operasyonları; 2018 yılında Zeytin Dalı Harekâtı ve 2019 tarihinde Barış Pınarı Harekâtıyla devam etti. Bu süreç boyunca mütemadiyen hem Fırat’ın doğusundaki hem de batısındaki PYD hedeflerine yönelik yıpratma saldırıları devam etmektedir. 2016 yılından beri düzenlenmiş ve bundan sonra da Tel Rıfat, Münbiç ve Kobani’ye düzenlenmesi muhtemel kara harekâtlarının da esas hedefi PYD’yi Fırat’ın doğusunda Haseke ve Kamışlı’ya sıkıştırarak güç ve etkinliğini sınırlamaktır.

Aslında, Türkiye’nin PYD öncülüğünde şekillenecek bir teritoryal bölgeye rıza göstermeyeceği yönündeki politikası sır değil. Bu politikasını zamana yayarak uygulaması bölgede oluşan yeni güç dengeleri ile ilgilidir. Güç dengeleri dendiğinde de IŞİD’le mücadele gerekçesiyle PYD ile ortaklık geliştiren ABD’yi listenin birinci sırasına yerleştirmek gerekiyor. İkinci sırada da Rusya, İran ve Suriye rejimi var.

Sondan başlayacak olursak, Suriye rejiminin hâlihazırda oyun kurucu bir aktör olarak herhangi bir gücü, iradesi ve yetkinliği kalmamış. İran ve Rusya’nın gölgesine sığınarak ayakta kalmanın hal çarelerini arıyor. İran ise, bir yandan kendi iç sorunlarıyla cebelleşirken diğer taraftan kendi elleriyle besleyip büyüttüğü PYD’nin, ilk fırsatta kendisini terk ederek en büyük hasmı konumundaki ABD ile iş tutmasının yarattığı hayal kırıklığı ve öfkeyi şimdilik ajandasının bir köşesinde saklı tutuyor. Son tahlilde İran ve Suriye rejiminin komşu olarak daha zayıf bir PYD’yi Türkiye etkisindeki bir muhalif oluşuma tercih edeceğini tahmin ediyorum. Rusya benzer şekilde Ukrayna savaşının beraberinde getirdiği yıpranmışlık ve yüklediği maliyet sebebiyle Suriye’yi ikinci plana atmak zorunda kaldı. Bir yandan Suriye’deki çıkarlarını muhafaza etmek isterken diğer taraftan kendisiyle diplomasi kanallarını açık tutan ve bölgede dengeli bir politika sürdürmeye gayret eden Türkiye ile bu sıkıntılı dönemde ters düşmek istemiyor.

Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov bu hafta başında yaptığı bir açıklamada: “Amerikalılar, Rusya’nın bölünmesinden yana oldukları gibi, Kürtlerin bağımsız bir devlet kurmaları için Suriye’den koparılmasından da yana. Bu, Amerikalıların uzun zamandır benimsediği ‘böl ve yönet’ çizgisidir.” Dedi. 

Lavrov’un bu açıklamaları ‘kara operasyonu için Türkiye’ye yeşil ışık’ şeklinde algılandı. Ancak, Rusya’nın Türkiye ve PYD dâhil diğer tüm muhalif unsurların Suriye rejimiyle işbirliği içerisinde hareket etme dışındaki seçeneklere mesafeli olduğunu belirtmek gerekiyor. Yüz binlerce insanın hayatını yitirmesi, milyonlarca insanın yerini yurdunu terk etmek zorunda kalması ve Suriye’nin bir enkaza dönüşmesi Rusya ve İran’ın Baas rejimini ayakta tutma gayretinin bir sonucudur. Bu gayretin Suriye’deki kaosu daha da derinleştirmekten başka bir işe yaramadığı açıktır.

ABD’ye gelince; IŞİD’le mücadele gerekçesiyle Suriye’ye yerleşen ABD, partner olarak PYD’yi seçti. Türkiye’nin tüm tepki ve itirazlarına aldırış etmeden eğit-donat programı çerçevesinde PYD’ye silah ve lojistik destek sağlayan ABD’nin kurduğu bu partnerlik ilişkisinin gerçek niyet ve amacını öngörmek, bırakın dışarıdan gözlem yapanları, bizzat bu ilişkinin tarafı olan PYD yetkililerince bile öngörülmüyor. Nitekim, Zeytin Dalı (Afrin) başta olmak üzere Türkiye’nin bölgede düzenlediği operasyonların ABD tarafından sessizlikle veya bazı muğlak ifadelerle geçiştirilmesi, PYD cenahında derin bir şaşkınlık ve hayal kırıklığı yaratıyor.

‘IŞİD’e karşı mücadele eden doğu’nun seküler çocukları’ imajıyla Batı’da sempati toplayan PYD, yakın zamanda yaşanmış bir örnek olarak Afganistan’da ABD’nin kendisine bel bağlayanları nasıl yarı yolda bıraktığının farkında. Mazlum Abdi’nin bu belirsizliği ve zihinlerdeki bu kuşkuyu gidermek adına yaptığı “samimiyet” çağrıları çoğunlukla ya karşılık bulmuyor ya da alt düzeydeki bir temsilci tarafından muğlak ifadelerle geçiştiriliyor.

Türkiye’nin olası kara operasyonuna ilişkin ABD’nin çekinceleri iki noktada toplanıyor: Birincisi, IŞİD’le mücadelenin zaafa uğratılmaması, İkincisi, ABD askerlerinin can güvenliği. ABD, bu iki çekince dışında ne bölge halkını ne de PYD’yi  umursamamaktadır.

Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna operasyon düzenleyip düzenlemeyeceği mevzusu niyet olarak kesin ama tarih olarak belirsizliğini koruyor. Erdoğan’ın belli periyotlarla gündeme getirdiği operasyon niyetini zemin yoklama kabilinden ön hazırlıklar şeklinde değerlendirmek gerekiyor.

Hâlihazırda ne rejimin, ne muhaliflerin ne de PYD’nin tek başına Suriye’yi yönetme ihtimali yoktur. Rusya ve İran’ın rejimi tahkim etme çabaları havanda su dövmek kabilinden nafile çabalardır. Üniter bir Suriye devleti zaten zor bir ihtimaldi, farklı aktörlerin sürece dâhil olmasıyla bu ihtimal çok daha azaldı.

Türkiye; ABD, Rusya ve İran’a kıyasla bazı sebeplerden dolayı hassasiyetle hareket etmek zorunda.

Birincisi, Türkiye’ye sığınmış veya sınır ötesinde kalan muhaliflerin hak ve taleplerini güvence altına almak şeklinde ahlaki bir duruş sergilemesi gerekiyor.

İkincisi, herhangi bir olumsuzluk durumunda başta İdlib olmak üzere sayısı milyonları bulacak yeni bir göç dalgasıyla karşı karşıya kalır. Türkiye artık böyle bir duruma sosyal, siyasi ve ekonomik olarak katlanabilecek imkâna sahip değil.

Üçüncüsü, Suriye sahasında karşı karşıya geldiği kesimin Kürt unsurlardan oluşması Türkiye’nin yumuşak karnını teşkil ediyor. Operasyon dönemlerinde yükselen milliyetçi dalga beri tarafta Kürt ulusalcılığı için de büyük bir motivasyona dönüşüyor.

Son olarak, Zeytin dalı ve Fırat Kalkanı harekât bölgelerinde muhalifler kontrol altında tuttukları bölgelerde maalesef iyi bir sınav veremiyor. Kamu düzenini sağlamada sergilenen zaafların sürgit devam etmesi haklı olarak bundan sonrası için de ciddi kuşku ve endişeleri beraberinde getiriyor.

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum