1. YAZARLAR

  2. Yasin Aktay

  3. Suriye bağlamında tuhaf yakınlıklar
Yasin Aktay

Yasin Aktay

Yazarın Tüm Yazıları >

Suriye bağlamında tuhaf yakınlıklar

03 Eylül 2012 Pazartesi 06:52A+A-

Suriye'de yaşanmakta olan kriz uzadıkça enteresan ilişkiler, ittifaklar ve tutumları açığa çıkmaya başlıyor. Hiç ummadığınız şahsiyetler veya örgütler Suriye dolayısıyla ilginç buluşmalar yaşıyor. Sol veya sağ örgütlerden Baas rejiminin ilginç destekçilerinin şimdiye kadar nedense hiç fark etmemiş olduğumuz akrabalıklarını öğreniyoruz. "Daha neler göreceğiz şu üç günlük dünyada" dedirtecek cinsten enteresan akrabalıklar bunlar.

Daha önceleri hiçbir şekilde üstlenilmeyen, fersah fersah uzak durulan Baasçılık eleştirisinin veya suçlamasının bugün artık bu suçlamaya maruz kalan birçok kesimi rahatsız bile etmiyor olması aslında enteresan olmaktan öte, ibretlik bir durum. İbretlik durumlardan biri Türk solunun Baas rejimine olan duygusal veya ideolojik yakınlığı. Bu yakınlık başta Amerika'nın veya NATO'nun Suriye üzerindeki hesaplarına muhalefet üzerinden anlaşılabilirdi ama bu aşamada bile bunun eli kanlı bir diktatörlüğün ne yaparsa yapsın, halkını katletse bile, savunusuna dönüşmesi beklenemezdi.

Zaman ilerledikçe Türk solcularının Esad rejimini bütün hatalarıyla sevaplarıyla sahipleniyor olduklarına tanık oluyoruz. Daha önce de söylediğimiz gibi ilginç ve vahim olan şu ki, bunlar Esad'ın yaptığı söylenen katliam haberlerine inanmıyor değiller, aksine bu katliamları normal bir hak gibi görüyor, bu katliama maruz kalan Suriye halkının buna müstahak olduğuna inanıyorlar. Ne yazık ki, başta çekingen bir dille ifade edilen bu tutum giderek Suriye'de Baas rejimi ile muhalefet arasındaki kavganın Esad tarafına bütün fanatikliğiyle yazılmaya doğru gelişiyor.

Öne çıkan bu yakınlık giderek Amerikan karşıtlığı argümanını da gereksiz, tali ve aslında gülünç bir retoriğe dönüştürüyor. Zaten zaman geçtikçe net bir biçimde anlaşılıyor ki, Amerika ve İsrail'in Suriye'de Esad rejimiyle pek bir sorunları yokmuş.

Aslında bu haliyle diktatörlüğüne devam etmesi mümkün olabilirse, katliamlarını dünyanın duymayacağı şekilde sessiz sedasız yapmaya devam ederse Esad ailesi yüzyıl bile iktidarda kalsa ne ABD'nin ne de AB'nin hiçbirinin umurunda olmayacak.

BM Güvenlik Konseyi'nde Ahmet Davutoğlu'nun Suriye'de bir tampon bölge oluşturma talebi bu aşamada olabilecek en haklı ve en gerçekçi tedbir. ABD adına Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey'in kendi başkanı Obama'nın dış politikasını da eleştirerek bu önerinin hayal olduğunu söylemesi, bir yandan ABD'nin Suriye konusunda hiç de acelesi olmadığını ve aslında Esad hakkındaki görüşlerinin zannettiğimiz gibi olmadığını gösteriyor. (Hani Türkiye Suriye politikasında Amerika'nın, dolayısıyla İsrail'in taşeronluğunu yapıyordu?)

Türkiye'nin Suriye konusunda tamamen kendi siyasetini izliyor olduğu çok şükür artık izaha gerek duymayacak kadar açık. Bunun daha açık bir işareti de bu siyasetin bu sefer hayalcilik olarak nitelenmesi. Taraf Gazetesi'nin "Suriye'de Tek Başına" manşetiyle hedefe konulan Türkiye'nin Suriye politikasını Ahmet Altan güçlü ama tuhaf bir edebiyatla eleştirmiş.

Gerçeklerle idealler arasındaki açıklık konusunda sınırsız retorik yapılabilir. Hayalleri, idealleri, ilkeleri ve iddiaları olan bir siyasetçiyi kurguladığı bir hikâyeyle harcamaya çalışması hiç ama hiç yakışmıyor Altan'a. Şu kadarını söyleyelim, alabildiğine güçlü retoriği sayesinden dünyayla hiçbir alakası olmayan hikâyelere ikna konusunda kendisiyle yarışılamayacak biri olarak Altan'ın en büyük zararı kendisine. Çünkü o retorikle herkes kadar, hatta herkesten daha fazla kendisini de ikna edebilir, kendi etrafında sarsılmaz bir dünya kurar da farkına bile varmaz. Retorik ile ideoloji iç içedir, birbirini besler birbirini destekler.

Peki, edebiyat ideolojiye, ideolojinin gerçeklerden uçuran aldanışlarına karşı insana bir güvence verir mi? Ya, insanın kendi nefsinin zararlarına karşı herhangi bir melce sağlar mı o güçlü edebiyat? Kuşkusuz bu ayrı ve başka bir vesileyle üzerinde durulması gereken önemli bir mevzu ama son zamanlarda Altan'ın edebiyat kalitesinin giderek sığ propagandadan başka bir şey üretmeyen bir hamasetin cenderesinde işlediğini üzüntüyle izliyoruz. Yazdıkları iktidar eleştirisi falan değil, öyle olsa her çeşit saygıyı hak etmeye devam eder, aksine her hâlükarda muhalefet. Muhalefet ettiği her şeye de o sözüm ona güçlü edebiyatını alet ediyor.

Bu aşamada ABD'nin Türkiye'yi yalnız bırakması üzerine bir coşkuyla kaleme sarılan Altan'ın dikkatinden kaçan bir noktayı kendisine hatırlatalım. Hani eski Altan böyle bir şeyi asla ıskalamazdı. Suriye'de Türkiye'nin önerisini gerçekçi bulmadığı söylenen Martin Dempsey denen şahıs ABD'nin Genelkurmay Başkanı, bir general. Üstelik Dempsey bu açıklamasında sadece Türkiye'nin önerisini gerçekçi bulmadığını söylememiş, kendi başkanına yani Obama'ya da verip veriştirmiş. Bildiğimiz Ahmet Altan'ın "Suriye'de tek başına" bir Türkiye'den önce bunu görmesini beklerdik. ABD siyasetine hiç yakışmayan bu manzara hiç mi askeri vesayeti andırmıyor? Bu generale karşı Obama'nın ne yapması gerektiği Altan'ı daha fazla ilgilendirmeli değil miydi?

Altan'dan Suriye'deki çoluk-çocuk, yaşlı sivil katliamlarına karşı Türkiye'yi yalnız bırakmasıyla Amerika'nın sergilediği ikiyüzlü pazarlıkçı tutumu daha fazla görmesini, kalemiyle bu tutumun iğrençliğini hissetmeyenlere daha fazla hissettirmesini beklerdik. Bu katliamlara karşı Türkiye'nin "tek başına" sergilediği duyarlılık esasen gurur verecek bir duyarlılık. Buradan rasyonel-çıkarcı dış politika analizlerine uzanmak ve Türkiye'nin kayıplarını saymaksa, vicdan sahibi bir akla en son gelecek şey.

Retorik de edebiyat da nihayetinde tercihle gerçekleşen bir performanstır. Bu süreçte kimin neyi tercih ettiğini en güçlü retorik bile örtbas edemez. Masum insanların, çocukların, yaşlıların dökülen kanlarının gerçekliği bütün retoriği alır götürür.

YENİ ŞAFAK 

YAZIYA YORUM KAT