1. YAZARLAR

  2. Yasin Aktay

  3. Sorumluluk ve ceza ve ölümü katletmek
Yasin Aktay

Yasin Aktay

Yazarın Tüm Yazıları >

Sorumluluk ve ceza ve ölümü katletmek

17 Mayıs 2014 Cumartesi 10:35A+A-

Bir kişinin kârı olamayacak kadar büyük bir dert. Belki paylaşıldıkça yok olmasa bile hafifleyecek bir acı.

Acının kendisi bu dünyadaki varoluşumuzla ilgili en derin dersleri alabileceğimiz, en etkili hadise. Bütün etkililiğine rağmen bu derse de kulaklarını kapatabilenler var olsa da, bu dersi almasını bilenler için hayatın anlamı, insanlığın anlamı, dünyanın anlamı hep birlikte en muvazzah hâlini bulur.

Bir kişinin kârı olmayan bu acıyı paylaşmanın toplumsal yolları vardır. Yas bir toplumun hayatında zaman zaman mukadder olan bu tür acıları hafifletmenin bir yoludur.

Ama yas sadece acıları hafifletmenin değil, toplumun yıkılmış hayat hikayelerinin yeniden inşasının da kaçınılmaz bir yoludur. Bir bakıma yasını tutmasını bilmeyenler, yası toplumsallaştırmayı başaramayanlar en büyük kıyameti kendi kalplerinde, kendi zihinlerinden yaşamış oluyorlar. Üstelik bu, toparlanması pek kolay olmayan bir yıkımdır.

Yas zamanı yas tutulur. Yas geçtikten sonra ne yapılması gerekirse o yapılır.

Toplumsal dağınıklığımızın bir göstergesi de ne yazık ki, yas tutmayı da başaramayışımız. Yaslarımız da bayramlarımız gibi. İkisi de ayrışmanın veya ayrıştırmanın bir fırsatı gibi değerlendirilir.

Gerçek yas sahibi yas alanını genişletmek için çalışır. Acısı gerçektir çünkü ve paylaşımın gerçek etkisini bilfiil hisseder.

Ölümlere gerçekten üzülenler, bunların acısını yüreklerinin derinlerinde gerçekten hissedenler, bu paylaşım halkasının genişlemesini canla başla ister.

Acıyı derinden hissedenlerin isyankar ağıtları, haykırışları, yaşadıkları acının, matemin tabii bir sonucudur. Onunla tartışılmaz, tartışılamaz. Onun matemini yaşamasına saygı duymak herkesin borcudur, görevidir.

Oysa bir de ölümlerin sadece siyasi muhalefet için teknik bir ihtiyaç olarak değerlendirildiği marazi durumlar da vardır. Teknolojiyi içselleştirme biçimimizin karşımıza çıkardığı maden faciaları gibi, modern siyaset tekniklerini fütursuzca içselleştirme biçimimizin karşımıza çıkardığı araçsal ölümler vardır. Muhalefet için yararlı ölümler. Bazı siyasi manipülasyonlar için gerekli ve gereği kadar ölümler. Katledilmiş ölümler. Yıllarca Güneydoğu'dan gelen şehit cenazeleri de, sahiplenilmiş, temellük edilmiş diğer bütün ölümler de, ölüm karşısında ne kadar derin bir cahiliye sorunu yaşadığımızın ifadesi.

Oysa ölüm değil midir, hiç bir ortak yanı olmayanların tek ortak yanı? Hiç bir konuda birbirimize benzemiyorsak bile, ölüm gerçekliği karşısında ortağız. O yüzden yas, herkese durup hepimizi ayıran hayat alanlarımızın varıp dayanacağı o ortaklığı hatırlatan ayet gibi bir derstir.

Oysa ölümler paketlenmiş, her ölümde Allah'ın ruhundan bir ruhun göçüşüne gafil kalınmıştır. Ölümün katledilişinin, o en ortak yanımızın bile bizi ayıran kahrolası vesilelerin arasına katılışının resmidir bu.

Ölümler birer sayıya dönüşmüş, sadece ne kadar iyi muhalefete konu olabilir diye değerlendirilir. Hangi ölüm politik kâr hanemize kaydedilebilir? Hangisi başkasının ölüsüdür? Elhakümüttekâsürü, hatta zürtumul meqâbir (çokluk hırsınız sizi helak etti, ta ki ölüleri bile sayacak, onları bile gücünüzün gösterisi haline getirecek kadar).

Bu vesileyle hatırlanması bile utanç vericidir, ama şöyle sokakları harekete geçirecek bir kaç ölümün hiç fena karşılanmadığı durumlar. Acaba kaç kişinin ölümü, istenen etkiyi yapabilir? Daha kaç kişinin daha ölmesi gerekiyor, sokakları iyice hareketlendirebilmek için.

Hayatta kalanlarının müthiş asalet örnekleri sergilediği Soma şehitlerinin katliam gibi ölümü karşısında hepimizin payına ağır bir borç, bir sorumluluk, hatta bir suçluluk düşüyor elbet. Hiç kimse bu ağır yükten kendini masum göremez.

Bütün hesapların üstünde O'nun hesabı, herşeyin üstünde O'nun bir kaderi vardır elbet, ama bu inancımız bundan sonraki tedbirleri alma konusunda bizde en ufak bir rehavete sevk ediyorsa, hiç kimsenin sorumluluğu Allah'a atmaya hakkının olmadığını bilmek gerekiyor.

Kader inancı elbette ki böyle bir şey değildir. Böyle olsaydı hiç bir olaydan hiç kimseyi sorumlu tutmak mümkün olmaz, böylece suç ve ceza da olmazdı. Oysa ortada bir yanlış varsa, bunun bir sorumlusu da vardır ve sorumluluğun olmadığı yerde adalet de yoktur.

Yeni Şafak

YAZIYA YORUM KAT