1. YAZARLAR

  2. Orhan Miroğlu

  3. Şiddetin kısırdöngüsü
Orhan Miroğlu

Orhan Miroğlu

Yazarın Tüm Yazıları >

Şiddetin kısırdöngüsü

07 Mart 2011 Pazartesi 15:18A+A-

Kürt sorununda, otuz yıldır kesintisiz olarak tecrübe edilen şiddetin sonuna gelindiği yeterince görülmez ve tartışılmazsa aynı kısırdöngü devam eder durur.

Bu bakımdan geldiğimiz nokta hiç açıcı değil doğrusu.

Bir iç savaş deneyiminden geçmiş, bin bir acılar yaşamış, koskoca Kürt sivil toplumu, şiddete karşı gösterilen farklı iki tutum, iki anlayış nedeniyle bugün maalesef iki kampa ayrılmış durumda.

Şiddeti elde bir imkân olarak tutma ve ondan medet umma anlayışı o kadar makbul bir hale geliyor ki, bu durum, sivil toplumun birlikte iş yapmasını ve şiddete karşı birlikte tutum almasını imkânsız hale getiriyor.

KCK’nın ateşkesi sona erdiren kararını müzakere etmek ve görüş belirlemek için Diyarbakır’da biraraya gelen 694 sivil toplum örgütü ortak bir açıklamada anlaşamadılar.

Bunun sebepleri üstünde durmak istiyorum, ama meramımı anlatabilmem için önce DTK ara kararından söz etmem gerekecek.,

Biliniyor, DTK, KCK açıklamasından önce bir ara karar aldı.

Bu konulardaki geleneği temelden sarsan bir karardı bu.

Ateşkes süreçlerinde olsun, silahlı mücadelenin devam ettiği zamanlarda olsun, Kürt sivil siyasetinde ve PKK’ye yakın Kürt sivil toplumunda, genel bir teamül olarak silah kullanmanın çare olmadığı belirtiliyor, demokrasiden yana olan güçlerin elini güçlendirmek, müzakere ve diyalog yolunun açılmasını sağlamak için, silahların susması tavsiye edilip, devletten de askerî operasyonları durdurması talep ediliyordu.

DTK ara kararıyla beraber, Kürt sivil siyasetinde ilk kez bu anlayış yerini bambaşka bir anlayışa bıraktı ki, üstünde önemle durulması gerekir.

Çünkü DTK, “KCK’den, ateşkes sürecinin devam etmesini talep etmek etik değildir” diyen bir karar aldı.

Yani, son derece kritik bir süreçte, otuz yıldır savaşan bir hareketten, ateşkese devam etmesini talep etmeyi DTK ayarında bir örgütlenme ahlaki bulmuyor ve KCK’ye dönüp, “Biz sana ateşkesi sürdür diyemiyoruz, çünkü ortada maalesef ateşkesin devamını gerektirecek bir vaziyet yok” diyor.

Askerî gücünü herşeyin üstünde gören bir harekete dönüp, “Ateşkesi sürdür diyemiyorum” demek ve böyle bir anlayışı etik değerlerle ölçüp biçmek için, savaşmanın ahlaken çok doğru bir şey olduğuna inanmış olmak gerekir ki, DTK bileşenlerinin buna inanan insanlardan ibaret olduğunu hiç sanmıyorum. Önceden alınmış bir karara muhalefet etmek anlaşılan o ki mümkün olamamış. Nasıl alınmış olursa olsun, böyle bir karar, bence çok vahim bir duruma işaret ediyor.

Ve bu vahamet, sivil toplumun ve sivil alanın en çok işbirliği yapması ve sesinin duyulması gerektiği bir dönemde, geliyor, bir halkın sivil toplumunu da ikiye bölüyor, bu kadar önemli bir tarihî kavşakta iş yapamaz hale getiriyor.

146 sivil toplum örgütü geçen hafta bir açıklama yaptı, Diyarbakır Barosu, işadamları ve sanayicileri temsil eden kurumlar ve MAZLUM-DER’in de aralarında bulunduğu 500’ü aşkın örgüt bu açıklamaya katılmadı.

Açıklamada dile getirilen taleplere ilişkin bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Temel sorun, yüksek sesle dillendirilmese de, aslında şiddete karşı tutumun açıklamaya yansımamış olması. 146 örgüt aşağı yukarı DTK gibi, PKK tarafına bir şey söylemezken, bilinen talepleri karşılamadığı için hükümete yükleniyor.

Taleplerin doğruluğuna kimsenin bir şey dediğini sanmıyorum.

Güçlü bir barış ve normalleşme sürecinde, Öcalan’a ev hapsi ve Hakikat Komisyonu kurulmasını talep etmeye, ve seçim barajının kaldırılmasını istemeye, kim ne diyebilir ki?

Ama bu talepler silahla mı, yoksa demokratik meşru mücadele yöntemlerini sonuna kadar kullanmayı temel politika haline getirmek yoluyla mı elde edilecek; asıl meselemiz budur.

Ortadoğu’da şiddetin sonuna gelindiği bir dönemde, demokrasi dışı iktidarlarla yönetilen ülkelerin totaliter ve baskıcı rejimleri silahsız halk devrimleriyle değişiyorken, Türkiye’de Kürt siyasi hareketi, şiddeti hâlâ bir imkân ve pazarlık unsuru olarak kullanabileceğine inanıyor.

Bu inanca eğer bir halkın sivil siyaseti ve sivil toplumunun önemli bir kısmı giderek ortak olma eğilimi içine giriyorsa, bu ülkeye barış gerçekten çok zor gelir.

Barış için, Kürt hareketinin şiddet konusunda Türk ve Kürt kamuoyuna güven vermesi gerekir. Bu güven hâlâ yok. Taleplerimi karşılamazsan seninle yine savaşırım diyen bir kısırdöngü, 12 yıldır devam ediyor. Bu 12 yılda binlerle ifade edilen sivil, asker ve gerilla ölümleri gerçekleşti.

Öcalan ve PKK açısından hedefi olmayan bir 12 yıl, mesafe alınamamış bir 12 yıl..

Oysa, elbette çok farklı süreçler ve talepler sözkonusu olsa da, Mandela’nın Güney Afrika’yı yönetmek için önüne koyduğu hedefe ulaşması 10 yılda gerçekleşti.

Mandela Afrikanerlerin güvenini kazanarak ulaştı amacına.

Öcalan’ın PKK’yi elde tutmak ve liderliğini içinde bulunduğu zor şartlarda baki kılmak için çok başarılı olduğu söyleniyor. Belki böyledir.

Ama bence Öcalan’ın bir lider olarak başarısını tarih bu yönüyle değil, herşeye rağmen Kürt’üyle, Türk’üyle halkı barışa ikna etmek için ne yaptığı veya ne yapmadığıyla anacaktır. Şiddetin kısırdöngüsü Öcalan’ın barış için oynamayı düşündüğü tarihsel rolünün de önündeki en büyük engeldir.

PKK çizgisine yakın sivil toplumun ve sivil siyasetin, bu konuda söz söylemeyi dahi etik bulmama noktasına gelmesi işi daha da zorlaştırıyor.

Şiddetin kısırdöngüsünden kendini kurtaramayan bir Kürt siyasetinin Öcalan’a da barışa da hiç faydası olmaz. Ve böyle bir hareketin, önüne koyduğu hedeflere ulaşması mümkün olmaz.

[email protected]

TARAF

YAZIYA YORUM KAT