1. YAZARLAR

  2. Yasin Aktay

  3. Sahibine göre kişneyen siyaset ve partiler
Yasin Aktay

Yasin Aktay

Yazarın Tüm Yazıları >

Sahibine göre kişneyen siyaset ve partiler

29 Haziran 2009 Pazartesi 06:42A+A-

Yıl 1996. Refahyol hükümeti kurulmuş, TBMM'de Başbakan Erbakan parti programını okumuş, program üzerine tartışmalar yapılıyor. ANAP Genel başkanı Mesut Yılmaz programı eleştirirken diyor ki “bu program bizim programımızın hemen hemen aynısı, hiçbir fark ortaya koyamamışsınız.”

Bu sözleriyle seçimlerden önce Refah Partisi'nin Adil Düzen iddiası çerçevesinde atıp tutan programının DYP ile giriştiği koalisyonun programına hiçbir şekilde yansıtılamadığına dikkat çekerken bir yandan da sistemin gerçeklerinin zaten böyle bir şeye asla izin vermeyeceğini de anlatmış oluyordu. Dolayısıyla Refah partisinin güçlü bir halk desteği celp eden söyleminin beyhudeliğini anlatmaya çalışıyordu.

Erbakan'ın bu eleştiriye karşı cevabı ise kanaatimce Türkiye'de ve aslında modern dünyada partilerin sıkışıp kalmış oldukları alanları işaret etmek açısından çok manidardı. Programlar arasındaki benzerliği hiç de inkâr etmeden ve bundan dolayı bir komplekse de kapılmadan, mealen, şöyle diyordu: “Programların aynı olmasından daha tabii olan ne var? Yapılacak olan şeyler zaten belli. İş bunu kimin yapacağındadır zaten. Bu at sahibine göre kişner. Programın metni hiçbir şey değildir, önemli olan bu programı kimin uygulayacağıdır.”

Doğruluk payı çok yüksek bir savunmaydı bu. Ama tabii ki yapılacak olanların belli olmasından dolayı değil. Aksine yapılacak şeyler aynı olduğunda bile bunu yapacakların kimlik ve kişiliğinin parti siyasetlerinde çok önemli bir rol oynadığı, apaçık bir sosyolojik gerçektir.

Hep söylenir ya. Ak Parti'nin uyguladığı ekonomik program büyük ölçüde Kemal Derviş'in uyguladığı programla örtüşüyor. Ama tam da konuyla ilgili çok önemli bir gerçek görmezden geliniyor. Derviş'in kendisi iş başında olsa bu programı veya başka bir programı asla başarılı bir biçimde uygulayamazdı. Çünkü siyaset sadece program işi değil, aynı zamanda toplumsal dinamiklerle kurulan organik temsil ve güven ilişkileriyle gerçekleşebilen bir etkinliktir.

Bu durumda teoride aynı programı sadece uygulayanların farklı olması dolayısıyla kayda değer farklar ortaya çıkabiliyor. Bu da siyaset sürecinin ve dinamiğinin yaratıcı potansiyellerinden kaynaklanan bir şeydir. Yani hiçbir kısıtlama gerçek bir siyasal irade ve performans karşısında tutunamıyor.

Ancak bu durum siyasetçilerin mazeretlerini yeterince yok edebilecek bir şey olsa da, sonuçta Türkiye'de siyasetin karşılaştığı kısıtlamaları görmezden gelmemizi gerektirmiyor.

Gerçekten büyük ölçüde resmi ideolojinin kıskacındaki konumlarından dolayı, partiler birbirlerinden farksızlıklarını ortaya koyma konusunda yarışmak zorunda kalırken, toplumun sorunları ve farklılıkları gerçek bir temsil ve çözüm yolu bulmakta zorlanıyor. Ne Kürt ne Alevi ne de dine ilişkin ne de uluslar arası ilişkilerdeki sorunlu alanlara ilişkin hiçbir parti teoride özgün bir yol geliştirebiliyor.

Teori ve söylemdeki bu kısıtlayıcılığı bir nebze esneten tek şey pratik alanda sergilenebilen performans olabiliyor. Milletvekilleri bırakınız bu sorunların herhangi birisini, münhasıran kendi bölgelerini bile temsil iddiasını üstlenemiyorlar. Milletvekilliğinin temsil niteliği “ülke vekaleti” kapsamında tanımlanmıştır.

Sonuçta hepsi birbirine benzeyen siyasal alanı alabildiğine daraltılmış milletvekilleriyle ülke siyasetinin yürütülmesi ancak çok kıvrak, çevik ve yaratıcı olmakla mümkün olabiliyor. Bu nitelikleri üstlenmek ise takdir edilmelidir ki, ağır riskleri de göze almayı gerektirir. Genellikle önlerindeki alanı bu kadar dar bulan siyasetçilerin çok azı bu dar alanı aşma veya bu alanda yaratıcı olma riskini üstlenebiliyor. Bu da siyasetçi figürünün alabildiğine sıradanlaşmasına yol açıyor.

Ondokuzuncusu geçtiğimiz hafta sonu gerçekleşen Abant toplantısında, demokrasisinin en önemli aktörleri olarak siyasal partiler masaya yatırıldı. Siyasi partilerin durumu, kuşkusuz demokrasimizin de imkânlarını ve sınırlarını ortaya koyacak en önemli verileri sunuyor.

Sağlam ve güvenli bir siyasal parti geleneğimizin olmaması, partilerimizin önemli bir kısmının da demokrasi konusunda rafine ve üzerinde titreyecekleri bir duruşlarının olmaması, demokrasimizin en önemli sorunlarından birisi olarak kaydedildi. Çok kolay kapatılabilen partiler, köklü bir temsil yolu kuramadığı gibi, yapacakları şeyleri söylemekte de kayda değer bir fark ortaya koyamıyorlar. Ortaya koyabildikleri tek fark atı “kim” ile kişnetecekleri oluyor.

Bu saatten sonra “kim”lik siyaseti yapmayıp ne yaparsınız?

YENİ ŞAFAK

YAZIYA YORUM KAT