1. YAZARLAR

  2. M. HASİP YOKUŞ

  3. PYD’ye Batı desteği: Fırsat mı, tuzak mı?
M. HASİP YOKUŞ

M. HASİP YOKUŞ

Yazarın Tüm Yazıları >

PYD’ye Batı desteği: Fırsat mı, tuzak mı?

10 Eylül 2025 Çarşamba 14:34A+A-

Türkiye’de Kürt meselesinin çözümüne yönelik umut verici bir süreç başlamışken, öte yandan PYD’nin Suriye’de belli bazı gerekçeler öne sürerek Şam hükümetiyle uzlaşmaya yanaşmaması; sadece Suriye’de güven ve istikrarın gecikmesine yol açmıyor, aynı zamanda Türkiye’deki süreci de rayından çıkarma riski taşıyor.

Tam da bu noktada pek çok siyasetçi ve akademisyen, Türkiye’nin Suriye Kürtlerini bir hasım değil, potansiyel bir dost olarak görmesi gerektiğini vurguluyor. Türkiye’nin IKBY ile kurduğu ilişkilerin benzeri bir işbirliğinin, Suriye Kürtleriyle de geliştirmesi gerektiğini ifade ediyor.

Düz mantıkla bakıldığında makul görünen bu yaklaşım, pratikte uygulanabilir mi? PYD’nin Suriye’deki tutumu ile KDP veya YNK’nin Irak’taki pozisyonları arasında tarihsel, ideolojik veya siyasi bir özdeşlik kurmak mümkün mü?

1. Irak’ta Kürtler, Baas rejimi altında yıllarca baskı ve zulme uğradı; Enfal Operasyonlarıyla katliamlara maruz kaldı. Devlet zaman zaman kısmi özerklik hakları tanısa da, fırsat bulduğunda temel hakları ellerinden almayı sürdürdü. Benzer hak ihlalleri Suriye’deki Kürtler için de geçerliydi. Ancak PYD, devrim süresince ve sonrasında, Baas rejimine karşı mücadele eden Suriye halkıyla yapıcı bir ilişki kurmaktan kaçındı. 13 yıl süren iç savaş boyunca Suriye muhalefetini “jihadist” ve “terörist” olarak niteledi ve bu yaklaşımını devrim sonrası da sürdürdü. Kısacası PYD’nin mevcut Şam hükümetiyle uzlaşmazlığı, hak ve adalet taleplerinden ziyade, ideolojik saiklerden kaynaklanmaktadır.

2. Irak Kürdistanı siyasetinin ana aktörü Barzani ailesi ve KDP, halkın kültürü, gelenekleri ve dini değerleriyle uyumlu bir siyaset izliyor. Buna karşılık PYD, sahip olduğu sol ve seküler ideolojik kodlar nedeniyle, Suriye’de Dürziler, Nusayriler ve gayrimüslim azınlıklara gösterdiği hoşgörüyü, İslami anlayışa sahip Şam hükümetine ve dindar Kürtlere gösteremiyor.

Benzer şekilde, PKK ve diğer sivil kuruluşları da Türkiye’de sol, seküler, Kemalist, Alevi hatta LGBT’li kesimlerle kurduğu ilişkiyi; AK Parti, Hüda-Par veya diğer İslami çevrelerle kuramıyor.

3. Türkiye’deki Kürtlerin Irak Kürtleriyle temas ve etkileşim alanları sınırlı ve zayıftır. KDP ile Hakkari ve Şırnak bölgesindeki bazı aşiretlerle feodal düzeyde kalan sınırlı bir ilişki söz konusuyken, Süleymaniye bölgesini yöneten YNK ile neredeyse hiçbir temas ve etkileşimleri bulunmamaktadır. Buna karşın PKK’nin, dolayısıyla PYD’nin ana omurgasını Türkiye Kürtleri oluşturuyor. Kobani olayları, Türkiye ile PYD arasındaki muhtemel bir çatışma veya ihtilafın ne kadar tehlikeli bir noktaya varabileceğini gözler önüne serdi. Eylül 2014’te IŞİD’in Kobani’ye saldırısı sırasında, Türkiye’nin doğrudan veya dolaylı müdahalesi olmamasına rağmen PKK birçok il ve ilçede hendekler kazdı, ülkeyi adeta iç savaşın eşiğine getirdi.

Türkiye’nin Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Fırat Kalkanı harekâtlarında karşı tarafta yer alan militanların çoğu, Türkiye’den PKK’ye katılmış kişilerdi. Selahattin Demirtaş’ın “YPG Fırat’ın Batısına geçecek, sen de mal mal bakacaksın!” ve Figen Yüksekdağ’ın “Biz sırtımızı YPJ, YPG ve PYD’ye yaslıyoruz, bunda sakınca görmüyoruz.” sözlerini hatırlayın. Üstelik bu ifade sahipleri, TBMM çatısı altında Milletvekili imtiyazlarından faydalanan kişilerdi.

4. PKK, mücadele stratejisini tamamen Türkiye düşmanlığı üzerine kurmuş bir örgüttür. PYD üzerinden Suriye’de iktidar imkânına kavuşması, gelecekte Türkiye’nin bütünlüğü, istikrarı ve güveni için ciddi bir tehdit oluşturur. ABD ve Batı desteğiyle, İslam coğrafyasını etnik ve mezhepsel temelde bölerek iç savaşa sürüklemeyi hedefleyen İsrail’in himayesinde kurulacak böyle bir yapının, sonraki hedef olarak Van, Diyarbakır ve Hakkari’yi seçeceğine kimsenin şüphesi olmasın.

Kandil, DEM Parti veya PYD sözcülerinin tavır ve yaklaşımları bir yana; devrimden sonra Norveç’ten Suriye’ye dönen Şeyh Mürşid Haznewi bile: “Hasan el-Benna ve bu düşünceden etkilenen tüm siyasi İslamcı akımlar, felaketten başka bir şey getiremez… Asıl gücümüz ve avantajımız silahımızdır, bunu asla bırakmamalıyız… Ey Yezidi Kürtler, Alevi Kürtler, Sünni Kürtler, bugün düşmana karşı birlik olma günüdür." Şeyh efendinin Yezidi, Alevi ve Sünni Kürtlere hedef olarak gösterdiği “düşman” aslında Türkler ve Araplardan başkası değil.

Özellikle diasporadaki Kürt gençlerinin, bölgedeki Kürtleri adeta vatansızmış gibi gösteren algı operasyonlarına alet olmaları, sadece İsrail ve Batı’nın bölgeyi Lübnanlaştırma planlarına hizmet eder. İç savaş koşullarında arızi bir tablonun sonucu olarak şekillenen ve Arap nüfusun çoğunluğu oluşturduğu Deyrezzor, Rakka ve Haseke’de, PYD’nin kalıcı ve sürdürülebilir bir otorite tesis etmesi mümkün değil. PYD’nin Batı ve İsrail’den aldığı destek, aslında Kürtler için bir güç değil, tam tersine bir tuzaktır. Dün Irak’ta, Lübnan’da ve Afganistan’da benzer taşeron örgütlerin nasıl kullanıldığını ve ardından nasıl terk edildiklerini ibretle gördük.

PYD’nin Suriye’de izlediği strateji, oluşturduğu “güvenlik sorunu” ve jeopolitik riskleri görmezden gelmek, gerçeği göz ardı etmektir. 10 Mart’ta Suriye Devlet Başkanı Ahmet el Şara ile PYD lideri Mazlum Abdi arasında imzalanan anlaşmayı uygulamaktan kaçınması; ister ideolojik, ister ABD-İsrail veya başka aktörlerin telkinlerinden kaynaklansın, ortaya çıkan tablo aynıdır.

Sonuç olarak, Ankara ve Şam’ın barış, adalet ve kardeşlik arayışları; PKK/PYD’nin ideolojik sabiteleri ve Batı–İsrail eksenli kuşatma stratejilerine rağmen, hiçbir şekilde ihmal edilemeyecek düzeyde hayati öneme sahiptir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın: “Bölgemizde sınırlar yeniden çizilmek istenirken ezeli kardeşliğimizi ebedi olarak muhafaza yolunda asli muhatabımız bizzat Kürt kardeşlerimizdir.” ve Hakan Fidan’ın: “Türkiye, sınır ötesindeki Kürtlerin de hamisidir.” sözleri, bu yaklaşımın çerçevesini net bir biçimde ortaya koymaktadır. Türkiye’nin Kürtlerle kurduğu bağ, yalnızca stratejik değil, aynı zamanda ahlaki ve tarihsel bir sorumluluğun gereğidir. Bu sorumluluk uyarınca, Kürtler muhatap, PKK ve PYD ise muarız olarak ele alınmalıdır.

Kürtleri PKK-PYD çizgisine mahkûm etmeyen, onları asli muhatap olarak gören bir yaklaşım; hem içeride barış sürecinin sağlam temellere oturmasını, hem de bölgedeki Kürtlerin kardeşleriyle birlikte yeni bir gelecek inşa etmelerini mümkün kılar.

Baas rejiminin Suriye’de hezimete uğraması, esasında bunun Kürt versiyonu olan PKK–PYD çizgisinin de hezimete uğraması anlamına geliyor. Miadını doldurmuş, bölgenin gerçeklerine de uymayan bu anlayışı Kürtler üzerinde yeniden tahkim etmek, her şeyden önce Kürtlere büyük bir haksızlık ve zulümdür.

YAZIYA YORUM KAT

4 Yorum