1. YAZARLAR

  2. KENAN ALPAY

  3. Powell ve Rice Destekli Kâbus Senaryoları
KENAN ALPAY

KENAN ALPAY

Yazarın Tüm Yazıları >

Powell ve Rice Destekli Kâbus Senaryoları

10 Eylül 2012 Pazartesi 05:12A+A-

Uzun bir zamandır İslam coğrafyasındaki siyasal-toplumsal dinamiklerin hareketliliği meselesini hemen her durumda emperyalist senaryolara havale etmek moda oldu. Fakat bu modanın İslami camianın içinden yetişen aydın-entelektüel kesimler arasında da yaygınlık kazanması telafisi mümkün olmayacak sıkıntıları asıl kaynağını teşkil etmektedir.

Nasıl ve neden sorusunun cevabı için ‘İslamcılık’ tartışmalarından arta kalan zamanlarda Ali Bulaç’ın Ortadoğu İntifadası üzerine serdettiği görüşlere bir kez daha bakmak yeterli olur sanırız.

Thing-Tang Literatürü ve Mantığı

Tunus, Mısır ve Libya’da Müslüman toplumların adalet ve özgürlük adına despotizme başkaldırdığı süreçte Ali Bulaç’ın ümitvar duyguları korku ve endişelerini nispeten dengeliyordu. Fakat isyan dalgasının Şam-Suriye kıyılarında da tsunami etkisi oluşturmasıyla birlikte ümitvar duygular dengeleyici olmak bir tarafa adeta silinip gitti. Sürekli endişe ve korku pompalayan fakat bunu yaparken despotik iktidarlara başkaldıran İslami hareketlerin sözcülerine değil de Batılı başkentler ve despotik iktidarlar tarafından üretilen psikolojik savaş argümanlarına kulak kabarttı Ali Bulaç.

Kritik soru şudur: Thing-tang’ler tarafından üretilen söylem ve projelere angaje basın-yayın kuruluşlarına verilen referanslar hangi akla hizmet ediyordu? Şu akla: Suriye meselesini Batı tarafından üretilen kaos teorisine dolayısıyla da Büyük Ortadoğu Projesine giden yolun önemli bir basamağı olarak algılanmasına. Yani bölgemizde dini, etnik ve mezhebi boğazlaşmanın yolu açılmış, bu yolda daha çok kan dökülecekmiş!

Bu kaygıların yeni bir ürününü görmek isteyenlerin Ali Bulaç’ın “Öfke ve nefret!” (6 Eylül, Zaman) başlıklı yazısına bakması yeterli. Bulaç’ın hiç eksik olmayan tersine giderek artan endişelerinin yeni bir vesikası olarak karşımızda duran mezkûr yazısında Colin Powell ve Condalizza Rice gibi ABD’nin dışişleri bakanlığı yapmış isimleri yine başköşeye oturmuşlar. Ne yarım asırlık Esed-Baas cuntasının yıkım ve kıyımlarına atıf var bu tezde ne de bu yıkım ve kıyımlara başkaldıran Suriye halkının ölümü göze alarak giriştikleri mücadeleye. Her şey ama her şey özelde Suriye’nin genelde İslam coğrafyası ve toplumlarının dışında planlanıyor ve yürürlüğe sokuluyor.

Bulaç’ın mantalitesine temel teşkil eden birkaç hususa dikkat çekmekte fayda var: İlki Bulaç’ın şu ifadesi: “Herkes bir başkasını şeytanlaştırır, nefret objesi haline getirir.” Şimdi bu haklı tespiti Baas-Esed diktası ve destekçisi İran açısından değerlendirelim.

Tanklarla, savaş uçaklarıyla üzerine bomba yağdırdığı Suriye halkını “Selefi-Vahhabi, tekfirci ve el-Kaideci teröristler” diyerek niteleyen Esed-Baas oligarşisi ve hamisi İran’ın resmi literatürde kullanmış olduğu bu düşmanlaştırıcı dili bir yerlerden tanımıyor musunuz? Neo-con’larla paralel işleyen bu dilin ve siyasetin bizatihi kendisi değil midir “mezhebi ve etnik çatışma korkusunu” pompalayan?

Mezhebi ve etnik çatışmayı kışkırtanlar orta doğunun işbirlikçi despotları arasında değil de ille Batılı başkentlerde aramanızın ne anlamı var? Nasrettin Hoca’ya kaybettiği anahtarlarını neden kaybettiği yer olan samanlıkta değil de kapının önünde aradığını soranlara verdiği “orası karanlık da ondan” cevabına benzeyen bu arayış fazlasıyla ironik ve acı vericidir.

Şüphe Uyandır, Sahipsiz Bırak!

Peki ya şu ifadeye ne demeli: “Müslümanlar birbirini boğazlıyor.” Bulaç açıkça laik-sosyalist Nusayri cuntasının cinayetlerine bizi de ortak etmeye kalkışıyor. Suriye halkı Esed-Baas rejiminin yıkım ve katliamlarına son vermek için kıyam ediyor. Suriye halkının Şebbihalara ve Muhaberatçılara karşı giriştiği cihad ve kıtali hangi kitap “kardeşlerin boğazlaşması” olarak niteliyor acaba?

Durum şudur: Cinayet, yolsuzluk ve küfür üzerine kurulmuş oligarşik despotizme başkaldıran Suriye halkını (bilinçsizce de olsa) BOP’a hizmet eden taşeronlar derekesine indirgeyen tezlere ‘analiz’ denmez.

Kan dökmeyi teamül haline getirmiş zalim bir rejime karşı bir halkın adalet ve özgürlük adına giriştiği mücadeleyi “cahiliye vahşeti” olarak resmetmeye analiz değil olsa olsa kara propaganda ve psikolojik savaş denir.

Son olarak Ali Bulaç’ın sıkça tekrarladığı şu kehanete değinmek gerek: “Irak'tan başlandı, Suriye üzerinden gidiliyor, sıra İran ve Türkiye'ye gelecek.” Öncelikle ve önemle hatırlatalım ki benzemezler üzerinden yapılan kıyas geçersiz bir kıyastır.

Irak’taki ABD ve müttefiklerinin işgaliyle başlayan etnik ve mezhebi parçalanma ile Rusya, Çin ve İran’ın desteğiyle eli kanlı Esed-Baas cuntasını iktidarda tutma stratejisinin birbiriyle ilişkisi yoktur. ABD ve müttefiklerinin Suriye rejimini devirmek veya muhalifleri desteklemek gibi fiili-somut hangi adımları var ki Sayın Bulaç “Kim ne derse desin, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) uygulamada” diyor.

Cinayet, katliam, yıkım, tecavüz, tehcir, işkence gibi zulümler sadece ABD ve müttefikleri tarafından işlenmiyor. ABD’ye muhalif olsa bile despotik iktidarlar ve küresel çaptaki stratejik hesapları adına Rusya, Çin, İran gibi ülkelerin de arka çıkmasıyla mezhebi ve etnik çatışmalar kışkırtılabiliyor.

Sıklıkla tekrarlanan “tuzağa düşmeyelim, tuzağa düşmeyelim” temrinlerinin bizzat kendisi artık bir tuzağa dönüşmüş durumda. ABD emperyalizminin projelerine karşı uyanık olma ve karşı durma adına despotik iktidarlara ve eskinin sol-sosyalist emperyalist güçlerine rıza ve meşruiyet kazandıran söylemlerin analiz değeri dökülen kanlar ve yaşanan acılarla test edilince daha net anlaşılır.

Suriye halkının halkı taleplerine, yaşadıkları acılara, verdikleri onurlu mücadeleye, sabrı ve metaneti kuşanan fedakârlıklarına Colin Powell ve Condalizza Rice’ın sözleri kadar önem vermeyen kâbus senaryolarıyla yatıp kalmanın hiçbir anlamı ve faydası yok.

Emperyalizmin Powell, Rice, Perle, Brezinski gibi mümessillerinin birkaç cümlesini çözümleyerek hemen her durumu izah ettiğini sanmak kadar büyük bir gaflet olamaz. İşte bunun için sünnetullahı yani toplumların değişim yasasını göz ardı edenler için elbette statüko yıkılmaz bir kaledir.

Sayın Bulaç’a ve Batılı ‘thing-tank’lerin raporlarını okuyarak dünyanın geleceği hakkında toplumların iradesini hiçe sayarak kehanetlerde bulunmayı marifet bilenlere son bir hatırlatmada bulunalım:

Mübarek, Kaddafi, Bin Ali, Aliyev, Kerimov gibi despotlardan bir despot olan Esed’in sözlerine bakıp istikamet belirlemek ne kadar doğruysa Powell ve Rice gibilerin sözlerine bakıp istikamet belirlemek de ancak o kadar doğru olur. Fakat buna rağmen Suriye halkının direnişi hakkında şüphe uyandırıp sahipsiz bırakılmasında İslamcı aydın ve entelektüellerin başarısız olduğunu söyleyemeyiz.

YAZIYA YORUM KAT

1 Yorum