1. YAZARLAR

  2. Ahmet Kurucan

  3. Oruç ve şeaire saygı
Ahmet Kurucan

Ahmet Kurucan

Yazarın Tüm Yazıları >

Oruç ve şeaire saygı

11 Ağustos 2011 Perşembe 00:47A+A-

Tarih boyunca, oruç hakkında o kadar çok değerlendirmeler yapılmış ki, onlara bir bütün olarak bakınca söylenmeyen bir şey kalmamış diyor insan.

Kararı siz vereceksiniz; ister yeni, ister eski, isterse eskinin yeni bir urba içinde tekrarı; ne olursa olsun kısa bir-iki değerlendirmede bulunacağım bu yazıda.

Elmalılı merhum diyor ki veciz bir ifadeyle: "İnsan iki şey için koşar; batnı ve ferci. Oruç bu ikisini de kırar." Batn ile kastedilen, hayatımızı idame için Allah'ın koymuş olduğu kanuna riayetle yeme-içme; ferc ile anlatılmak istenen ise insanın hayvani veya daha doğru bir isimlendirme ile şehevani duyguları. Orucun bu ikisini kırmasına gelince; insan sınır tanımaz bir varlık. Bu, sınırı yok demek değil; var. Sınırları ister İlahi irade koymuş olsun, ister fıtrat-ı selimenin kanunları, ister örf ve âdetler, sınırlar mutlaka var; var ama o sınırlara riayet etmede her zaman aynı hassasiyeti göstermiyor, gösteremiyor insanoğlu.

Mesela inanan insan için konuşalım; Allah "şunu şunu içebilirsin ama bunu içmeyeceksin, sana haram kılıyorum" diyor. Bu yasak karşısında inanan insana düşen, her ne ise o haram kılınan şey, onu ömür boyunca içmemesi; Rabb'isinin emrine itaat etmesidir. Ama gel gör ki insanoğlu zaman geliyor bu sınırı Allah'ın bu nehyine rağmen rahatlıkla çiğneyebiliyor. Şehevani hisler için aynı şeyler geçerli.

İşte oruç hem batn hem ferc'de insanoğluna sınırlarını hatırlatıyor. Külliyen yasak etme yok; sadece zaman tahdidinde bulunuyor. Orucunu duya duya şuurluca tutan bir mümin herhalde bunu bütün hissiyatıyla tadıyor ve ayrı bir dünyanın zevk limanlarında reftare dolaştığını hissediyordur.

İkinci husus; oruç tutanların cennete 'reyyan' adı verilen kapıdan gireceğine dair beyan-ı nebevi. Şöyle anlamak lazım diye düşünüyorum bu hadisi; oruç eğer batna ve ferce tutturulduğu kadar dile, kalbe, göze, kulağa vs. bütün maddi-manevi aza ve letaife tutturulduysa, dünyada alınan zevkin yanı sıra ukbada mükâfat olarak bir farklılık söz konusu olacaktır. Başka bir ifadeyle sadece batn ve fercine oruc tutturan müminlerle sair aza ve letaifine oruç tutturan müminlerin alacağı mükâfat aynı olmayacaktır. İkincilere mükâfatları, reyyan kapısından cennete teşrif etmeleri suretiyle verilecektir. Tek kelime ile seviye meselesi diyebilirsiniz buna.

Üçüncüsü; oruç insanın kendine rağmen yaşaması demektir. Sırf Allah'ın emrine imtisal düşüncesiyle kendine rağmen yaşayan insan ise öteler ötesinde sürpriz mükâfatlarla karşılanır. "Ademoğlunun işlediği her iyi ameli on mislinden yedi yüz misline kadar katlanır ama oruç müstesna. Zira oruçlu kişi yemesini ve şehevî arzusunu benim için bıraktı. Öyleyse onun mükâfatını sadece ben veririm." hadisi bu yaklaşımın delilidir.

Son husus; oruç bir şeairdir. Şeair dine ait nişane demek. Şeaire tazim kalblerin Allah sevgisi ve saygısı ile çarptığının göstergesidir. Bu manayı Kur'an Hac Suresi'nda çok açık ifade ediyor: "Bu böyledir. Artık kim Allah'ın şearini tazim eder, yüceltirse, şüphe yok ki bu, kalplerin takvasından, O'na saygı ve emirlerine karşı gelmekten sakınmasındandır."

Öyleyse, madem oruç şeairdendir; o zaman onu Allah ve Rasulü'nün (sas) vaz' ettiği ölçüler içinde tutmalıyız. Orucu Efendimiz'den bize intikal eden şekliyle korumalı ve muhafaza etmeliyiz. Ramazan'ın günlerin en uzun olduğu sıcak mevsimlere denk gelmesi, zorlamalı tevillerle ruhsatlara kapıların aranmasına vesile olmakta. Mazeretlere bakınca, zihinlere laubaliliği çağrıştıran manzaralar gelmekte ve ne yazık ki ehliyeti kendinden makul bazı din adamları da bu laubaliliklere yaptıkları konuşmalarla zemin hazırlamakta. Bedir Savaşı'nın Ramazan ayının 17. günü yapıldığını ve ruhsata rağmen başta Efendimiz (sas) olmak üzere oruç tutanların olduğu düşününce insan 'Ne oluyoruz?' demekten kendini alamıyor.

Sahi, Efendimiz (sas) Bedir Savaşı'nda kaç yaşındaydı?

ZAMAN 

YAZIYA YORUM KAT