1. YAZARLAR

  2. RIDVAN KAYA

  3. Ömür sermayemiz bir yıl daha azalırken
RIDVAN KAYA

RIDVAN KAYA

Yazarın Tüm Yazıları >

Ömür sermayemiz bir yıl daha azalırken

31 Aralık 2021 Cuma 18:07A+A-

“De ki: "Ey iman eden kullarım, Rabbinizden sakının. Bu dünyada iyilik edenler için bir iyilik vardır. Allah'ın arz'ı geniştir. Ancak sabredenlere ecirleri hesapsızca ödenir." (Zümer, 39/10)

Bugün itibariyle miladi bir yılı daha tamamlıyoruz. Ömür sermayemizden bir yıl daha azalmış oluyor. Önümüzdeki yıl, gelecek sene bize şu anda uzak ve uzun geliyor. Ama geriye dönüp bitirdiğimiz yılı düşündüğümüzde zamanın ne kadar hızlı geçtiğini fark edebiliyoruz.

Hayatın tamamı böyledir. Hızlı bir biçimde akıp geçiyor. Zaman zaman birtakım dostlarımızın, akrabalarımızın cenaze namazlarını kılıyoruz, artlarından şahitlik ediyoruz. Bir gün, şimdi bize uzak görünse de aslında hiç de uzak olmayan bir gün, birileri de bizim namazımızı kılmak için toplanacaklar. Rabbimizin rızası doğrultusunda bir hayat yaşar ve arkamızdan hayr üzere şahitlik edenler olursa ne mutlu bize!

Bir Mümin olarak bahşedilen tüm nimetlerden sorguya çekileceğimize, tüm yapıp etmelerimizle birlikte ihmal edip, eksik bıraktıklarımızın da hesabını vereceğimize iman ediyoruz. Rabbimiz Tekasür suresinin son ayetinde Nihayet, o gün nimetlerden sorulacak, sorguya çekileceksiniz” buyuruyor. Yine Zilzal suresinin son iki ayetinde zerre miskal hayr yapanın da, zerre miskal şer işleyenin de mutlaka yaptığının karşılığını göreceği hatırlatılıyor.

Küfürlerinde inat edenlerin, zulümlerinde azgınlaşanların yaptıklarının yanlarına kar kalmayacağını, belki bu dünyada göremesek de mutlaka ahiret azabının onları beklediğini biliyor olmak kalbimize sekinet, huzur veriyor. Aynı şekilde dünyevi planda bir karşılığını görsek de görmesek de Allah yolunda ortaya koyduğumuz küçük-büyük her amelin, her çabanın sonsuz hayatta bizim için paha biçilmez bir sermaye olduğunu bilmek bizi güçlü ve mutmain kılıyor.

Allah yolunda daha fazla gayret sarfetmeye, yaptıklarımızla yetinememeye, imkanımız varken daha çok hayr işlemeye bizi sevk ediyor. Bu bakış açısı namaz gibi, infak gibi, Allah yolunda cihad gibi amellerle birlikte Allah için sevmeyi ve yine O’nun için buğzetmeyi hayatımızın ve ilişkilerimizin yönünü belirleyen bir pusula kabul etmemizi bize öğretiyor. 

İşte tam burada şu nebevi uyarı bizi düşündürtmeli, mutlaka daha muttaki, daha muhlis bir hayata yöneltmeli değil mi? Süneni Tırmizi’de Zühd babında nakledilen bir hadiste Resulullah’ın (s) “Ölüp de pişman olmayacak hiç kimse yoktur.” buyurması üzerine ashabın “Ya Resulullah, bu pişmanlığın manası nedir?” diye sordukları, bunun üzerine Efendimizin “Ölen kişi iyi bir kimse ise iyiliğini artırmadığına, kötü kişi ise günahlardan vazgeçmediğine pişman olacaktır” cevabını verdiği nakledilmiştir.

Şerefli Bir Hayat Hedeflenmelidir! 

Biliyoruz ki dünyevi endişeler, hesaplar, özlemler insanların kahir ekseriyetini dünya merkezli yaşamaya sevk eder, ahireti unutturur. Rabbu’l Alemin’e daha güzel bir kulluk bilinciyle dolu dolu yaşanması gereken hayat basit, geçici, süfli şeylerle doldurulur. Ancak bir araç olarak değer ifade etmesi gereken dünyevi meşguliyetler amaca dönüşür ve süreç içinde bilinci örten bir perde haline gelir.     

Şüphesiz güzel bir kulluk için dünyayı kötülemek, zemmetmek gerekmez. Bilakis dünya inşallah içinde ahiretimizi kazandığımız bizim için değerli bir zemindir. Ne var ki ölçülü olmak gerekmektedir. Dünyayı imtihanımızın bir mekanı, daha güzel bir kulluk için bir vasat olarak görmek ile dünyaya yapışıp kalmak, ahireti unutarak dünya hayatını merkeze almak elbette farklı şeylerdir.  

Bu bakış açısıyla vakti, yaşadığımız anı, içinde bulunduğumuz zamanı ve zemini en güzel biçimde değerlendirmek şiarımız olmalı. Sınırlı bir hayat dilimine güzel, hayırlı, şerefli bir ömür sıkıştırma çabası düşüncelerimize, eylemlerimize, ilişkilerimize yön vermeli. Bizi Rabbimize yaklaştıracak her ameli önemserken, uzaklaştıracağını bildiğimiz şeylerden de şeytandan kaçar gibi kaçmalıyız.

İnsanlar görüyoruz, tüm derdi tasası dünyevi hesaplarından ibaret insanlar. Asli rotadan saptıklarında hayatı sıhhatli ya da hasta olarak, yoksul ya da zengin olarak yaşamaları fark etmiyor, sonuçta geçici olana kalıcı muamelesi yaparak yanılıyor, yanlış yapıyorlar, Rabbu’l Alemin’in kendilerine bahşettiği zaman, sıhhat, vahy nimetinin kadrini bilmeden her şeyi tüketiyor, kendileri de tükeniyorlar. Rabbimiz bizleri kendilerini tüketen, imha edenlerden değil, her daim kulluğunun bilincinde olanlardan eylesin!

Bu bilince ancak takvayla, salih amellerle, sabır ve salat ile Rabbimize yönelmek suretiyle erişebiliriz. Emri bil maruf ve nehyi anil münker vazifemizi aksatmadan, ertelemeden, küçümsemeden yerine getirerek bilincimizi diri tutabilir, geliştirebiliriz.  Ve ancak Müminlerle birliktelik ruhunu canlı tutmak suretiyle kendimizi ve ehlimizi ateşten koruyabiliriz.

Bize dayatılan birey merkezli, ferdiyetçi, egoist yaklaşımlardan da sahte, naylon, cahili aidiyetlerden de zihnimizi, kişiliğimizi, kimliğimizi muhafaza etmeye mecburuz. İşte görüyoruz, ekonomik kriz karşısında insanlar paniğe kapılıyorlar. Ahiretlerini pek dert etmiyor, günahların haramların alabildiğine yaygınlaşması, her yeri sarması karşısında bir itiraz geliştirmiyorlar ama dünyevi imkanlarının azalacağından, refah düzeylerinin kaybolacağından korktuklarında “bu kadarı da olmaz” diye seslerini yükseltebiliyorlar.

Hududullahı Zorlamak mı?

Günlerdir faiz mevzuu tartışılıyor. Allah Teala’nın muhkem nasslarıyla haram kıldığını bildirdiği bir amel devletin kararı, ekonominin gereği, toplumun maslahatı vb. gerekçelerle meşrulaştırılmaya, sevdirilmeye çalışılıyor. Her durumda hakka şahitlik yapması gereken birtakım isimler ise dolaylı yollara saparak, zorlama tevillere giderek zihinleri karmakarışık hale getiriyorlar. Oysa muhkem nasslar söz konusu olduğunda tevil kapısını zorlamak asla yakışık alır bir tavır değildir.

Şunun altını kalınca çizelim: Bu sistem İslami esaslar üzerine bina edilmiş bir sistem değildir. Bilakis İslami ilke ve kuralların tasfiyesini esas alan bir sistemdir. Mamafih kimi yöneticilerden kaynaklanan ve birtakım pratiklerde dinin emir ve nehiylerini dikkate alan bazı uygulamalar söz konusu ise de bunlar asli değil, ancak tali uygulamalardır.

Bu hususta iktidarın çelişkileri de nettir. Önce faiz oranlarıyla ilgili tartışma “nass var” denilerek yanlış bir zemine taşınmış, toptan reddedilmesi gereken faiz meselesi oran üzerinden anlamsız bir zemine oturtulmuştur. Bilahare de krizle baş edebilme adına güvence vererek faizciliği teşvik çabasına girişilmiş ama bu sefer de nasslar tümüyle unutulmuştur!

Şimdi bu ucube duruma İslami ilkeler ve kuralar üzerinden izah getirmeye kalkmak, iktidarın selameti için muhkem hükümleri eğip bükmeye kalkmak olacak şey midir?

Ortada açık hükümler mevcuttur. Tartışmasız bir nehiy söz konusudur. Hem Buhari’nin, hem Müslim’in Sahihlerinde yer verdikleri bir hadiste Resulullah’ın (s) “Allah faiz yiyene ve yedirene lanet etsin” buyurduğu nakledilmiştir.

Bakara suresinin 278 ve 279. ayetlerini hatırlayalım: “Ey iman edenler, Allah'tan sakının ve eğer inanmışsanız, faizden artakalanı bırakın. Şayet böyle yapmazsanız, Allah'a ve Resulüne karşı savaş açtığınızı bilin. Eğer tevbe ederseniz, artık sermayeleriniz sizindir. (Böylece) Ne zulmetmiş olursunuz, ne zulme uğratılmış olursunuz.

Ne kadar dikkat çekicidir ki Allah Teala Kitabında faiz yiyenler dışında hiçbir günahkara, isyankara harp ilan ettiğini bildirmemiştir. Hiç kuşkusuz birtakım illetler ileri sürülebilse de son kertede faizin haramlığı taabbudidir, tartışmaya, tevile açık değildir. Birtakım illetler ileri sürülerek faiz yasağını esnetmeye yönelik yaklaşımlar batıl çabalardır. Faizin haramlığının illeti olarak gözüken şeyler ise ancak yasaklamanın hikmetleri olarak görülmelidir.

Ebu Said el Hudri rivayetiyle Müslim’i Sahihinde naklettiği bir hadiste Resulullah’ın (s) şöyle buyurduğu bildirilmiştir: “Altına karşılık altın, gümüşe karşılık gümüş, buğdaya karşılık buğday, arpaya karşılık arpa, hurmaya karşılık hurma, ve tuza karşılık tuz misli misline ve peşin olur. Kim artırır ya da fazlasını isterse faize girmiş olur. Bu konuda alan da veren de birdir.” 

Ve yine İmam Malik’in bildirdiğine göre ashabın seçkinlerinden Abdullah ibni Mesud da şöyle demiştir: “Bir kimse borç verir de daha iyisini almayı şart koşarsa, şartı bir tutam ot bile olsa faiz olur.”

Tüm bu emirler, nehiyler ortadayken hala tartışılan nedir?

Tevile Değil Takvaya Yönelmek

İster faiz mevzuu olsun, ister yılbaşı, piyango ve benzeri eylemler hepsi net biçimde reddedilmesi gereken günahlardır. Aynı şekilde resmi törenlere icabet ve tağutu tazim eylemlerini şu veya bu şekilde tevil etmeye kalkmak; muhacirlere yönelik ayrımcı uygulamaları ulus devlet mantığını sahiplenerek onaylamak, izah çabasına girişmek vb. tutumlar asla meşru değildir.

Tüm bu tutumlar Müminleri haktan uzaklaştırır, nurdan tekrar zulümata yöneltir. Bu nedenle hassas olmak, takvayı esas almak zorundayız. Haramlar söz konusu olduğunda gevşek, esnek bir yaklaşımı değil, bilakis net, sert, tavizsiz bir tavrı tercih etmeliyiz. Hatta şüpheli şeylerden de ısrarla kaçınmalıyız. Çünkü biliyoruz ki bugün şüpheliler hususunda gevşek davrananlar, şeytanın iğvasına kapılır ve yarın haramları mübah görme yanlışına düşebilirler.

Rabbimiz bizi her durumda hakkı hak bilip tabi olanlardan, batıldan ictinap edenlerden eylesin. Rabbimiz bizi bize bırakmasın! Bize imanı sevimli, küfrü, zulmü kerih kılsın! Müminlerle birlikte yaşatsın ve Müminlerle birlikte son nefesimizi vermeyi nasip buyursun!

 

 

YAZIYA YORUM KAT

17 Yorum