1. YAZARLAR

  2. Mustafa Atav

  3. O Mesele, Bu Mesele!
Mustafa Atav

Mustafa Atav

Yazarın Tüm Yazıları >

O Mesele, Bu Mesele!

08 Ağustos 2009 Cumartesi 21:42A+A-

İnsanın bazen mağara çocukları(Ashab-ı Kehf)  gibi kalabalıklar içinde ama aslında yalnızları oynadığı şehir-ler-den dağlara çıkası geliyor.

Adaletsizliğin ve zulmün biteviye sürdürüldüğü, insan aklını nahak yere meşgul eden meselelerin sürekli gündeme servis edildiği; yalan yanlış her türlü bilginin olanca ağırlığıyla insanı ezdiği, entellektüel baskılar nedeniyle sorumlu kıldığı bu vasat gerçekten yoruyor bizi.

O yüzden yaşanılan bu süreçten uzaklaşmak, televizyon, radyo, gazete, telefon vs. gibi anlam dünyamızı bilerek tahrip ve tahrik eden iletişim kaynaklarını yanımızda taşı-ya-mayacağımız mekânlara, dağlara kaçmak, oralarda bir başımıza âlemden soyutlanmışçasına kalmak, yaşamak geçiyor içimizden.

Hz. Resul’de, mağara çocuklarına öykünürcesine öyle yapmış bir müddet… Günlerce, kalabalıklardan uzak bir mağarada, kendi varlık sebebini tefekkür etmiş. Defaatle tekrarlamış bu eylemini, öyle anlatıyor rivayetler…

Dünyayı kahreden vahşetin, adaletsizliğin, haksızlığın, zulmün ve insanın aymazlığının anlam dünyasında oluşturduğu kirliliği resetlemek; vesveselere garkolmuş muhayyilesini aslına döndürmek için bir başına, yapayalnız ama aslında ne aradığını bilircesine intizar etmiş, bekleşmiş ismiyle müsemma olmuş mağarasında.

Hakkını vermiş tefekkürün, kendisine verilen düşünme melekesinin ve sonunda aslında bildiği ama bir türlü adını koyamadığı tek gerçeklik, tek hakikat ses vermiş ona.

Fakat mağarasında sıkışıp kalmamak koşuluyla, Mekke sokaklarına koşturup insanları kendisine gelen hakikatten haberdar kılmak şartıyla…

Ama bizim hiç mağaramız olmadı değil mi?

Sürekli sokaklarda, caddelerde, kalabalıklar arasındayız biz zaten, mağara kimin umurunda!

Bulsak bile bir mağara, kalabilir miyiz oralarda, tefekkür edebilir miyiz günlerce?

Birden esti işte; başta da dediğim gibi, mağara çocukları ve Hz. Muhammed’in Hira’sı aklıma düştü aniden; yalnız olmak, dünyada neler olup bitiyor haberdar olmamak, üzerimize yığılan devasa sorunlardan, meseleymiş gibi pazarlanan, bizatihi kirli sistemin adını koyduğu ve tartışalım diye kucağımıza koyduğu sorunlardan bir müddet uzaklaşmak gibi bir arzu galebe çaldı, onlardan mülhem.

Ama ne mümkün, kuşatılmışız bir kere. Hem öncelikli olarak kendi nefsimiz için ve sonra diğer sosyal katmanlar/bireyler için, hakkını veremesek de “Kalk ve korkut, münzir ol, inzar et!” emri de ortadayken bu mümkün mü?

İşte önümüzde halledilmesi gereken bir dolu mesele, dayatmışlar bize hepsini, hangisine kafa yorsak bilmem ki?

O mesele, bu mesele işle işleyebildiğin kadar ve çık işin içinden çıkabilirsen!

Garip kaçmaz umarım; hani, birkaçı belki ama hepsi gerçekten bizim meselemiz, bizim derdimiz olsa gam yemeyeceğim, desem yeridir…

Öyle allayıp pulluyorlar ki, öyle cafcaflı, ağdalı, tumturaklı ifadelerle sunuyor ve bir o kadar da gerilim ihtiva eden bir biçimde pazarlıyorlar ki meseleleri, sonuçta bizim meselemiz olup çıkıveriyorlar; kaçamıyoruz, kovalıyorlar bizi.

Onları bilmedin mi, kafa yorup, onlara ilişkin çözümler üretmedin mi, her vasatta onlara dair gündem oluşturmadın mı; yandın bittin, kül oldun gittin!

Garibim bizler de sanki bize akıl danışan varmış gibi, bizi varsayıp ürettiğimiz çözümlere kulak veriyorlarmış gibi ha babam de babam kafa yoruyoruz. Danışma,  İstişare, akıl alma, değer verme, itibar etme vs. sahi, ne işe yarar bunlar?

Siyasal erk, derin algının sahipleri hangimize sordu şu mesele, bu mesele hakkında ne düşünüyorsunuz diye?

Katılımcılıkmış, serbest irade ve serbest beyanmış; inanç ve ifade, inanca göre yaşama özgürlüğüymüş, hepsi onların çizdiği sınır ne kadar ise o kadar değil mi?

Hani başörtüsü özgürlüğü, hani inanca göre okuma ve çalışma özgürlüğü?

Gına geldi değil mi bunlardan bahsetmekten, sıradanlaştı çünkü!

Neden asker ve yargı vesayetinden, onların da üstünde bir iradeden bahsedip duruyoruz ki biz? Onlardan bahsetmek, bahsedebilmek de özgürlük mü sizce?

Pazarlayıp durdukları kavramlara bile sadık değiller onlar. Arada bir önümüze koydukları sandıklar mı sahici yapacak ürettikleri kavramları?

Çok sorular var daha çoook!..

Herkes biliyor, herkes şahit; dün başka meseleler haberlerde başköşeyi tutuyor, en akıllı uslularımız(!) onlar hakkında akıllarını değil dillerini(!) çalıştırıyorlardı…

Şimdi sımsıcak başka gündemimiz, gündemlerimiz var. Yazıp çizmeler, açık oturumlar, açık görüş programları onlar için gerçekleştiriliyor. Hatta bazıları var ki ısıtılıp ısıtılıp servis ediliyor, alın size bir oyuncak, oynayıp durun diye!

Eli kulağındadır, yakında başka bir gündem konusu servis edilmeyi bekliyordur. İnanın o da nostaljik özellikler taşıyan ve bir türlü halledilemeyen, aslında halledilmesi istenmeyen meselelerden biridir.

Ve yine onlar hakkında kim konuşturulacak, konu hakkında kime yazdırılacak, oluşturulan sipariş gündem sayesinde hangi Tv. kanalı, ne kadar reklâm alacak belirlenmiş, adı konulmuştur bile…

Biz de, kimine göre tüm duyarlılığımızla, kimine göre de entellektüel tarafımız eksik kalmasın diye, sanki aldığımız yükün altından kalkabilecekmişiz gibi suni gündemlerin içine balıklama dalıveriyoruz.

Teyakkuzda olalım,müteyakkız kalalım....

Bizi bize unutturmak,kendi gündemlerinde boğmak ve sonra servis dışı bırakmak istiyorlar ve hatta bizi bize durdurmak istiyorlar haberimiz olsun!..

Şimdi; Mağara denilince, mağara devri, ilkellik akla geliyor değil mi?

Ama o akla inat bizim medeniyetimizin başlangıcı Resulullah’ın mağarası, Hira’sı değil miydi?

Suni gündemleri, dayatılan meseleleri yerle yeksan edip vahyi iradeyi, İlahi çağrıyı gündeme taşıyan ve hatta icbar eden sesin ilk duyulduğu yer değil miydi orası?

Sahi, bizim niye mağaramız, Hira’mız yok?

Vahiy, peygamber gelmeyecek bu belli; ama hiç olmazsa tefekkür etmek, düşünmek için bir Hira’mız olsun ki kalabalıklar arasına vahyi umdelerimizle beraber koşuşturuverelim.

Ne demeye çalıştım bilmem ki!,.

YAZIYA YORUM KAT

5 Yorum