1. YAZARLAR

  2. Mustafa Atav

  3. Mushafın/Kur’an’ın Altından Geçmek
Mustafa Atav

Mustafa Atav

Yazarın Tüm Yazıları >

Mushafın/Kur’an’ın Altından Geçmek

01 Eylül 2009 Salı 18:00A+A-

Elimizde, güncelleşme tarihi ne zamandır diye hiç dikkat etmediğimiz bir harita var ve hedef noktaya varmak için en kestirme yol acaba hangisidir diye yol arkadaşımla bakışıp duruyoruz ona… Harita bile kâr etmiyor, yok orası yok burası diye tartışıyoruz, ama sonunda gidiyoruz bir şekilde. Kâh isabet ediyor, kâh yanılıyoruz ama sonunda istikametimize varıyoruz ya önemli olan da buydu bizim için…

Bazen en kestirme diye düştüğümüz yollar bozuk satıh yüzünden; bazen çift şerit, asfalt diye koyulduğumuz yollarsa sürpriz yol çalışmaları nedeniyle saatlerimizi çaldı bizim.

Boşuna dememişler eskiler, en kestirme yol en iyi bildiğin yoldur diye; hoş, biz o güzergâhlardan daha önce hiç geçmedik ya, söylemiş olalım diye söyledik işte…

Ara istikametlerden biri, sık aralıklarla üzücü olayların haber kaynağı olan Elazığ ve tabii ki (!) oraya vasıl olmak için seçmiş olduğumuz yollar, kestirmesinden vazgeçtik ürkütücü mü ürkütücü; belki de onlarca yıldır terör(!) nedeniyle öyle empoze edildiği için gerilim platosu…

Hedef noktaya varmaya doğru koştururken stres(!) içinde geçen saatler, kilometreler ve iklimini filan hiç düşünmeden, buralarda niye ağaçlandırma yapılmaz ki diye bizi düşündürecek kadar bitki/ağaç örtüsünden yoksun dağlar... Açık hedef, tam isabet vaziyetinde koşuşturduk oralarda. Arada bir büyük/küçükbaş hayvan sürülerini görünce ot/yeşillik yoksunu, fukara yerlerde bu işler nasıl yapılır diye de düşünmedik değil hani...

Yer yer yol arkadaşımızla şakalaşıyoruz,”Pedalı kökle, çabuk geçelim buralardan!” diye…

Neyse bunlar işin latifesi… Yolculuk başka nasıl geçer ki?

Yolculuğumuz sırasında, etrafta köy filan da yoktu ama yolun sağında takım elbiseli(!) biri el kaldırdı bize… Ne hikmetse tereddütsüz aldık onu vasıtamıza. Sonra bir muhabbettir tutturduk otostopçu yolcumuzla… Dua etmeye başladı bize, yolcu kapasitesi müsait olmasına rağmen bizden önce geçen araç almamış onu;yoksa daha çok bekleyecekti,o yüzden dua üstüne dua..,.

O ücra yerlerde, belki de benim tek başıma kalsam panikleyeceğim bir yalnızlıkla otostop yapan bizden biriydi; yani bir insan, ırkı, bölgesi, konuştuğu dilin farklılığı bir tarafa salt insan olmasıyla, dualarıyla, dualarında kullandığı kelime ve kavramlarla “Kürt” tü ama bizden biriydi...

Tanıştık, sıcak biriydi, kısacak bir zaman diliminde bile güven veren davranışlar sergilemesi, konuşmalarının arasında muhabbet fışkıran kelimeleri kullanması, açık söyleyeyim çok hoşumuza gitmişti. Yol uzun, zaman var; o anlatıyor, biz anlatıyoruz.

“Dostları, kardeşleri, arkadaşları görmek ve yenileriyle tanışmak için çıktığımız bir gezi bu”, dedik yolcumuza. Biz anlattıkça o, ne güzel, ne doğru iş yaptığımızı söyleyip durdu olanca sevecenliğiyle.

Ona dokunduk, onu dinledik daha sonra.

Hikayesi bilindik şeylerden ama bir fark var!..

Elazığ’a mahkemeye gidiyormuş, anlaşılıyor ki o yüzden takım elbiseli…

Kan davası var ve gençler sağa sola kaçışmış. Köyde büyükler kalmış, yeni yetişen nesil tedirgin ve büyükler de bezmiş artık. Kan davası nedeniyle mahkemeye başvurulmuş, sorgulama yapılmış ve o gün “karar günü”ne gidiyor Elazığ’a.

Aslında karar belli, tarafları garnizon komutanı, vali ve mahkeme üyeleri barıştıracaklarmış(!). Hem de onların en kutsalı diye bilinen unsuru kullanarak(!)…

Barışmaya razı olduğu her halinden belli sayın yolcumuzun, bıkmış artık gerilimden, sevinçle anlatıyor her şeyi.

“Yazık değil mi, bu kadar insan öldürüldü, aileler perperişan, gençler huzursuz, niye kan davası, yeter artık!” diyor.

“Barışmak mümkün mü, bir daha cinayet işlenmeyeceğinin garantisi nedir?”

Diye sorduğumuzda verilen cevap ilginçti!

Vali, garnizon komutanı ve mahkeme üyelerinin gözetimi ve şahitliğinde “Kur’an/Mushaf”ın altından geçerek yemin edeceklermiş ve o yemin eden tarafların sözlerini çiğnemelerine de neuzubillah imkân yokmuş… Fark dediğimiz şey de buydu işte!

İlginç, size de ilginç gelmedi mi?

Şimdi, kan davalıları barıştıracak o unsuru kimler unsur olarak kullanmış-tır, dikkat çekmek isterim: Hiyerarşik olarak vali, komutan ve mahkeme üyeleri… Yoksa komutan, mahkeme üyeleri ve vali mi demeliydim?

Ey kudretinden sual olunmaz Rabb’im, senin gücün nelere kadir, kadir de bizler farkında değiliz(!)..

Profan zihniyetliler, çok itibar ettikleri meri kanunlarla halledemedikleri bir meseleyi; anlamına, verdiği mesaja tahammül edemedikleri Mushaf’ın/Kur’an’ın, sonunda (güya)dışına tahammül göstererek kan davalılar arasında barışı sağlama girişiminde bulunuyorlar ya, onlara bu zül(Yoksa sevap mı demeliydim?) yeterde artar bile… Öyle de olsa eli, kulağındadır, onlar O’nun içine de bakacaklar bir gün. Ümidim var buna benim, zor desek de, eleştirsek de ümidim hiç kesilmedi ki zaten. Kur’an/Mushaf, zarfından öte mazrufuyla hak ettiği karşılığı elbet görecek bu ümmetin kalbinde… Hem o yolcumuzun dillendirdiğine bakarsak zarf çoktan açılmış bile; ki söyledikleri bunun ispatı gibi neredeyse,”Bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmek gibidir!”.

Cahilliğimize verilsin, ilk defa duydum bu barıştırma taktiğini ama yolcumuzun anlattığına göre çok sıkışıldığında kullanılırmış(!) bu yöntem...

Yukarıda da demiştim ya ilginç!

Siyasal erkin başında duranlar, derin gücü ellerinde tutanlar Kabil’e acizliğini gösteren karga meselini, hikâyesini herhalde duymuş olmalılar?

En azından Mushaf’ın, Kur’an’ın altında yemin ederek kan davasını çözmeyi öğreten başka kargalara kulak vermeyi (!) hiç ihmal etmediklerine göre muhakkak ki duymuş olmalılar(!)…

Hazır kutsala yaklaşmışken, hazır kutsalı temsil eden zarfa el sürmüşken açıverseler ya onu, bakıverseler ya içine; okuyuverseler ve anlamaya çalışıverseler ya, içindekileri… O kargaya, o yeteneği veren ilahi iradenin kendilerinden gerçekte ne istediklerine kulak veriverseler ya… Zarfının altından geçildiğinde cinayetlerin duracağına inanıyorlarsa, asıl onlar bir de mazrufuna bakıversinler; ne olur yani, kıyamet mi kopar?

Hep konuşuyorlar,konuşup duruyoruz ya; asıl mesele Türk,Kürt,Laz,Çerkez vs. meselesi değil ki ey Ümmet-i Muhammed!...

Asıl mesele Kur’an’ın mehcur bırakılmışlığı, hayatın içinden sökülüp alınmasıdır; inananların da, inandığını söyleyenlerin de ellerine tutuşturulmuş  zarfın yaldızlarına bakarak hayranlık ifade etmeyi ibadet telakki etmeleridir.

Ah Elazığlı otostopçu yolcumuz ah!

“Kur’an, Mushaf, yemin,’Adam öldürmek tüm insanlığı öldürmek gibidir!’,Allah razi olsun, Allah yolunuzu açık etsin, Allah ecrinizi zay etmesin, Allah gezinizi mübarek kılsın!” diyen Elazığlı Kürt dostumuz, sen ki çok şeyler söyledin bize(!)…Ama ya biz anlamıyoruz, ya da anlamak istemiyoruz, üstelik bir kabahatimiz daha var ki, işte bütün mesele de bu zaten “Anlatamıyoruz!”…

Neydi efendim, komutan,vali,yargı!

Sadece onlar mı, değil elbette!

Onlar ihsas ettirdiğimiz gücün kolluk kuvvetleri sadece!..

Ah ki ah!

Komutan, vali, yargı ve onların, tüm laikliklerine rağmen, laikliğin zıddına Kur’an’ı/Mushaf’ı kullanmalarına göz yuman, ey asıl güçler!

Kur’an’ı/Mushaf’ı  başkalarının sorunlarını çözmede istismar edip  araç olarak kullanmanın ötesinde,bir  de kalplerine ayna tutuverseler ya, indiriverseler ya yüreklerine!..

Olur mu olur!

Hem ne yani, oluverse sanki kıyamet mi kopar?

YAZIYA YORUM KAT

6 Yorum