1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. Murat Koç: KCK İçinde Çözümü İstemeyenler Var
Murat Koç: KCK İçinde Çözümü İstemeyenler Var

Murat Koç: KCK İçinde Çözümü İstemeyenler Var

“PKK, bölgede kendisinden başka hiçbir yapının örgütlenmesine, varlık göstermesine müsaade etmeyecek düzeyde militarist ve totaliter bir karaktere sahiptir.”

09 Kasım 2013 Cumartesi 21:28A+A-

Son günlerde PKK muhalif Kürtleri yeniden hedef almaya başladı.

Sürekli dayatma ve baskı ile halkı kontrolü altına almaya çalışan PKK tüm dezenformasyon araçlarını kullanarak yeni bir psikolojik savaş başlattı. Başlatılan psikolojik savaşı ve bölgede son yaşananları Haber10, Özgür Düşünce ve Eğitim Hakları Derneği (Özgür-Der) Diyarbakır Şube Başkanı Murat Koç ile konuştu. Haber10’a konuşan Murat Koç, “PKK bölgede kendisinden başka hiçbir yapının sosyal ya da siyasal arenada örgütlenmesine, varlık göstermesine müsaade etmeyecek düzeyde militarist ve totaliter bir karaktere sahiptir” dedi.

İşte o söyleşi:

*Batman’da açık alanda gerçekleştirilen düğün sırasında BDP’li bir gencin yaşamını yitirmesinin alevlendirdiği gerilim sürüyor. Yer yerde bölgeden saldırı haberleri geliyor. Neler oluyor?

Bölgedeki saldırılar yeni başlamış değildir. Son aylarda yoğunlaşan bu saldırılar yıllardır devam ediyor. Batman’da 2 Kasım günü nasıl ne kimler tarafından öldürüldüğü henüz belli olmayan Özcan Temel isimli vatandaş üzerinden PKK medyası başta olmak üzere sivil uzantıları ciddi bir provokasyon siyaseti izlemekteler. Kürt ulusalcılığının gerilimlerden beslendiği ve bu manada gerçek dışı birçok olayı kitlesini mobilize etmek için bu niyetle kullandığı herkesin malumu. Farklıklara tahammül edemeyen PKK yanlıları farklı dönemlerde gelişen süreçleri bahane ederek mütemadiyen İslami kimliğiyle tanınan kişi, kurum ya da yapıları ellerindeki bütün imkanları devreye sokarak hedef gösterip ötekileştirmekte, itibarsızlaştırmakta ve derin yapıların uzantılarıymış gibi lanse edip saldırıların hedefi kılmaktadır. Özellikle son dönemde, Suriye Kürdistan’ında PYD ile muhalif gruplar arasında yaşanan çatışmalar bağlamında PKK, Türkiye’deki İslamcıları düşman ilan etmiş, bu kesimleri “Kürt halkının düşmanı” olarak takdim etme gibi ucuz bir toptancı siyaset tarzı geliştirmiştir. PKK bölgede kendisinden başka hiçbir yapının sosyal ya da siyasal arenada örgütlenmesine, varlık göstermesine müsaade etmeyecek düzeyde militarist ve totaliter bir karaktere sahiptir. Yıllardır bölgedeki STK’lara, yurtlara, dershanelere, parti binalarına, sivillere yönelik PKK yanlısı gruplardan kaynaklanan saldırıların tümü PKK üst mekanizmasının hedef göstermesi sonucu gerçekleşmiştir. Demokratik özerklik diye işletilen modelin Kürtlere sunduğu budur. Hayatın tüm alanlarını PKK ideolojisiyle kuşatmak ve muhalefetin gelişmesine asla imkan tanımamak, demokratik özerklik denen şeyin özünü oluşturuyor. Bildiğimiz baskıcı-despot tek parti anlayışının illegal biçimde örgütlenme modelidir bu. Zaten bu saldırılar da demokratik özerkliğin kurumsallaşması programı gereği inşa edilen “öz savunma güçleri” (YDG-H) tarafından düzenlenmektedir. Öz savunma, fütursuzca, istediği kişi ya da kesimi “Kürt Halkının Düşmanı” terkibiyle cezalandırma yetkisini kendinde görmektedir. Bunun siyasi literatürdeki karşılığı düpedüz faşizmdir. PKK’nin kurucu mantığı, varlık zeminini, toptancı imha siyasetinin gereklerini ortaya koyarak sağlamlaştırma eğilimi içinde olduğu için bölgede faaliyet alanını genişletmeye çalışan ve kitleselleşme çabası içine giren tüm kesimler PKK tarafından yoğun saldırılara maruz kalmaktadır.

-90’LI YILLARA GERİ DÖNÜLMEZ-

*Yaşanan gerilimin tarafları PKK ve Hizbullah olunca akıllara 90’lı yıllar geliyor. Birileri o günleri mi özlüyor, bölge halkına ve taraflara düşen görev nedir?

Yaşanan gelişmeler sonucu bölgenin tekrar 90’lı yıllardaki acıları yaşayacağını düşünmüyorum. Haliyle devam eden sürtüşme ve gerilim, ister istemez akıllara o dönemi getirmektedir ama Türkiye’de siyasetin normalleşmesi, sıkıntılı da olsa bir çözüm sürecinin işlemesi, tarafların ödedikleri bedel ve Kürt halkının hala etkisini yaşadığı o travmatik sosyal çalkantı 90’lı yıllara öyle kolay dönülemeyeceğini düşündürüyor. Türkiye’de Kürt sorununun çözüm yoluna girmesinden dolayı etkisini yitirenler ve kandan beslenenler elbette böyle bir özlem içinde olabilir ve bunun için fırsat kollayabilirler. Ama hem Türkiye’deki güç dengelerinin 90’lı yıllardaki gibi kaotik ortam lehine olmayışı hem de paramiliter güçlerin etki-zemin kaybetmesi bu ihtimali zayıflatıyor. Bölgenin siyaset sahnesindeki aktörleri de şeffaf siyaset dinamikleri de sürekli değişiyor. Bunlar önleyici faktörler olarak görülebilir. Bölge halkı, özellikle 90’lı yıllardaki o korkunç ortama tanık olanlar, çatışma ihtimalinden bile oldukça rahatsız olmaktalar. Kürt halkı şiddetin tümünün son bulmasını temenni etmekte ve bu yönde atılan tüm adımları peşinen desteklemektedir. Kürtler savaştan bıktılar ve ciddi anlamda ilk defa bu kadar yürekten barışa inanmaktalar. Bu nedenle Kürtler adına siyaset yaptığını söyleyenler, barış ve özgürlükten bahsedenler şiddet dilini terk etmeli, kışkırtıcı söylem ve pratiklerden uzak durmalıdır.

-SALDIRAN VE SALDIRIYA UĞRAYAN TARAF VAR-

Bunun yanında saldıran bir taraf ve saldırıya uğrayan bir kesim var şu anda. Bu tablo bize saldırgana “dur-yapma”, saldırıya uğrayana da “provokasyona gelme” dememizi gerektiriyor. Ama sanki savaşan iki taraf varmış gibi hareket ediliyor. PKK yanlısı grupların hedefinde olan dini hassasiyete sahip yapılardan bir tek karşılık bile verilmemişken durumu bu şekilde lanse etmek haksızlık olur. Kim 90’ların bir daha yaşanmamasını samimi biçimde arzuluyorsa yapacağı bellidir; şiddetinin karşısında durduğunu açıkça ilan etmeli ve bu şiddeti mahkum etmelidir.

-STRATEJİNİN ADI İMHA-

*Şiddet olaylarının tamamıyla rafa kaldırılması mümkün değil mi?

Şiddet PKK’yi var eden ve güçlendiren en önemli faktör. Dört parça Kürdistan’ı özgürleştirme iddiası ve paralelinde Kürdistan’da adeta tek parti yönetimi tesis etme hayali, PKK için şiddetin merkeze alınmasını zorunlu kılıyor. Silahlı Kürt muhalefeti, siyasi uzantılarının da aynı metodolojiyi izlemesine yol açıyor. Bu nedenle gerek BDP gerekse de PKK’ye yakın STK’lar ve medya şiddeti öven ve asli çözüm metodu olarak öne süren bir yaklaşım sergiliyorlar. PKK’nin bariz domine edici etkisi nedeniyle sivil siyasi uzantıları iradesiz ve yetkisiz kalıyor. Kürdistan’da sorunların tümüne yönelik strateji, konsept, siyaset biçimi ve hatta üslup PKK tarafından belirleniyor. Hakimiyet kurma, yönetme ve tek muhatap olma arzusu nedeniyle PKK, Kürdistan’da var olmaya çalışan tüm yapıları imha etmek ya da Kürt halkı nezdinde itibarsızlaştırarak etkisiz hale getirmek için her şeyi yapmıştır ve yapmaya devam ediyor. Kürt sorunuyla paralel zamanlı PKK sorunu çözülmediği takdirde şiddetin rafa kalkmasına ihtimal vermiyorum.

-KCK İÇİNDE ÇÖZÜMÜ İSTEMEYENLER VAR-

*Çözüm süreci kapsamında hükümetten yeni adımlar beklenirken, KCK’dan sert açıklamalar gelmeye başladı. KCK süreçten rahatsız mı? Bölgede yapılan anketlere göre halkın yüzde 75’i süreci desteklerken KCK’nın bu yaklaşımı niye?

30 yıldır devam eden yoğun ve yıpratıcı savaş hali bölge halkını kuşaklar halinde etkiledi ve Kürt sosyal yapısını derinden sarstı. Kürt sorunu şiddetle harmanlandıkça toplumsal yapı da o oranda erozyona uğradı. Faili meçhuller, devletin bilinçli yoksullaştırma politikaları, geri bırakılmışlık, göç, işsizlik gibi birçok faktör Kürt toplumunun sahip olduğu temel değerlerden uzaklaşmasına neden oldu. Aslında barış, kaybedileni yeniden elde etme, huzura ve selamete kavuşma özlemidir Kürtler için. Çözümün isminin zikredilmesi bile Kürtleri sevindirmeye ve peşinen gelişmeleri desteklemeye yetmektedir. Çünkü savaşın ne demek olduğu ve neye mal olduğunu çok iyi biliyorlar. KCK’nin çözüm süreciyle ilgili eleştirileri muhteva olarak kısmen doğru olabilir ama sürece dair geliştirilen tehditvari ve povokatif değerlendirmeler KCK içinde çözümü istemeyenlerin etkin olduğunu gösteriyor. KCK’nin sert açıklamaları ve sürece dair yıkıcı tarzının iki nedeni olduğunu düşünüyorum. Birincisi; bugüne dek yürütülen tüm çözüm süreçlerinde devletin asli muhataplarından olan KCK, bu süreçte Öcalan’ın ve hatta BDP’nin bile gerisine düşmüştür ki bu nedenle varlığının, etkinliğinin ve Kürt sorunu bünyesindeki cesametinin fark edilebilmesi adına KCK, temerküz ettiği gücü göstermeye çalışmaktadır. Neyse ki bu boğucu taktiksel yaklaşım her defasında Öcalan’ın ılımlı (şimdilik) yaklaşımı sayesinde tolere ediliyor. İkinci neden ise; çözüm sürecinde rahatlayan toplumun KCK-PKK’yle olan ünsiyetini yitirmemesini sağlamaktır. Devlet şiddeti dolayımında her defasında mağdur ve haklı olduğunu anlatmaya çalışan KCK-PKK, şiddetin sıfırlandığı bir ortamda nasıl davranacağını bilememekte, stratejik açıdan tıkanmaktadır. Bu nedenle “Rojava” meselesi bu kesimler için bu süreçte kitlesel tabanlarını mobilize etmek, şiddet üzerinden varlık zeminlerine yeniden kavuşmak gibi bir anlam taşımaktadır. Diğer yandan yaklaşan seçimler de KCK’yi böyle taktiksel bir tavır takınmaya itmektedir. AK Parti’yi olumlayacak ya da en azından onunla barışık olunduğu gibi bir algıya yol açacak suskunluk dahi AK Parti’ye mevzi kazandıracağından KCK, AK Parti’nin Kürtlerin aleyhine gelişen bir sürecin mimarı olarak bilinmesine, buna karşı elindeki silahın gücüyle kazanımları elde etmeye çalışanların da kendileri olduğunun inanılmasına çalışmaktadır. Bunu da tehditkar bir tarzda ve şiddet tehdidiyle gerilimi besleyen biçimde yapmaktadır. Sonuç olarak gün geçtikçe daha fazla milliyetçi refleksler sergilemeye başlayan Kürt halkı (özellikle yeni kuşak gençlik) nezdinde KCK, “kazanımları elde eden ve koruyan” tek yetkili organ şeklinde tanınmaktadır.

KCK’nin Batman olaylarına ilişkin yaptığı açıklama ise Kürtler arasında bir iç savaşa davetiye çıkarma niteliğindedir. Açıklamanın hiçbir satırı gerçeği yansıtmamaktadır. Komplocu bir dille ve bölgeyi ateşe sürüklemek istercesine yazılmış bir açıklama bu. Maalesef ki işte bu açıklamalar siyasilerin ya da diğer yetkililerin tüm olumlu yaklaşımını baskılayıp, anlamsız kılmaktadır. PKK’nin düşmanını da dostunu da, siyasetini de sosyolojisini de KCK belirlemektedir. Umarım KCK, bu açıklamanın gereğini yapacak organların pratiği işletmesini istemez. Aksi durumda seçimler öncesi bölgede tansiyon gittikçe yükselecek ve sürecin kontrolsüz kaotik bir aşamaya evrilmesi ihtimali güçlenecektir.

-ŞİDDETİ KUTSAMA-

*Peki medyanın tutumuna ne demeli. Israrla bir provokasyon arayışı ve şiddetin dilinin hakim olması. Bazı medya organlarının bu olumsuz tutumunun nedeni nedir?

Kürt ulusal hareketi bütün bileşenleriyle beraber şiddeti kutsama derecesinde önemsemektedir. Kürtlerin “ulusal kurtuluşunun” ve elde edilen hakların da ancak bu yolla muhafazasının mümkün olabileceğine inanmaktalar. PKK medyasının habercilik anlayışı da bu mantıktan beslenmektedir. PKK’nin felsefi ve yapısal temeline düşman olarak görülen kurum ve kişiler PKK medyası tarafından anında; yalan, karalama, ajitasyon, dezenformasyon, hedef gösterme, itibarsızlaştırma gibi yöntemlerle afişe edilmekteler. Batman’da yaşanan hadisede de aynı şeyler yaşandı. PKK medyası olayın hemen ardından Özcan Temel’in HÜDA-PAR üyelerince öldürüldüğünü duyurdu ve belgelenmemiş olmasına, HÜDA-PAR yetkilileri tarafından defalarca aksi yönde açıklamalar yapılmasına rağmen halen de aynı iddia temelinde haberler servis ediliyor. Suriye Kürdistan’ında yaşanan gelişmeleri, Rojava’da katliam olduğu iddiasını uçsuz bucaksız yalanlarla haberleştirilen, bu yalanları deşifre edilmesine rağmen yeni yalanlarla iddiaları dillendirmeye devam eden ve özellikle İslami kesim söz konusu olduğunda oldukça saldırgan ve militan habercilik anlayışıyla hareket eden bir medya düzleminden bahsediyoruz. Bu olumsuz tutumun nedeni, süreçlerle bağlantılı olarak PKK’nin hükümranlık alanını diri tutmak için medyanın etkin gücünden faydalanarak muhatapları karalamak ve yıpratmaktır. PKK medyası, İslami kesim söz konusu olduğunda haberciliğin hiçbir etik ilkesine riayet gereği duymadan, baştan aşağı komplolarla, yalan ve dezenformasyonlarla saldırıya geçmektedir. Bugüne dek bunun sayısız örneğiyle karşılaştık.

-HÜKÜMET ADIM ATMALIDIR-

*Bir takım çevreler süreci sürekli eleştirse de hükümet ‘barış’ için kararlılığını sürdürüyor. Bu kararlılık ile istenen hedefe ulaşılacak mı, asıl hedef ne olmalı?

Hükümetin sürecin aşamaları ve sıhhati konusunda sadece iyi temennilerde bulunması, Kürt kamuoyunda yoğunlaşan ortak beklentilerin hemen hiçbirini şimdiye dek karşılamamış olması ve neler olduğundan çok iyi niyet sunumuyla kamuoyunun psikolojisine oynaması süreci sıkıntıya sokmakta ve oluşan iyimser atmosferi gölgelemektedir. Örneğin demokrasi paketiyle çok önemli şeyler sunulmuş olsa da çözüm sürecini ileri bir aşamaya taşıma anlamında yeterli bir imkan tanımamış olması manidardır. Hükümetin çözüm sürecine ilişkin siyaset biçiminin, programının ve reel tutumunun “net” olmayışı KCK’nin de bu durumu bir istikrarsızlık ve oyalama olarak işlemesi, tarafların barış kararlılığının sorgulanmasına yol açıyor. Kürt sorununda şiddet vasıtasıyla çözüm sağlanamayacağı 30 yıllık tecrübenin öğrettiği acı bir hakikattir. Türkiye halkları çözümü her zaman desteklemiş, bu savaşın son bulması için muhataplara sınırsız bir kredi tanımıştır. Bu saatten sonra savaşı başlatan, şiddet enstrümanını yeniden devreye sokan, barışa ihanet eden her kim olursa olsun tarih sahnesinin dışına itilecektir. Taraflar gerilimi ve biri birine galebe çalma yarışını bir yana bırakıp, sorunu barışçıl yollarla çözme olgunluğunu sergilemelidirler. Barışın değeri ancak, ödenen bedellerin bu topluma neler kaybettirdiğinin iyi kavranması halinde anlaşılabilir. Gözünü kan bürüyenlerin, silahın gücüyle toplumu boyunduruk altında tutacaklarını sananların, devleti ve sınırları alabildiğince kutsayanların, ulus terkibini vazgeçilmez addedenlerin barışı inşa etme şansı bulunmadığı gibi, toplumların vicdanında yargılanarak mahkûm edilecekleri bilinmelidir.

Haber 10

HABERE YORUM KAT