1. HABERLER

  2. YORUM ANALİZ

  3. Modern çağın görünmez soykırımı: Doğu Türkistan
Modern çağın görünmez soykırımı: Doğu Türkistan

Modern çağın görünmez soykırımı: Doğu Türkistan

Ayşe Şeyma Zorlu, Çin’in Doğu Türkistan’da yürüttüğü sistematik asimilasyon ve baskı politikalarının iç yüzünü aktarıyor.

18 Ekim 2025 Cumartesi 21:29A+A-

Ayşe Şeyma Zorlu/Fokusplus

Doğu Türkistan: Sessiz Bir Zulmün İzinde

Doğu Türkistan, Çin yönetiminin 1949’dan bu yana “Sincan Uygur Özerk Bölgesi” adıyla kontrol ettiği, milyonlarca Uygur Türkünün yaşadığı bir coğrafya. Ancak özerklik ifadesi, bölgede uzun süredir sistematik baskı politikaları, kimlik silme girişimleri ve kültürel asimilasyon uygulamalarıyla gölgeleniyor. Çin hükümeti, bölgedeki politikalarını “aşırılıkla mücadele” olarak tanımlasa da insan hakları örgütleri ve tanık ifadeleri bu uygulamaların toplu gözaltı, zorunlu çalışma, dini yasaklar ve nüfus mühendisliği boyutuna ulaştığını ortaya koyuyor. 

2017’den itibaren uluslararası kamuoyunun dikkatini çeken yeniden eğitim kampları, Çin’in bölgedeki en tartışmalı uygulaması. Birleşmiş Milletler ve insan hakları kuruluşlarının raporlarına göre, yüz binlerce hatta milyonlarca Uygur, siyasi eğitim gerekçesiyle bu kamplara kapatıldı. Kamplarda dini kimliğin bastırıldığı, Kur’an öğrenimi, namaz, oruç gibi ibadetlerin “radikal davranış” olarak cezalandırıldığı aktarılıyor. Ayrıca kamplardan çıkan tanıklar, psikolojik işkence, zorla Çin marşlarının söyletilmesi, dil değişimi baskısı ve aile ayrılıkları gibi uygulamalardan söz ediyor. 

Doğu Türkistan’da İslami kimlik neredeyse tamamen bastırılmış durumda. Camiler yıkılıyor veya kültür merkezi adı altında dönüştürülüyor, minarelerin yerini gözetleme kameraları alıyor. Halkın namaz kılması, oruç tutması, sakal bırakması, başörtüsü takması bile radikal davranış olarak değerlendirilebiliyor. Kur’an kursları kapatılmış, dinî eğitim yasaklanmış durumda.

Doğu Türkistan

Bir diğer baskı biçimi ise zorunlu çalıştırma. Bölgedeki pamuk üretimi, tekstil ve maden sektörlerinde milyonlarca Uygur’un “devlet yönlendirmesiyle” çalıştırıldığı belgeleniyor. Uluslararası markaların tedarik zincirlerinde bu zorunlu emeğin izine rastlandığı için birçok ülke Çin mallarına boykot çağrısı yapıyor. 

Demografik mühendislik de rejimin bir diğer aracı. Kadınlara zorla doğum kontrolü uygulanıyor, Uygur erkekler Çinli kadınlarla evlendiriliyor, Han Çinliler sistemli olarak bölgeye yerleştiriliyor. Bu, sadece bir kültürü bastırmak değil, bir toplumu nüfus ölçeğinde dönüştürme girişimi olarak yorumlanıyor. 

Bu tablo karşısında Çin yönetimi, istikrar ve kalkınma söylemini öne çıkarıyor. Ancak gözlemciler, bu kalkınma hamlelerinin asıl amacının bölgeyi Kuşak-Yol Girişimi’nin güvenlik koridoru haline getirmek olduğunu belirtiyor. Yani Pekin hem stratejik hem ideolojik bir proje yürütüyor: Ekonomik büyümeyi güvenlik bahanesiyle insan hakları ihlallerine perde yapıyor. 

Taha Kılınç’ın yeni kitabı: “Kayıp Coğrafyanın İzinde” 

Doğu Türkistan meselesini insani ve tarihsel boyutuyla ele alan yazarlardan biri de gazeteci-yazar Taha Kılınç. Onun “Kayıp Coğrafyanın İzinde: Doğu Türkistan Seyahatnamesi” adlı eseri, bölgeye yaptığı ziyaretler ve tanıklıklar üzerinden bugünkü baskı düzenini gözler önüne seriyor.  

Kılınç’ın satırlarında Kaşgar, Hotan, Urumçi ve Turfan gibi şehirler artık yalnızca harita üzerinde yer tutmuyor. Her biri sessiz bir direnişin ve silinmeye çalışılan bir hafızanın taşıyıcısı. Camilerin ibadete kapandığı, Kur’an seslerinin yerini propaganda marşlarının aldığı, çocuklara Çince isimlerin zorla verildiği bu topraklar, yazarın gözünde yavaş silinmenin coğrafyası haline geliyor. 

Kılınç’ın en dikkat çekici yönü, zulmü yalnızca belgelemekle yetinmeyip, Uygur halkının direnme biçimlerine de yer vermesi. Kitapta, annelerin gizlice çocuklarına Arap harfleri öğretmesi, yaşlıların Kur’an ayetlerini duvarlara nakış gibi işlemesi, esnafın Çince tabelaların altına küçük Uygurca yazılar saklaması gibi sessiz ama anlamlı direniş örnekleri yer alıyor. Bu anlatılar, Doğu Türkistan’ın yalnızca mazlumiyetin değil, onurun ve hafızanın da coğrafyası olduğunu gösteriyor. 

Kılınç, okuyucuya yalnızca bilgi değil, bir vicdan çağrısı da sunuyor. Ona göre Doğu Türkistan’da yaşananlar, sadece Çin’in iç meselesi değil; insanlığın ortak sınavı. Kitap boyunca kullanılan fotoğraflar, notlar ve kişisel tanıklıklar, bu sınavın duygusal yükünü derinleştiriyor. Her kare, her satır, kaybolan bir kültürün izini sürüyor. 

Kılınç’ın amacı yalnızca tanıklık aktarmak değil; sessizliğe gömülmüş bir topluma şahitlik borcunu yerine getirmek. Onun satırlarında Doğu Türkistan, yalnızca Çin’in iç meselesi değil, bütün bir insanlığın vicdan sınavı olarak karşımıza çıkıyor. 

HABERE YORUM KAT

1 Yorum